Kafandaki Ağaçları Yaktığında / Turhan Yıldırım

Gülhan Tuba Çelik’in Ekim 2023’te Epona Yayınları tarafından yayımlanan romanı Kafandaki Ağaçlar, daha ismiyle en başından ne anlatmak istediğini okura bildiren bir eser. Buradaki imgesel ifade, ana karakter Seren’in yurt edinme, kökleşme, bir eve ve aileye sahip olma isteğini bizlere bildirmektedir. Karakterin bu arzusu o kadar güçlüdür ki tüm olumsuzluklara, sevgilisi Erdal’ı “düşman” olarak görmesine rağmen bunu gerçekleştirme kararındadır. Sevgilisiyle vakit kaybetmeden evlenmeyi, hatta ondan bir bebeğinin olmasını da arzular. Elbette tüm bu çelişkili isteklerin nedeni çocukluk travmaları ve kendi ailesidir. Kurumuş ağaçlarına yeniden can vermeyi istemektedir.

“Bugün Erdal’ın aşırı mükemmel ailesinin fertlerinden birinin evinde bilmem ne etkinliği vardı. Akşam oraya gideceklerdi birlikte. Erdal’ı görmek bile istemiyor ama onunla olmayı bırakamıyordu. O ailenin bir ferdi olmak fikrine saplanmıştı. Kafayı yemiş olmalıydı. Üç aydır yatağına bile girmediği adamın ailesine karşı, yelkenleri bu kadar suya indirmiş olmasına inanamıyordu.” s. 45

Kitabın isminden devam etmek istiyorum. Yukarıdaki alıntıda görüleceği gibi eserdeki anlatıcı tipi üçüncü şahıstır. Fakat yapıtın adına baktığımızda karşımıza ikinci şahsın sesi çıkıyor. Her ne kadar yazar “O” üstünden anlatım yapsa da ana karakterine kitabın isminden hitap ederek mesafeyi kısaltıyor. Böylece okur, Seren’e ne yakın ne de uzak bir anlatıcıyla karşı karşıyadır. Bunu da Gülhan Tuba Çelik güzel bir edebi oyunla bize göstermiş.

“Uyumamışsın.’

Aha da yazmıştı Erdal.

‘Hep sen mi bekleyeceksin sabahı?’

‘Gülhan’ın kitabında öyle bir öykü vardı herhalde.’

‘Aynen. Sabahı Beklerken.” S.78

Yukarıdaki alıntıyla ilk kitabı Evsizler Şarkı Söyler’le metinlerarası bağlantı kuran yazar, bununla kalmayıp romanında bu yola bir kez daha -ikinci öykü kitabıyla- başvuruyor.

“Geniş Sokak’ın rüzgârlarını geçerek meydana çıkıyor, tinerciler ve köpeklerinin yanından Cihangir’e doğru iniyordu. Onlar ve Köpekleri. Orada her zaman çay içtiği yerin Kader’de oynayan çocuğa ait olduğunu çok sonradan Cengiz söylemişti.” s. 89

Kitabı okurken anlatım kahramanın ağzından ilerlemese de hızı sonuna kadar hissediyorsunuz. Sanki altımızda bir Lamborghini ya da Harley Davidson var ve yazar bizi İstanbul’un köhne sokaklarında, bozuk asfaltında, yol çalışmalarıyla meşhur caddelerinde son sürat gezdiriyor. Kastettiğim hız klişe ifadelerle sınırları çizilebilecek basit bir anlatım değil. Yani metin çok akıcı, çok rahat okunuyor gibi cümleler kurmayacağım. Gülhan Tuba Çelik adeta Seren’e bir anlatıcı giydirmiş. İlginçtir ki anlatım yazarın odağından belki ama sanki birinci şahsın sesine yakın ritmi metinde görüyoruz. Bolca çocukluk travması olan, yaşamını hep sınır uçlarında geçiren karakterimizin zihnine yaraşır şekilde bir anlatım biçimine metinde denk geliyoruz. Genellikle kısa tümcelerle kurulan anlatının temposu, Seren’in bilinç hızına göre ayarlanmış durumda.

“Arabada hiç konuşmadılar. Diyarbakır Türküsü denk geldi radyoda. Girişte çalan tumba ve ardından giren curayla doldu gözleri. Önce sesi, sonra camı sonuna kadar açtı. Boğazına kara taşlar oturmuştu şimdi. Araba Marmaray’a doğru inerken siktirip gitmek istiyordu denizin dibine. Yol boştu, araba hızlandı sahil boyu. Yosun kokusunu çekti içine. Gözlerinden sıcak sıcak yaşlar düştü yanaklarına. Kalbi ağrıyordu. Şehrin ışıklarına baktı. Kürşat Kayışdağı’nda kalmıştı. Kaya sağ tarafında binlerce kilometre ötede. Emir yakın olsa da uzaklarda. Evi çok daha içerilerde, cehennemin ta dibindeydi.” s. 56

 Elbette böylesi bir anlatıcı tercihi, yazarın diğer eserlerini okuyanlar için farklı gelebilir. Evsizler Şarkı Söyler’in öykülerinde daha çok duygu yoğunluğu yüksek bir anlatım söz konusuyken Onlar ve Köpekleri’nin metinlerindeyse kurgular mekân üstünden tasarlanmış, krokilerle bezenmiş ve tüm bunlara başarılı bir öykü dili eşlik etmişti. Kafandaki Ağaçlar’da ise yazımın başlığında belirttiğim gibi kafasındaki ağaçlara hem yeniden can vermek isteyen hem de onları yakmak isteyen Seren anlatılıyor. Bundandır ki karakterin diyaloglarıyla anlatıcının bize aktardıklarında bolca argo, küfür ve erotizm bulunuyor. Üstteki alıntıdan görebileceğimiz üzere denizin dibine gitmek isteyen ama bunu gerçekleştirmeyen biri var karşımızda. Öyle ki romanın başından itibaren Seren’in sevgililerinin ve dostu olarak ifade ettiği erkek arkadaşlarının resmi geçidini görüyoruz. Geriye dönüş tekniği yardımıyla karakterin anıları vasıtasıyla gördüğümüz isimler, metne süratle girip çıkıyor.

“Yalnız olmadığını söylesin istiyordu biri. Ama her şey boka sarmaya devam ediyordu. Kaya’yla, Kürşat’la, Emir’le, Murat’la, Erhan’la hayatına kim girip çıktıysa aynı bela. Bir halının üstünde iki büklüm debeleniyordu. Onlar kendinden vazgeçene kadar adamları da evi de hayatından silemiyordu. Hasan ‘Sen ne istiyorsun,’ demişti az önce telefonda. Ne istediği hakkında hiçbir fikri yoktu.”  s. 78

Seren için her şeyin kötüye gitmesinin, kendiyle yalnız kalmaktan korkmasının, bitip tükenmeyen yolculuklarının, çok sayıda erkekle yaşadığı birlikteliklerin sebebi ilk evidir. Sky Rabia dışında neredeyse hiç kadın arkadaşı olmayan karakterin kadınları, nefretle andığı annesi ve ninesidir. Kitapta birçok erkek ismi geçer ama ilginçtir ki arasında baba, dede, amca, dayı gibi yakın aile fertleri neredeyse bulunmaz. Baba figürü ancak tek satırda geçilebilen, anneye şiddet uygulamasıyla tanımlanan bir kişidir.

“Kara taşlı mutfak tezgâhının soğukluğunu, dışarıdaki karı, mavi bulaşık leğenini, mutfaktan geçilerek girilen banyoyu hatırlıyordu. Babası, annesini o banyoda ıslak terliklerle dövmüştü. Kavganın neden çıktığını anımsayamıyordu şimdi. Onların evinde en ufak bir şey kavga sebebi olurdu. İğneyi mi bulamadın. ‘Ben gelip bakıcam, bulursam döverim bak,’ derdi annesi. Bakkaldan ekmek mi alınacak. İlla annesinin dediği an alınmalı, yoksa kafalarına geçer televizyon.” s. 57

Ailenin kadınlarına geldiğimizdeyse Seren’in sonraki yaşamına taşıdığı çelişkili, sınırlarda dolaşan davranış yapısının ana kaynağını anlayabiliyoruz. Kavga dövüşün hiç eksik olmadığı evin üstüne bir de anne sevgisizliği eklenmiştir.

“Ayakkabıcılık yapan babası işi gücü batırıp annesinin evine taşınınca kadın da bu zamanı bekliyormuş gibi iyice düşmüştü elden ayaktan. İki katlı müstakil evin zemin katında babaanneyle yaşama görevi evin büyük kızına düşmüştü. Ne kadar sevaptı hasta insana bir bardak su vermek. Allah korusun gece nefessiz kalır da seslenemezdi, yanında biri olsundu. Hem orada kendi odası da olacaktı, istediği gibi yerleştirirdi eşyalarını. Merhametsiz anası böyle savmıştı kızını başından.” s. 45 – 46

Roman başından sonuna kadar Seren’le Erdal arasındaki gerilim üzerinden ilerliyor. Elbette Seren’in zihninden geçenlerin ve hatıralarının aktarımı üstünden bunu okuyoruz. Aslında anlatılan hikâyenin zamanı kısadır. 5 Kasım 2021’de başlayıp 9 Kasım 2021 tarihiyle sonlanır. Metin kronolojik olarak akar. Bunu bozansa geriye dönüş tekniğiyle sık sık adeta bir anılar ormanına gidilmesidir. Seren’in ailesinden öğrendiği sevgiye karşılık bir düşmanlık duygusudur. Karakterin bir türlü evlerle kuramadığı bağın altında bu durum yatmaktadır.

  “Seveceği kişiye düşman olması gerekiyordu. Sadece bu kadarını öğrenmişti ailesinden. Düşman olacağı bir adamı rahatlıkla buldu. Şimdi onun yanında kafasını asfalta nasıl sürtmek istiyorsa, nasıl da farkında olmadan kendini acındırarak ve kendine acıyarak içten içe sevgi talep ediyorsa o akşam da öylece aldı eline bıçağı.” s. 58

Seren’in çözüm arayışını, kendi yoluna gitmek isteyişini, içinde bulunduğu fasit daireden kurtulma arzusunu, bir saplantıya hapsettiği aklını sanırım en güzel şu satırlar ifade ediyor:

 “Yaşadığımın farkına vardım lan,’ diyordu Erhan’a. ‘Gözüm açıldı, dilimin bağı çözüldü. Bıktım kokan evlerden, bıktım kadınların debelendiği mutfaklardan. Evleri sikeyim lan. Sokakta oturcam ben, sokakta. Gelene geçene salça olcam. Kapı önü kadını olcam. Canım isteyince fasulye ayıklıcam, herif isteyince değil. Yalnızlıktan korkan senin gibi olsun puşt Erdal. Beni neden sevmedin Kürşat.” s. 98

Kafandaki Ağaçlar ayrıca bir mekânlar ve markalar anlatısı. Tarlabaşı’ndan Tepebaşı’na, Samatya’dan Esenler’e uzanan İstanbul’un semtleriyle birlikte Erzincan’ı, Kars’ı, Manisa’yı, Bakü’yü, Tiran’ı, Budva’yı, türlü köyleri, kasabaları, şehirleri görüyoruz romanda. Bununla birlikte her çeşit markayla firma tıpkı Seren’in aşkları gibi resmi geçitte bulunuyor sayfalarda. Instagram, Kral TV, Süper FM, Netflix, Twitter, WhatsApp, Facebook, Şok Market, Marlboro Touch, Kent Switch, Tuborg Gold, Nike, Spotify, Halk TV, Çağrı Market, Trendyol, Leona Blush, Nikon, Canon, Lescon, Kamil Koç, Nissan Juke. 

Romandaki şarkıları da unutmamak gerek. Birçok türden şarkının eseri okurken bizlere eşlik ettiğini hissediyoruz. Ama illa kitabın bütününe bir parça eşlik edecekse o da yazarın “Bi Şarkı?” adlı bölümün başına yerleştirdiği HiraiZerdüş’ün söylediği “Bu Kente Bir Daha Gel” olurdu.

İncelememi hem Gülhan Tuba Çelik’e hem de okurlara yönelttiğim bir soruyla tamamlamak istiyorum. Kafandaki ağaçları birinci şahıs anlatıcıyla yaksaydı yazar, acaba nasıl bir metinle karşılaşırdık?

Kafandaki Ağaçlar
Gülhan Tuba Çelik
Epona Yayınları
Roman / 144 sayfa

Veveya Kitap 23 / 05 Ekim 2024

Veveya Kitap 23 / 05Ekim2024
Yukarı