O Mezarı Açtıktan / Hakan Sarıpolat

Latife Tekin’e

Sonra olan oldu. Karısının sıcacık göğüslerinin arasından çıkmayıp. Kocatepe’ye tek başına gitmeyip. O mezarı açmayıp. O adamı görmeseydi eğer. Üstüne yapışan bunca korkuyla yaşamak zorunda kalmayacaktı Memmet. Ama hepsi oldu. Duyduğu onca hikâyeye rağmen karısının bileziklerini satıp da o dedektörü neden aldıysa. Bir bilse. Bilince ne olacaksa. Oldu olacak, kırıldı nacak!

Hinoğlu hin. Aylar boyunca her şeyi planladı da kimseye söylemedi dilinin ucundakileri. Gayfedeki pişti arkadaşlarına bile. Ne bulacağını bilmiyordu, bulup da ne edeceğini de. Bu hiçlikte, yeryüzünün herhangi bir noktasında yaşayan insanlar gibi. Her gün aynı şeyleri yapmaktan sıkıldı belki de. Hayatında yeni bir heyecan olsun istedi. Bu yüzden fırladı yatağından yellim yepelek. Kazma küreği alıp. Kadit atına atladığı gibi soluğu bu yüzden aldı Kocatepe’de.

Kocatepe sessiz sedasız, huzurla uyuyordu. Bulutların arasından gözüken ay öyle güzel ışıtıyordu ki toprağı. Memmet oralı bile olmadı, atından iner inmez başladı aramaya. Bip bip öten dedektörü bir sağa bir sola. İkide bir durup etrafı kolaçan etmese. Kulaklarını dikerek boşluğu dinlemese, çok daha erken bulabilirdi mezarı. Yine de uzun sürmedi bulması. Delirmişçesine öten dedektörü kenara atıp kazmasını sapladı toprağa. Piii. O sıska kollar meğerse ne kuvvetliymiş, her defasında kucak dolusu toprak kopardı yerden. Yarım saat sürdü sürmedi, tak etti kazmanın ucu. Sevinçle devam etti kazmaya. Her tak sesinde sevinci köpürdü. Amma büyüktü gömülü olan şey. Arada burnunun ucuna, çenesine, kulak ardına biriken teri gocuğunun yeniyle sildi. Sonunda tak sesleri kesildi. Şimdi koca bir çukurun içinde. İki metre boyunda, bir metre genişliğinde kapkara, taştan bir tabutun üstündeydi. Bismillah, bismillah. Hırk hırk soluyarak baktı mezara. Buraya kadar geldin Memmet. Bu çukuru kazdın Memmet. Bu saatten sonra durulur mu hiç? Geri kalan toprağı elleriyle temizledi. Tabutun kapağını şöyle bir zorladı ama cık. Tövbe yerinden oynamadı. Kazmanın ağzını kapağa dayayıp bir daha. Kazma sapı yay gibi gerildi de ancak o zaman biraz oynadı kapak. Pof etti. Kara bir duman yükseldi. Dumanın yükselmesiyle hava birden bozdu. Bir yel bir fırtına. Rüzgâr acı çekercesine inlemeye.

Memmet kendini çukurdan dışarı zor attı. Atının kişneme sesine yürüdü. Değdiği yeri yakan tozanın arasından yüzünü kapatarak yürümeye çalıştıysa da. Her adımında kişneme sesi azaldı, sonunda kayboldu. Rüzgâr çoğaldı, Memmet’i hallaç pamuğu gibi kaldırdı kaldırdı yere çaldı. Gözü hiçbir şey görmedi, kulağı hiçbir şey duymadı Memmet’in, atını ardında bırakıp canını kurtarmanın derdine düştü. O Kocatepe’yi nasıl indiğini bilemedi. Arkasını dönüp de tepeye son defa bakınca at üstünde, elinde kazmayla bir erkek silueti gördü.

Eve girer girmez kapıyı sıkı sıkıya kapattı. Hızlıca pencereleri kontrol etti. Karısı Mahi kollarını, bacaklarını yaymış, camış gibi uyuyordu hâlâ. Yaşadığına şükrederek. Bir daha oraya gitmeyeceğine yeminler içerek girdi yorganın altına Memmet. Mahi, Memmet’in dişlerinin zangırtısına uyandı.

“Noldu lan? Ne diye imirin iti gibi titriyon?”

“Yo-yo-yok bir şey. U-u-uyu sen.”

Karısı öf pöf çektikten sonra uyumaya devam etti. Memmet yılan gibi kıvrılıp da. Karısının sırtına sırtını verip. Gözlerini kapıya dikti sabaha dek. Horozlar ötüp ahıra gitme vakti gelince biraz olsun rahat etti. Hiçbir şey olmadı şükür ki. Hem ne olacaktı ki? Mezardan çıkmış biri peşine düşecek değildi ya. Komik adamdı şu Memmet. Elini yüzünü yundu, üstünü tazeledi. Süt leğenini alıp ahıra gidiyorken koşarak gelen Mahmut’u görünce yüreği çarpmaya başladı.

“Hayırdır yeğenim, kötü bir şey yok ya?”

Duraladı Mahmut, elleri dizlerinde soludu bir süre, sonra, “Emmim,” dedi birkaç defa üst üste, “emmim ölmüş.”

“Hangi emmin lan?”

“Topal emmim.”

“Ne zaman ölmüş? Ne diyon sen Mağmıt?”

“Lafa tutma beni Memmet ağbi, imama gidiyom ben.”

Toz oldu gitti Mahmut. Memmet’in ağzı açık kaldı duyduklarına. Gece yarısı demek ha. Başının tam ortasında koca bir delik varmış ha. Gözünün önüne tepede gördüğü silüet geldi. Elinde sallandırdığı koca kazma. Yoksa… Yok canım. Delirdin mi lan Memmet.

Koşar adım Topal emminin evine gitti. Evin önünde jandarmanın mavi kırmızı ışıkları. Köyün yarısı orada. Her ağızdan bir ses çıkıyor. Kimseyi ölünün yanına yaklaştırmıyorlar. Kapıdaki üniformalı delikanlıya yanaşıp, “Kim yapmış bu işi?” diye sordu Memmet. “Gece yarısı bulmuşlar, başının tam ortasında koca bir delik varmış, ne kadar kan varsa bu delikten akıp gitmiş,” dedi üniformalı delikanlı yüzündeki tiksintiyle. Biraz daha konuşsa oracığa kusacaktı.

Memmet ölüden tarafa baktı. Uzakta olmasına rağmen mevtanın bembeyaz suratındaki fal taşı gibi açılmış gözlerini görebiliyordu. Bir süre şaşkın şaşkın bu gözlere baktıktan sonra az ötede ağlaşan kadınların sesleriyle kendine geldi. Ortalarındaki plastik sandalyede mevtanın karısı Emiş teyze. Kıyın kıyın yanaştı kadının yanına.

“Başınız sağ olsun Emiş teyze.”

Emiş teyze kafasını çevirip de gözünün içine bakınca. Memmet’in yüreği küt küt atmaya. O an Emiş teyzenin her şeyi anladığını düşündü Memmet. Ahalinin garip bakışları arasında. Arkasını dönüp de koşa koşa uzaklaştı oradan.

Hiçbir şey olmamış gibi ahıra girip inekleri sağdı, hayvanların altlarındaki bokları temizledi, sağda solda ne kadar iş varsa hepsini sırasıyla yaptı. Akşam olduğunu ancak karısının yemek hazır demesiyle anladı.

Yemekte Mahi, “Duydun mu Topal emminin başına geleni,” diye sordu, “gün boyu köy dedikoduyla kaynadı durdu. Sen nerelerdeydin lan?”

“Ahırı temizledim,” dedi Memmet.

“Sen böyle şeyleri kaçırmazdın. Noldu sana?”

“Hüs de yemeğini ye.”

Bu bir iş çeviriyor ama… Anlarız yakında, dedi Mahi içinden. Geçen kestiği koyunun didiklenmiş etinden bir kaşık ağzına attıktan sonra, “Dün gece neredeydin sahi sen? Uyku sersemi ne oldu ne bitti hatırlamıyom tam,” dedi. Ağzından dökülen bir et parçasını avucuyla yakalayıp ağzına yeniden attı.

“Bir şey olmadı, kâbus gördüm zaar,” dedi Memmet.

“Anlatsağa lan.”

“Sana hüs dedim.” Elindeki kaşığı ayran kasesine öyle bir vurdu ki kâse kırılıp her yer ayran oldu. Konu kapandı.

Memmet’in gözüne o gece de uyku girmedi. Sabaha kadar bir o yana bir bu yana. Topal emminin başına gelenlerle bir ilgisi olabilir miydi? Bir an yaşadıklarının gerçek olmadığını düşündü. Karısına dediği gibi, kâbus görmüştü zaar. Sahi be. Kesin kâbustu gördüğü. Topal emmiyi de köyden biri öldürmüştü. Zaten bu yaşa geldi, hâlâ itlik peşindeydi. Yedisinde neyse yetmişinde o. Kim bilir ne halt etmekten geliyordu gecenin o vakti. Hasımlarından biri sonunda dayanamadı, vurdu kafasına taşı, yardı ortadan ikiye. Bunlara inandırdı kendini Memmet. Biraz olsun ımızgandığı anda bir ses duydu. Pencere kenarına geçip perdeyi hafif araladı. Gözünü karanlığa dikerek. Dikkatlice bakmaya başladı.

Bir gölge kapı önünde evden tarafa bakıyordu. Memmet’in eli ayağı buz kesti. At üstünde bir adam, elinde kazmayla öylece duruyordu işte. Oydu, mezardaki adamdı bu. Dilini ısırarak ağlamaya başladı Memmet, sesi duyulmasın diye bir eliyle de ağzını kapattı. Gözlerinden süzülen yaşlar eline, oradan da yere damlıyordu. Her yeri kaskatı kesilmişti, cansız bir nesneydi artık Memmet. Biri dokunsa bin parçaya bölünüp oracığa dağılacaktı.

Neyse ki gölge bir süre evden tarafa baktıktan sonra sessizce ortadan kayboldu. O saniye Memmet’in dizlerinin bağı çözüldü, olduğu yere güp diye düştü. Sese uyanan Mahi kocasını yerde çırpınırken görünce aklını kaybedecek gibi oldu.

“Kurban olduğum, noldu sana? Kalk hadi,” dedi ağlayarak. Su içirmeye çalıştı, elini yüzünü kolonyayla ovaladı, koltuk altına girip onu yatağına götürdü. Kat kat yorganla örttü kocasının üzerini. Kocası titremeyi kesip uyumaya başlayınca ancak uyuyabildi Mahi.

Öğleye doğru uyandığında Memmet’in her yeri ağrıyordu. Karısı onun uyandığını görünce yanına geldi.

“İyi misin gadasını aldığım,” dedi.

Memmet dün gece gördüklerinin kâbus olduğunu zannederek, “İyiyim, iyi,” dedi.

“Sana kötü bir haberim var,” dedi Mahi.

Memmet’in şu an duymak istediği en son şey kötü bir haberdi ama karısı onu beklemeden söyleyiverdi ağzındakileri.

“Hasan dayı da ölmüş. Tıpkı Topal emmi gibi, kafasının tam ortasında koca bir delik varmış.”

O zaman Memmet’in başından aşağıya kaynar sular döküldü işte. Dün gece yaşadıklarının kâbus olmadığını anladı.

“Kalk cenaze evine gidek,” dedi Mahi.

“Ben gelmeyecem, sen git,” dedi Memmet, yorganı başına çekerek.

Bu işte bir bit yeniği vardı. Bu mal herif yine bir haltlar yemişti kesin. Mahi, yorganı kaldırdığı gibi yere. “Dün ahırdayım dedin ama ölü evine gitmişsin. Hatice görmüş, Emiş teyzeye taziye verdikten sonra koşarak uzaklaşmışsın. Gece de pencere önünde çırpınırken buldum seni. Ödüm bokuma karıştı yeminle. Hayırdır lan, bildiğin bir şey mi var yoksa?”

Memmet yerdeki yorganı sokurdanarak alıp yeniden başına çekti.

“Ne bilecem ben. Herkes kadar işte.”

“Eh madem,” dedi Mahi ama kocasına zerre inanmamıştı.

Bir hafta içinde köyde yedi erkek daha öldürüldü. Hepsi aynı şekilde. Kafasının ortasında kocaman bir delikle bulundu. Jandarmanın yanı sıra polis ekipleri de işe dâhil oldu. Olay yeri inceleme ve cinayet ekipleriyle doldu taştı köy. Her köşe başında bir polis nöbet tutuyordu ama yok, bulamıyorlardı katili. Biri, “Ben gördüm, evliya gibi bir adam, her gece atının üstünde dolaşıyor köyde, kesin o yapıyor bunları,” diyordu. Bir diğeri, “Köyümüze teröristler yerleşti, dikkat çekmemek için bizi teker teker öldürüyorlar,” diyordu. Polis artık kimseye inanmaz olmuştu ama kendileri de bir şey bulamıyordu. Sabaha kadar nöbet tutmalarına rağmen ne bir ses duyuyorlar ne de birini görüyorlardı. Yine de her sabah bir ölüyle karşılaşıyorlardı. Birkaç polis, “Şeytan işi bu, bu köyü cinler basmış,” demeye bile başladı.

Konunun medyaya yansıtılmasını istemeyen Kayseri Valisi bizzat köye gelip köylülerle konuştu. Siyah Mercedes’ini köyün ortasına eğleyip reis-i cumhur gibi çıkmıştı arabasından. Tedirginliği her hareketinden belli oluyordu. Köylülere yanaşıp, “Amman diyeyim gasteci falan gelirse olanları anlatmayın. Valla rezil rüsva oluruz. Biz bu işi çözeceğiz evelallah,” dedi. Ülkenin şu anda isteyeceği en son şey bir seri katildi. Bu katilin Kayseri’nin küçük bir köyünden çıkmış olması ise izahatı imkânsız bir vaziyetti. Ne yapıp edip o katili bulmalı ve Türk adaletine teslim etmeliydi. Bunları dedikten sonra apar topar köyden ayrıldı.

Memmet yaşananları izledikçe yumruk ettiği elleriyle kafasını dövüyordu. Artık emindi, bütün bu cinayetler mezardan çıkan adamın işiydi ve adam Memmet’i arıyordu. Evden dışarı adımını atmaz oldu, ne ahıra gidiyor ne de diğer işlerle ilgileniyordu. Geceleri gözü sürekli kapıdaydı. Karanlığa boğulmuş avludaki tuvalete bile çıkamıyor da karısından gizli ibriğin içine işiyordu. Karısının gözü de sürekli üstündeydi zaten. Böyle yaşamak olmaz olsun. Bir ara her şeyi polislere anlatmak istedi. Kendi öldürmüş değildi ya onca insanı. Peki cinayete yardım ve yataklıktan tutuklarlarsa. En az yirmi yıl hapis yatardı, belki otuz. Zaten ne kadar ömrü kalmıştı ki. Onu da hapishanenin rutubetli, karanlık odalarında geçiremezdi. Yok, kimseye anlatmayacaktı. Köyden taşınacaklar ve bu işten kurtulacaklardı. Oraya kadar gelecek değildi ya mezardaki.

Alelacele karısının yanına gitti, “Toparlan, köyden göçüyoruz,” dedi. Bir yandan sağa sola dönüyor, delirmiş gibi hareketler ediyordu. Mahi, kocasının kolundan tutup da nasıl bir savurduysa. Adamcağızın kolu çıkacaktı yerinden.

“Otur bi,” dedi, “ne olduğunu hemen anlat bana.” Memmet kem küm edecekken, “Hemmen diyom,” diye öyle bir bağırdı ki kapı önündeki köpek üstüne su dökülmüş gibi fırladı yerinden.

 Memmet bu işten kurtuluş olmadığını anladı. En iyisi karısına her şeyi anlatmaktı. İçi davul gibi şişmişti, yaşadıklarını içinde daha fazla tutarsa sonunda güm diye patlayacaktı.

“Büyük bok yedim,” dedi.

Mahi kocaman açtığı gözlerini kocasına dikmiş dinliyordu.

“Gocatepe’ye çıktım.”

“Ne zaman?”

“Geçen gece. Hani kâbus gördüm dediydim ya.”

“Heee. Ne bok yemeye gittin taa oraya?”

“Rüyamda gördüm. Gocatepe’de bir yerde çömlek dolusu altın gömülüydü. Bir adam vardı, dedemin dedesiymiş, Ali’ymiş adı, o gömmüş altını, Ermenilerin zamanından mı ne kalmış. Hep aynı yeri göstererek, ahan da burada gömülü, dedi. Önce rüyadır, dedim ama üst üste görünce belki doğrudur dedim. Şehirden dedektör aldım.”

Tam burada sustu Memmet. Karısının bileziklerini soracağını zannetti ama öyle olmadı. Mahi ellerini memelerinde bağlamış, pür dikkat dinliyordu.

“Sonra işte Gocatepe’ye çıkıp altını aradım.”

Karısı, “Buldun mu?” diye sordu alaycı bir ses tonuyla.

“Yoh.”

“Altın ha, gömü ha. Dedelerimizin zamanında bile yokmuş bu işler. Sen kalkmışsın bu zamanda gömü arıyon. Valla adam olmazsın sen.”

“Bir şey buldum ama,” dedi Memmet.

Mahi’nin yüzündeki alaycı ifade silindi, merakla, “Ne buldun lan?” diye sordu.

“Bi mezar.”

“Ne mezarı?”

“Ne bileyim ben, ne mezarı.”

“Nettin peki?”

“Mezarı açmak istedim. Belki altınlar içindedir de…”

Karısı Memmet’in sözünü kesti.

“Lan sen delirdin mi? Ya evliya mezarıydısa? Ya çarpılsaydın?”

“Gız ne evliyası. Eskilerden kalma bir mezar işte.”

“Eee mezarı açınca noldu?”

“Simsiyah bir duman çıktı, sonra hava gabardı birden. Yel, fortum. Beni kaldırıp kaldırıp yere çaldı. Canımı zor kurtardım.”

Mahi, “Abooov,” dedi ellerini birbirine vurarak.

“Yedik işte bi bok. Aman diyim kimseye anlatma.”

“He, anlatayım da millete malamat olalım.”

“O değil de…” dedi Memmet. Yüzü yerdeydi.

“O değil de ne?”

“O değil de…”

“Lan adamı çatlatma. Ne diyeceksen desene.”

“Atı da bıraktım orada.”

“Abariii… Allah seni ne etmesin. Gitti babamın güzel atı.”

“Bir de…”

“Dahası var ha… Bir de ne?”

“Sanırsam köyde olanlar o adamın işi.”

“Hangi adamın?”

“Beni nerenle dinliyon sen? Gocatepe’deki adamı diyom.”

“Boynun altında kalsın. Karaltın kalksın herifff…”

Mahi’nin gözlerine dolan yaşlar yanaklarından süzülmeye. Öyle çok ağladı ki bir ara uğundu, Memmet kalkıp karısına bir bardak su getirdi.

Suyu içince Mahi biraz olsun kendine geldi.

“Anam ocağımıza incir ağacı diktin, geberesice herif.”

“Gız korkuyom zaten, nolur beddua edip durma.” Utanmasa oracıkta ağlayacaktı Memmet.

Karısı Memmet’in gerçekten korktuğunu anlayınca sustu.

“Nedecez şimdi? Bir bilene mi danışsak.”

“Kim anlar ki bu işlerden?” dedi Memmet.

“Durdu emmime soralım, o kesin bilir.”

“Yatalak adamdan medet umulur mu hiç gız?”

“Onun ölüsü bile senden akıllıdır. Ses etme de düş peşime.”

Mahi önde Memmet arkada, Durdu emminin evine gittiler. Sahanlığı süpüren Durdu emminin torunu Ayşe gelenleri güler yüzüyle karşıladı.

“Hoş geldiniz. Ne güzel ettiniz. Buyurun geçin içeri.”

“Hoş bulduk. Durdu emmim uyanık mı?” dedi Mahi.

“He, az önce yemeğini yedirdim.”

Kerpiç evin ikinci katına çıkan merdivenleri hızla çıktı karı koca. Durdu emminin yattığı odaya girdiler. İçerisi ekşi ekşi kokuyordu. Ayşe hemen pencereyi açtı, “Gusura bakmayın, üşümesin diye pek açmıyom. Hadi siz oturun, ben de sıcak süt getireyim size. İçiniz ısınır.”

Ayşe odadan çıkar çıkmaz Durdu emminin karşısındaki somyaya oturdu Memmet, Mahi de yaşlı adamın baş ucuna. Durdu emminin aklaşmış gözleri tavana dikiliydi. Kesik kesik soluk alıyor, arada gurk diye tükürüğünü yutuyordu. Eli yüzü karaya çalmıştı, buruş buruş derisinin arasına az önce içtiği çorbanın yağı bulaşmıştı. Mahi, yaşlı adamın elini avucunun içine aldı, iki defa öptü bu kemikten elleri.

“Emmi nasılsın?”

Durdu emmi konuşmak için ağzını açtı ama tek bir sözcük söyleyecek takati kendinde bulamadı.

Memmet’in yüzündeki endişe çoğaldı, karısına, ben sana demiştim, der gibi baktı.

“Durdu emmi iyi gördüm seni,” dedi bu defa Mahi.

Durdu emminin yüzünde ufak da olsa bir gülümseme belirdi. İşte o zaman Memmet’in yüzü de güldü. O da tıpkı karısı gibi yaşlı adamın başucuna oturdu.

“Emmi,” dedi, “bir halt ettim, bunu ancak sen çözersin.” Sonra başından geçeni hızla anlatmaya başladı. Ayşe dönmeden her şeyi anlatabildi.

“Ee emmi, ne istiyor bu adam benden?”

Durdu emmi yekinmek istedi, yaşlı adamın doğrulmasına yardım etti Mahi. Durdu emmi bir süre soluklandıktan. Ağzını defalarca şapırdattıktan sonra, “Ölüyü mezarına gömün,” dedi.

Memmet’le Mahi birbirine baktılar. İkisinin gözleri de kocaman açılmıştı.

Durdu emmi ağzını tam yeniden açmıştı ki yatağa çuval gibi yığılıp bir süre soluksuz kaldı. Hık mık dedikten sonra nefes almaya devam etti. Kafasını duvardan tarafa çevirip uyumaya başladı.

İçeri sıcak süt dolu bardaklarla giren Ayşe yaşlı adamı o şekilde görünce, “Uyudu mu yine. Bu ara hepten çöktü,” dedi.

Mahi, “İyi iyi maşallah. Turp gibi,” dedi gülerek. Karı koca ayaklandılar.

“E süt içmeden mi gideceksiniz?”

“Ziyade olsun, başka sefere artık,” dedi Mahi, kocasının kolundan tutup seğirtti.

Yol boyu Durdu emminin dediğini düşündü karı koca.

“Yani bunca adamı bunun için mi öldürmüş? Mezarına girmek için,” dedi Mahi.

“Zaar,” dedi Memmet.

“Ne galesiz adamsın lan sen. Zaarmış. Köyün yarısı telef oldu senin yüzünden.”

“Gız sessiz ol, duyan eden olacak.” Hızlıca etrafına bakındı Memmet.

“O zaman bu işi hemen hallet herif. Valla polise her şeyi anlatırım.”

“Ölmüş adamı yeniden mi gömecem yani?” Yol ortasındaki taze inek bokuna basınca düşeyazdı.

“Şuna bak, daha yürümesini beceremiyon. Ölüyü tekrar nasıl mezarına koyacaksan.”

“Nasıl çıkardıysam öyle gömerim,” dedi Memmet culuk gibi kabararak. Dedi demesine ya, at üstünde, elinde kazmayla köyde dolaşarak insanları öldüren bir adamı yeniden mezara koyma fikri Memmet’in tüylerini diken diken etti.

“Mahi,” dedi Memmet, “burdan göçsek mi?”

Mahi’nin cinleri tepesine bindi.

“Ne diyon lan sen? Atamızın köyünden mi gidecekmişiz? Hem nereye gidecez?”

“Kayseri’ye gideriz. Melikgazi’deki abimin yanına.”

“Abin önce kendi açık götünü kapatsın. Sonra bize baksın.”

“Elhamdürillah elim ayağım tutuyor. Bir iş bulurum hemen.”

“Bırak şimdi bu boş konuşmaları herif. Sen sadece bizi düşünüyon. Bu işi çözmemiz lazım. Yoksa adam bütün köyü öldürecek.”

Karısı doğru söylüyordu. Köylülerini bu halde bırakıp gidemezlerdi.

“Ne yapacaz peki?”

“Durdu emmim dedi ya. Ölüyü mezarına koyacan.”

“Öyle mi dedi?”

“He, öyle dedi.”

Sonra hiç konuşmadan doğruca evlerine.

Hava karardı, ışıklar teker teker söndü, köyün köpekleri uçsuz bucaksız karanlığa doğru havlamaya.

“Zorsunma da kalk,” dedi Mahi, “hallet şu işi.”

Memmet karısını duymamış gibi, somyaya uzanıp götünü Mahi’ye döndü. Uyuyor numarası yapmaya başladı.

“Kalksana lan, kime diyom.” Mahi yumruk yaptığı koca ellerini Memmet’in böğrüne nasıl geçirdiyse adamcağız enik gibi çeniledi durdu.

“Abavvv, ciğerimi söktün avrat,” dedi Memmet, bir süre sesli sesli nefes aldıktan sonra ağlamaklı, “Ya benim kafamın ortasında da koca bir delik açarsa…”

“Allah’ın izniyle hiçbir şeycikler olmaz. İki rekât namaz kıl, öyle git.”

Memmet, karısının yumuşadığını fırsat bilerek kalktı, tereğin arkasına sakladığı rakıdan üst üste üç yudum aldıktan sonra üzerine gocuğunu geçirip evden çıktı.

Yol boyu bildiği bütün duaları okudu. Bir ses duysa. Bir hareket görse. Hafif bir kımıltı hissetse eve dönecek gibi oluyor, sonra Mahi’yi düşünüp yoluna devam ediyordu. Bir saatten fazla böyle böyle gidip geldi. Sonunda Kocatepe’ye vardı.

Hava öyle sisliydi ki bir adım ötesini zor görüyordu. Her adımını yüz bismillahla atıyor, her an kafasına inecek kazmanın korkusuyla etrafı gözlüyordu. En ufak seste yüreği ağzından fırlayacaktı. Korku böyle bir şeydi, insanı itin götüne sokup çıkarırdı.

Birkaç dakika sonra sis azaldı, artık az da olsa ilerisini görebiliyordu. Mezarı bulması zor olmadı, işte oradaydı, o gece nasıl bıraktıysa öyle duruyordu. Mezara doğru bir adım atmıştı ki terk ettiği atı belirdi karşısında. Burnundan dumanlar savurarak. Gözleri şeytani bir etkinin altındaymışçasına kızıla kesmişti. Sırtında asker parkası, omzunda kazmasıyla iki metrelik bir adam, ulu ağaçlar gibi kımıltısız duruyordu atın üstünde.

Dizlerinin üzerine çöktü Memmet, elleriyle başını kapatıp yalvarmaya başladı.

“Kurban olayım bir şey yapma, söz, mezarına koyacam seni tekrar. Nolur kıyma bana.” Dakikalarca yalvardı.

Memmet’in yakarışları koluna soğuk bir şeyin değmesiyle kesildi. Kafasını kaldırınca mezardaki adamın tepesinde dikildiğini fark etti. Adamın yüzünde dirhem et yoktu, eskiden gözlerinin ve burnunun olduğu yerlerde karanlık delikler yer alıyordu. Ağzının kenarlarından toprak parçaları ve kurtçuklar dökülüyordu yere. Memmet o an ölmek istedi, öleyim de bunları görmeyeyim. Allah’ım canımı al nolur, hemen şimdi. Hem ağlıyor hem ölmek için Allah’a yalvarıyordu.

Adam kurtçuk saçan ağzını açarak, “Beni mezardan çıkaran sen misin?” diye sordu.

“Bilmiyordum. Yemin ederim. Vallaha billaha bilmiyordum.”

“Sen misin?” Bu defa ses gök gürültüsü gibi çıkmıştı ölünün ağzından.

“Benim. Benim. Ben…” Artık başına ne gelecekse gelsin. Gözlerini yumdu ve bekledi.

Derken tanıdık bir ses duydu Memmet. Sesle birlikte at acı acı kişneyerek şaha kalktı. Memmet korkudan geriye düştü, ellerini yüzüne siper ederek. Atın kendini ezeceğini zannederek salavat getirmeye başladı. Ama öyle olmadı. At toynaklarını öyle bir indirdi ki ölü, mezarın kenarına yuvarlandı.

Sonra Memmet bir şey gördü. O gece gördüğü şey bunun yanında solda sıfır kalırdı. Mahi elindeki kazmayı var gücüyle ölüye indiriyordu. Bir yandan, “Benim gocamı öldürecen ha. Geberesice seni,” diyordu. Ölü mezarın içine girene kadar durmadı.

Mahi kan ter içinde, dağılmış saçlarını toplarken, “Ne bakıyon lan öyle mal gibi, yardım etsene,” diye bağırdı.

Memmet karısının sürüklemeye çalıştığı mezar kapağına bakıyordu şaşkın.

Öykü Gazetesi

Yukarı