Bilinç Akışında Yazabilmek / Turhan Yıldırım

Bilinç Akışında Yazabilmek / Turhan Yıldırım

Bilinç akışı tekniği (Stream of consciousness) 20. yüzyılın başlarından itibaren hem edebiyat dünyasını hem de okurları meşgul eden, üstüne çokça tartışılan özel bir anlatım tarzıdır. İster roman isterse öyküde olsun bu anlatım biçimini kullanan yazar sayısı genele baktığımızda çok fazla değildir. Ama edebiyat tarihi boyunca bilinç akışıyla yazılan öylesine farklı, özgün metinler ortaya çıkmıştır ki hakkında yapılan tartışmalar günümüze kadar süregelmiştir. Üzerinde bunca konuşulmasının temel nedeniyse hem yazma hem de okuma aşamasında tekniğin getirdiği zorluktur. Bundandır ki yazımdaki başlığın adı, “Bilinç Akışında Yazabilmek”tir.
Bir karakterin iç sesini anlatabilmemiz için temelde kullandığımız iki yöntem bulunuyor. Bunlardan ilki ve daha fazla kullanılanı “iç monolog”tur. Bunda alışılageldiği biçimde kurallı bir anlatım söz konusudur. Bu teknikle yazmak hem kaleme alan için konforlu hem de okura nispeten daha kolay bir okuma imkânı sunar. Fakat az kullanılan ve zorlayıcı olan bilinç akışı tekniğine geldiğimizdeyse işin rengi değişir. Karşımızda âdeta balta girmemiş Amazon ormanı gibi bir alanla karşı karşıya kalırız. Burada ilerleyebilmek hiç kolay değildir. Bu teknikte yazar, karakterin zihninde geçen tüm düşünceleri kurmacanın yapısına uygun olarak filtresiz bir şekilde ortaya döker. Akışın bozulmaması, olduğu gibi aktarılması adına noktalama işaretleri ya tamamen kaldırılır ya da az miktarda kullanılır. Bundan dolayı kimi zaman sayfalarca süren tek bir cümleye denk geliriz.
Aslında okuma alışkanlığımız nedeniyle beynimiz, nokta gereken yerlerde duraksar ama bir süre sonra akışın kendisine kapılırız. Noktalama işaretleri olmadan yazılan bilinç akışı, azgın bir nehrin son sürat ilerleyişi gibidir, nereye gideceğimizi bilemeden kapılıp gideriz. Bazen de tersine, metnin içinde kaybolmaktan korkarak okumayı bırakırız, yolculuk henüz başlarında biter. Bunun yazarlık boyutuna baktığımızdaysa çoğu hiç bu topa girmeyip iç monologla karakterin düşünce dünyasını okura aktarır. Az sayıda olsa da kimi yazarlar içinse bu teknik tüm zorluğuna rağmen olağanüstüdür. Bilinç akışıyla yazma anında kalemle kıyasıya bir mücadele başlar. Yazar galip gelirse ortaya oldukça özgün ve farklı bir metnin ortaya çıkması işten bile değildir. Şimdi, ne olduğuna dair biraz bahsettiğim yöntemin Dünya edebiyatındaki en iyi örneklerden birine birazcık bakalım.
“Evet City Arms Otelinden bu yana hani şu zatıalilerinin pek mübarek sayıp etkilendiği moruk Bayan Riordan nezdinde kendini ilginç kılan sesiyle hastaymış gibi yataklara serildiği o günden beri böyle bir şey istememişti neymiş çift yumurtası yatağına gelecekmiş oysa karı nesi var nesi yok arkasından o sefil ruhuna dua edilsin diye bağışlayıp bize metelik koklatmadı adı batası pinti ispirtoya bile 4d vereceğim diye ödü patlardı bir de bana türlü çeşit hastalığını anlatırdı çenesi düştü mü durmak bilmez siyaseti bırakır depremleri alır ne olur iki çift de güzel laf et ki tüm kadınlar onun gibi olsa Tanrı dünyanın yardımcısı olsun mayo giyenlere açık yakalı giyenlere sayar da sayar kimse onu öyle görmek istemediği için böyle sofu olmuş elbet kim dönüp de ona bir daha bakar ay umarım asla onun gibi olmam ilginçtir bak yüzümüzü örtmemizi de istemezdi ama doğruya doğru eğitimli kadındı da tek şu çenebazlığı yok mu Bay Riordan şöyleydi Bay Riordan böyleydi (…)” s. 622 (James Joyce, Ulysses)
Yukarıda alıntıladığım kısım Fuat Sevimay çevirisinde romanın otuz bir sayfa süren son bölümündendir. Bunca sayfa yalnızca bir tane noktalama işareti görürüz. O da bölümün sonunda yer alan noktadır. Yani otuz bir yaprak boyunca devam eden bir cümleyle okur karşı karşıya kalır. Bu kadar uzun tümceden yukarıda kısa bir alıntı görebiliyoruz belki ama bunda bile karakterin zihnindeki sıçramanın anlatımına tanık oluyoruz. Yukarıdaki anlatıcı kitabın üç ana karakterinden biri olan Molly Bloom’dur. Onun aklından geçenleri filtresiz bir şekilde bilinç akışının hızıyla okuyabiliyoruz. Görülebileceği gibi başlangıçta başka birini düşünürken oradan Bayan Riordan’a ve onun fikirlerine geçen bir anlatım söz konusu. Bilincin daldan dala atlayan yapısının bu yöntemle ne kadar iyi aktarılabildiğini şu küçük kısımdan dahi görebiliyoruz.
İnsan aklı düşünceden düşünceye atlayarak çalışır. Bunu istisnasız hepimiz yaşarız. Bir şeyler düşünürken zihnimiz bambaşka yollara sapar ve genellikle sonra tekrar ana yola geri döner. Bu sırada pek çok bağlantılı fikir beynimizin içerisinde âdeta geçit töreni yapar. Bunların çoğu uçup giderken çok azı hafızamızda bir süreliğine kalır. Yazar bilinç akışı tekniğiyle kalem oynatırken yaratmış olduğu kurmaca karakterin aklından geçenleri olduğu gibi aktarmaya çalışır. Ama tabii ki bunda yazarın bilinci devrededir. Yani kimi okur tarafından zannedildiği gibi çalakalem bir yazma süreci bulunmamaktadır.
Yazar, inşa ettiği kurmaca yapı içerisinde karakterinin hızla akan düşüncelerini doğallıkla ama yaratmış olduğu gerçekliği de bozmadan metnine aktarır. Noktalamanın bulunmayışı karakterin ya da dolaylı yoldan yazarın aklına ne eserse onu anlattığı anlamına gelmez. Bilinç akışının kurmaca metinlerde kullanılmasının belki de en önemli nedeni doğallığı yakalayabilmektir. Yani kurmacanın kendi gerçekliğini yaratırken karakterin iç sesinin azami düzeyde doğala uygun şekilde yazıya dönüştürebilmektir. Ama bunları yaparken de yazar, meselesini es geçmez. Bundandır ki kalemi oynatanın bilinci devrededir ve gerekirse de akış anında müdahale eder.
Yukarıdaki alıntıda görebileceğimiz üzere Molly Bloom gibi toplumsal normlar açısından normal addedilen bir karakterin bilincinden geçenleri de bu yöntemle yazar, filtresiz şekilde yani sokak ağzıyla ve sıçramalı olarak metnine dökebiliyor. Bu karakterin zihninden geçenler, iç monolog ya da metin içinde diyalog vasıtasıyla kâğıda aktarılsa böylesi bir anlatım mümkün olamayacaktı. Ayrıca toplumlar tarafından normalin dışında görülen karakterlerin anlatımında da bu tekniğin kullanımı diğer yöntemlere göre çok daha başarılı bir sonuç vermektedir. Çeşitli psikolojik rahatsızlıkları olan ya da delirmiş karakterleri konuştururken bilinç akışı yazarlar için önemli bir araçtır.
Bu yöntemin okuru zorlamasındaki bir başka etken de yazarların kimi zaman alışılmışın dışında yazı biçimlerine metinlerinde yer vermesidir. Okur noktalamasız anlatıma kendini alıştırmışken karşısına birden yazar tarafından oluşturulmuş bitişik kelimeler, ters yazımlar, yapısı bozulmuş ya da tamamen sessiz harflerden oluşan sözcükler gibi farklı anlatım şekilleri çıkabilmektedir. Tabii ki bunların kullanılmasındaki ana amaç, okurun aklını daha da zorlamaktan çok, özellikle anormal karakterlerin zihnini olabildiğince iyi yansıtabilmektir. Yazar doğallığı yakalayabilmek için hem kendininkini hem de okurun beynini zorlar. Bilinç akışı tekniği, kalem oynatanlara kendi sınırlarını aşabilmeleri için büyük bir olanak sağlar.
Sonuç olarak hem yazar hem de okurlar için hiç de kolay olmayan bir anlatım biçimi bilinç akışı. Ama tadını alanlar için yazması da okuması da ayrıca bir keyif. Balta girmemiş Amazon ormanlarına benzeyen karakterin zihin akışına ayak basarken yol alması kolay olmasa da bitirdikten sonra alacağınız zevk tarifsiz. Bundandır ki ne yazarlar ne de okurlar için çekinilmemesi gereken bir tekniktir bilinç akışı. Yazıyı sonlandırırken bu biçimin dilimizdeki en önemli örneklerinden biri olan Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanındaki -yetmiş yedi sayfa boyunca kesme işareti haricinde noktalamasız şekilde devam eden- on dördüncü bölümünün giriş kısmını buraya bırakıyorum:
“Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim senin tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve daha çok kitaplardan kopyalar yapmakla yetindiğim halde ve insan resimlerini fotoğraflardan kareyle büyütmeyi kolayıma geldiği için tercih ettiğim halde seni tanıdıktan sonra gözleri yeni açılmış bir küçük hayvan gibi çevreyi şaşkın ve hayran bakışlarla insanı ve insan olmayanı ayırmadan incelemeye başladım (…)” s. 460

Ulysses
James Joyce
İthaki Yayınları
Türkçesi: Fuat Sevimay
Roman / 888 sayfa

Yukarı