“Bırakmadılar Yaşayalım!” / Mehmet Sıddık Demir

“Annem, Kovboylar ve Sarhoş Atlar” adlı kitabı ile 2023 Fakir Baykurt Öykü Kitabı Ödülü’nü kazanan Polat Özlüoğlu, geçtiğimiz günlerde “Sahi Adım Neydi” adlı yeni bir öykü kitabı daha yayınladı. “Sahi Adım Neydi” de, “Annem, Kovboylar ve Sarhoş Atlar” gibi İthaki Yayınları etiketine sahip.

Özlüoğlu’nun öykülerine baktığımızda, toplumun farklı kesimlerine mensup olan insanların hayatla giriştikleri mücadeleleri görüyoruz. Türlü acılarla dolu olan bu mücadeleler büyük büyük ideallerle yahut Kaf dağının ardındaki sloganlarla özdeşleşmiyor. Hayatın olağan akışı içindeki ayrıntılarla beslene beslene büyüyor, gelişiyor ve bizlere nasıl çarpık, nasıl adaletsiz, nasıl berbat bir dünyada yaşadığımızı gösteriyor.

Yüzleşilemeyen Duygular

“Sahi Adım Neydi” on bir öyküden oluşan bir kitap. Öyküler arasında organik bağ yok ama hepsi bu dünyaya, bu topluma içkin. Hal böyle olunca, öyküler arasında acılardan acılara uzanan ince bir iplik bulunuyor.

Kitaba ismini veren öyküyle başlayalım. “Sahi Adım Neydi” iki kadın arasında geçen bir arkadaşlık öyküsü. Ancak buna sadece bir arkadaşlık demek zor. Çatışma da zaten tam burada başlıyor. İsimsiz anlatıcı, lise yıllarında tanışıp neredeyse bütün gençliğini beraber geçirdiği Melis’e karşı saplantılı bir ilgi duyuyor. Belki de bu saplantının sebebi, kendi duygularıyla, Melis’e karşı duyduğu örtük aşkla yüzleşememenin getirdiği bir gelirim. Her ne olursa olsun, özellikle Melis’in evlenip gitmesinden sonra anlatıcı derbeder bir hayat sürmeye başlıyor, tam tabiriyle “terk edilmiş” hissediyor. Neden sonra onu asıl perişan eden şeyin Melis’in gitmesinden ziyade örtük duygularıyla yüzleşememesi olduğunu anlıyoruz.

Heteronormatizm Belası

Kitabın geneline baktığımızda “Sahi Adım Neydi” cümlesinin bir öyküden ziyade, bütün kitaba sirayet eden bir yok olma yahut yok sayılma hali olduğunu görüyoruz. Peki ne memen bir şey mi yok olma / yok sayılma hali?

Bunun en sert cevaplarından birini de “Yılkı Atları Gibi Bozkırda Başıboş” adlı öyküde buluyoruz. “Yılkı Atları Gibi Bozkırda Başıboş”, trans bireylerin maruz kaldıkları baskıyı anlatan bir öykü. Baskı deyip geçmek öyle kolay değil üstelik. Geçmişteki haberleri hatırlayanlar bilirler; özellikle Tarlabaşı’ndaki trans bireyler gözaltına alındıklarında günlerce nezarethanede bekletilir, fiziksel ve psikolojik şiddet görür, yetmezmiş gibi de saçları kesilip şehrin dışına bir yere bırakılırlardı polisler tarafından. Sanki eski bir eşya yahut bir moloz yığını gibi. Elbette bu sadece bölgesel bir şiddet değil. Trans bireyler ne yazık ki pek çok yerde benzeri durumlara maruz kalıyorlar.

Özlüoğlu da öyküde işte bu meseleyi anlatıyor. Hatta meseleyi daha derinden alıyor, anlatıcının maruz kaldığı toplumsal baskıyı ta çocukluğundan itibaren izlemeye başlıyor. Bu heteronormatif baskı günlük hayatın akışı içinde irili ufaklı pek çok yerde kendini belli ediyor. Dolayısıyla öyküyü okuduğumuzda trans bireylerin hemen her güç mekanizması tarafından baskılandığını, onların da aynı anda pek çok cephede savaş verdiklerini görüyoruz. Bu da bize ahvalimizi anlatmaya yetiyor.

Kimliği Belirli Eller

“Eve Hoş Geldin” adlı öykü de aslında bir isimsizin öyküsü. Halbuki onun bir ismi var; Ayo Dele. “Eve hoş geldin” demek. Tabii gel de bunu topluma anlat…

“Eve Hoş Geldin” ellili yaşların sonundaki bir kadınla, otuzlu yaşlarındaki siyah bir göçmenin aşkını konu edinen bir öykü. Anlatıcı kadın, Ayo’yu ilk kez evine yeni eşya aldığında görüyor. Ayo bir hamal. Eşyaları taşıyor. Anlatıcı ilk duygusal ve cinsel çekimi o anda hissediyor. Sonra da gerisi geliyor zaten. Ayo onu bir kapkaçtan kurtardıktan sonra duygusal ve cinsel yakınlaşmaları aynı evde yaşamaya kadar varıyor. Ne var ki “elalem denen put” bu birlikteliğe iyi bakmıyor. Bazen yargılıyor, bazen aşağılıyor, bazen iğneliyor, bazen dalga geçiyor; bir türlü rahat vermiyor yani. Ayo’nun kimliği belirsiz ellerce darp edilerek öldürülmesi de bunun sonucunda gerçekleşiyor.

Özlüoğlu’nun o elleri kimliği belirsiz şekilde bırakması önemli bir ayrıntı. Zira o eller bütün bir topluma işaret ediyor. Kimliği belirsiz kaldıkça daha bir belirginleşiyor. Böylece toplum içindeki ırkçılık hepten gün yüzüne çıkıyor.

(Bu öykü bana Fassbinder’in 1974’te yaptığı “Korku Ruhu Kemirir” (Angst Essen Seele Auf) filmini anımsattı. İzlemediyseniz aklınızın bir köşesinde olsun.)

Özlüoğlu’nun öykülerini okuduğumuzda toplumun farklı kesimlerinden yükselen acılar birikip birikip üzerimize yağıyor. Bu yüzden hızlı hızlı okunup geçilecek öyküler değil bunlar. “Sahi Adım Neydi” içinde yaşadığımız toplumu daha iyi anlamamız ve bütün ötekilerin çektikleri dertlere kulak kabartmamız için okunacak kitaplardan biri.

Sahi Adım Neydi
Polat Özlüoğlu
İthaki Yayınları
Öykü / 176 sayfa

Yukarı