Bize Olan Mesafemiz: 995 km / Gaye Keskin

Fotoğraf: Muhsin Akgün

Murathan Mungan’ın yeni romanı 995 km, Ekim 2023’te Metis Yayınları’ndan çıktı.

Yirmi altı bölümden ve iki kısımdan oluşan 995 km, Türkiye’nin yakın geçmişine uzanarak; tarikatların, cinayetlerin, derin devletin gölgesinde Diyarbakır’dan Alanya’ya varan, isimsiz bir tetikçinin yolculuğunu ve bu yolculuğun kilometre taşlarına takılan diğer insanları anlatıyor.

ÖZGÜR İRADE VE ESARET

Çetin Balanuye, Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor? isimli kitabında, Spinoza’nın özgür irade konusundaki tavrına dikkat çeker ve şöyle der: “Sonlu tüm varlıklar gibi insan da özgür değildir ve onda da irade diye bir şeyin varlığından söz edilemez. Spinoza’ya göre insanın özgürlüğü ancak ve yalnızca kendisini belirleyen zorunlulukların, nedenselliklerin ya da en genel anlamında etkileşimlerin farkına varmak anlamına gelir.” Murathan Mungan, 995 km’de, “Dünyaya karşı hep uyanıktı. Uyanık ve diri.” diye tanımladığı ana karaktere, tam da Spinoza’nın özgür irade kavramına yaraşır bir yol haritası çiziyor, ona kendine koşulladığı zorunluluklar, nedensellikler ve etkileşimlerden doğan bir esaret yaratıyor.

Mungan, 995 km’deki ana karakterini, ana dili olan Kürtçeyi argo kelimelerle kirletmekten kaçınacak; Saim Baran’ı öldürmeye giderken çıktığı basamaklarda, dua etmeyerek rabbini dünyanın işinden ayıracak kadar geniş duvarlardan örülü bir esaretin içinde bırakıyor. Öyle ki bu esarette, ana karaktere dair ayrıntıları puslu, karanlık ve çoğunlukla yutulup öğütülmüş olarak çıkarıyor okurun karşısına. Mungan bilinçli bir tercihle okur ve karakteri arasına koyduğu bu mesafeyi, sayfalar boyunca, 995 km’nin sonuna kadar, ana karakter kitabın ilk satırlarındaki gibi namaza durana ve dönüp omzunun üzerinden okura bakana dek koruyor.

YOL BİLETİ: SAİM BARAN CİNAYETİ

““Allah’ın hakkı üçtür.” Bugüne kadar devlet adına yaptığı infazlarda kurbanlarının üzerinden üç kurşun çıkmıştı.” diyor Mungan ve Saim Baran’ı öldüren üç kurşunun hemen ardından isimsiz tetikçiyi, Diyarbakır’dan Antep’e yol alan bir yolcu otobüsünün cam kenarındaki koltuklarından birine bırakarak, “Rabbim, şükürler olsun ki 41’i tamam ettim,” dedirtiyor. Ana karakterin 41. cinayetinin ertesinde çıkacağı bu yol, 995 km’nin de başlangıcı oluyor.

Otobüsün asfalt yolda ilerlediği kitabın birinci kısmı boyunca okur da isimsiz tetikçinin zihninde yol alıyor. Mungan, tetikçinin peşine takılan birilerinden, zincir izleme ağlarından bahsederken, önce karakterin sonra da okurun aklına, karakteri takip edenlerle ilgili şüphe tohumları ekiyor ve şöyle diyor: “Peşine takılan birinin polis, istihbarat ajanı, dağdakilerden emir alanlardan, hatta Cihadın Askerleri’nden bile çıkma ihtimali her zaman vardı.”

TETİKÇİNİN ZİHNİNDEKİ YOL ARKADAŞLARI

JEM, Cihadın Askerleri, Dindar Kürtler İttifakı, dağdakiler, Doğrulayıcı, Hoca, Başimam, Eğitmen, gelin diye adlandırılan itirafçılar, şehit cenazesi diyerek bayrağa sarılı tabutla yapılan eroin sevkiyatları, öldürülecekler için satırları bileyen kadınlar, eşya kamyonunda eli kolu, ağzı bantlanarak sorguya götürülürken ölen adamlar, kargo diye adlandırılan cesetler, cesetleri ortadan kaldıran Temizlik İşçileri, Cihadın Askerleri’nin devlet ilişkisini su yüzüne çıkarmalarından korkulduğu için enselerinden vurularak öldürülen muhabirler ve daha niceleri, bu yolculuk boyunca isimsiz tetikçinin zihninde okura eşlik ediyor. Bu eşlikle birlikte, yakın geçmişteki Türkiye’nin üzerindeki örtüyü kaldırarak altındaki sisli gerçekleri okura sunan Mungan, yaşanmışlıkları kılavuz aldığı kurgu bir evren yaratıyor, biyografik bir anlatım yolu izlemeden Musa Anter cinayetine, JİTEM’e ve daha birçoklarına altı sağlam göndermeler yapıyor.

HER BİLGİ GÜNÜN BİRİNDE SİLAH OLMAYI BEKLER

Kürt kökenli inanç tetikçisi ana karakteri, tek bedendeki çelişikliklerle güçlendiren yazar; din adı altında kendi halkından insanları ölüme sürükleyen ancak devletin gözündeki yerini tüm fedakarlıklarına rağmen sallantıda gören isimsiz tetikçinin yaşadığı tereddüdü şu sözlerle okura aktarıyor: “Ne olursa olsun, devlet bir Kürtten asla sonuna kadar emin olamazdı.” İşte bu yüzdendir ki kitapta, hiçbir konuda bilgilendirilmeyen, itaatkâr, ezik, silik bir karakter olarak anlatılan isimsiz karakter üç otobüs yolculuğu boyunca neyi, neden gerçekleştirdiğini bilemiyor ve otobüslerin tekerlekleri dönerken onlara katılıp yol almaktan başka bir şey yapamıyor.

Kitaptaki karakterlerden biri olan Metin Ercan’ın ağzından, “Her bilgi günün birinde silah olmayı bekler,” cümlesini okura aktaran yazar, bilgisizlikle mühürlediği ana karakteri, üçüncü otobüs Alanya yoluna girerken kitabın birinci kısmında bırakıyor ve okurun ana karakterle olan yolunu, kitabın sonunda silah olacak bir bilginin ucunda yeniden karşılaştırana dek ayırıyor.

SİYASAL İSLAM, FAHRİ KÜRT, GAZETECİLİK

995 km’nin ikinci kısmı bir grup genç gazetecinin birlikte olduğu bir evde açılıyor ve yazar “Fahri Kürt” diye tanımlanan Kerem’le okuru tanıştırıyor. Kerem Kürt sorunu, JEM, faili meçhul cinayetler üzerine yoğunlaştırdığı kariyerinin en karanlık basamağında, OHAL bölgesinde işlenen cinayetleri araştıran Kürt gazetecilerin öldürüldüğü bir gerçekliğin içinde, yolculukta olduğundan bihaber olduğu tetikçinin izlerinde buluyor kendini. Mungan bu noktada madalyonu tersine çevirerek, okurun kaçanı değil kovalayanı takip ettiği bir serüven başlatıyor.

Kerem’in arkadaşlarıyla olan diyaloglarında Türkiye’nin karanlık geçmişini, “Türkiye’de İslamcı hareketler 1950 sonrası Demokrat Parti iktidarında Türkiye’nin Amerikanize edilmesiyle başlıyor. İslamcı kaynaklar bile bu süreci, ‘Bundan önce Türkiye’de İslam vardı ama İslamcılık yoktu,’ diye işaretliyorlar. Bu saptama bizi zamanla olgunlaştırıp gelişecek olan ‘siyasal İslam’ kavramına götürüyor elbet.” cümleleriyle okura veren yazar; işlenen cinayetler, araştırılan gerçekler ışığında, Kerem’i ve Diyarbakır’daki gazeteci arkadaşı Rojda’yı mayınlarla döşeli bir yola sürüklüyor.

TÜRKİYE’NİN DEJENERE YÜZÜ

Peki bu sürükleniş bir çekişme doğuruyor mu?

Hem evet, hem hayır.

Kerem, Umut veyahut Rojda, dokümanlarla giriştikleri, karşılarında derin devletin olduğunu bildikleri bu yüzden sağlam kanıtlarla yol alırken, karanlığın içine düştükleri bir denklemde buluyorlar kendilerini. Ama tüm bunlara rağmen isimsiz tetikçinin karşısında antagonist birer karakter olarak duramıyorlar. Bunun sebebi elbette ana karakterin görünmezliği. Ne yaparlarsa yapsınlar, ana karakterin saydamlığı onları bir çekişmenin kıyısına gelmekten alıkoyuyor.  Bu da kitabın ikinci kısmında tek taraflı süren başka bir yolculukla karşılıyor okuru. Kesişmesi beklenen yollar, açığa kavuşturulması istenen cinayetler, nereye varacağı bilinmeyen adımlar sonucunda okur, aklında yanıp sönmeye başlayan işaretleri takip etmeye ve kitabın sonundaki mutlak kadere giden yola döşenen taşlara takıla takıla yürümeye başlıyor.

Mungan, Türkiye’nin dejenere yüzünü; şahların görülmediği, yalnızca vezirlerin ve piyonların izlendiği, sonunda mat oluşun kaçınılmaz olduğu 995 km’lik bir yolculukla sunuyor okura.

HER ŞEY VE BİR AN

Diyarbakır’dan Alanya’ya uzanan yolculuk; Mungan’ın, Kerem’i ve isimsiz tetikçiyi aynı şehrin sınırlarına getirdiği, “Her Şey ve Bir An” bölümüyle nihayete eriyor.  Mungan bu son bölümü, “Sanki şafak sökmüyor da kirli bir aydınlık her yere bulaşıyordu.” cümlesinin referansında; birçok sorunun cevabını okura bıraktığı, birçok sorunun da cevabını verdiği ancak yine de şafağın sökmediği, Türkiye’nin karanlıklarının gün yüzüne çıkmadığı, her şeyin aynı şekilde ve bir anda olmaya devam edeceğini fısıldadığı yerde noktalıyor.  

Mungan’ın tabiriyle, ‘gizlendiği kabuğun içinde ikinci bir kabuk edinmeye bakan,’ isimsiz tetikçi, kimisinin kabuğu kırılan, kimisinin kabuğu kalınlaşan ama yolları farklı ölümlerin aynı kıyılarından geçen Türkiye’deki onlarcasından, yüzlercesinden biri. Bir isme, geçmiş zamana ait bir hikâyeye, içinde var oldukları bir hayata ihtiyacı olmayanlardan. Onlar silahın namlusunda, bıçağın sırtında, satırın sapında bir el yalnızca. Elin sahibinin kim olduğu ise daimî bir muamma.

Şimdi, 995 km sonra, bu isimsiz tetikçiye dair son ve özetleyici söz Mungan’dan gelsin: “Çocukluğunu yaşamamış, başının herhangi bir el tarafından bir gün olsun okşanmamış olduğunu hamam hatırlatıyor ona. Bunu doğrudan tenine söylüyor adeta. Belki kendi farkında bile değil bunun. Bedeninin içinde bir yabancı gibi yaşıyor.”

995 km
Murathan Mungan
Metis
Roman / 264 sayfa

Yukarı