Dünyanın Bütün Fıstıkları: İnsan ve Kavgası / Seher Tanıdık

Gerçeklikten kopup kurmaca bir metnin sayfalarına saklanmaya çalışsak bile, kendimizden de gündemden de kaçamadığımız bir roman Dünyanın Bütün Fıstıkları. Tarihin en eski husumetlerinden olan kardeş kavgası ve insanın doğayla olan kavgası, yan yana akan iki nehir gibi kendi yataklarında ilerliyor kurgu boyunca.

Kozak Yaylası’nda yaşayanların köylü kurnazlığı ve doymak bilmez kapitalizmin el ele vermesiyle insanoğlunun bindiği dalı kesmesi, romanın en kısa cümlelerinden birinde şöylece özetlenmiş: “Taş devri yeniden başladı.”

Başar Başarır, Yunus Nadi Öykü Ödülü ve Sait Faik Hikâye Armağanı gibi önemli ödüller bir yazar. Dünyanın Bütün Fıstıkları, her bölümü müstakil öykü tadında okunabilecek ustalıklı anlatımıyla Başarır’ın iyi öykücülüğünün altını çiziyor.

Romanın en belirgin özelliği anlatımın akıcılığı ve dilin zenginliği. Ege şivesinin tınısını duymak için yüksek sesle okuma dürtüsü uyandıran diyalogların yanında, atasözleri ve yöresel deyişler okurun gözünü tırmalamadan kullanılmış. Köylünün argo deyişleriyle süslü yerel ağızdan, popüler kültürün yabancı dillerden türettiği kelimelere uzanan geniş yelpazede harmanlanmış diliyle okura keyifli bir okuma deneyimi sağlıyor.

Kaz Dağlarından Ayvalık’a uzanan sahil şeridi, bir yan karakter edasıyla kurguda rol oynayarak okuru romanın finaline doğru hızla sürüklüyor.

Unutmak, Tam Zamanlı Bir İş

Tüm eserlerinde evrensel konular işleyen Başar Başarır bu defa abi-kardeş ilişkisi üstünden el atıyor meselelere. Kurgu ilerlerken hikâye doğa-insan, kentli-köylü, doğu-batı çatışmalarını içine alacak şekilde genişliyor. Olaylar, okura yön gösterme gayretine girmeden, anlatıcının tarafsızlık pozisyonunu zedelemeden aktarılmış.

İnsan denen yaratığın kafasının ve ruhunun içinde gezinerek onun hislerini anlatan roman, Seyfettin ve Aksel isimli iki kardeşin birbirine hiç benzemeyen dünyalarında başlıyor. Romanın kahramanları birbirine tezat karakterde iki kardeş olan Seyfettin ve Aksel. Aynı çatı altında büyüseler bile anne ve babaları arasındaki gerilimden ötürü doğdukları gün ayrılan yolları, yıllar sonra “Unutmanın tam zamanlı bir iş” olduğu bir köy evinin tek göz odasında, soba başında birleşiyor.

Çilek Gibi Sinirlere Sahip Seyfi

Seyfettin, köy içindeki adıyla Seyfi, konuşkan biri değil. Yirmi yıl boyunca yaşadığı kulübede konuşmaya da değişmeye de ihtiyaç duymamış. Bir kedi kadar rutinlerine bağlı, bir kedi kadar minimalist. Başarır, Seyfi’yi “Silik değil de sanki yazılmamış, henüz sırası gelmemiş bir kahraman gibi duruyordu hayatın kıyısında,” diye anlatıyor okurlarına. “Çilek gibi sinirlere sahipti. Hiç direnemedi yediği darbeye.”

Seyfi görünmez biri, görmez biri. Öyle ki yaşadığı evin yirmi metre ötesinde onu bekleyen kadını, Behice’yi görmezden geliyor, yirmi yılda yirmi adım ilerleyip kendisini bekleyen kadına yaklaşamıyor. Yıllar boyu aynı şeyi yapmaya devam eden, konuşmalarında köylünün sabrını ve sakinliğini öven Seyfi, içine doğmadığı halde sonradan dâhil olduğu bu toplumun yaşayışını benimsemiş bir karakter. En çok kendisiyle kavgalı.

“Babasının oğlu” ilan edildiği andan yani doğumundan itibaren anne sevgisinden mahrum bırakılmışlığı tüm karakterine işlemiş.  Kendindeki arazın farkında Seyfi. Eski eşiyle olan diyaloğunda “Anne yumuşaklığını hissetmeden büyümüş çocuklar yetişkinliklerinde ifade kıtlığı çekermiş,” diyerek halini arz ediyor. Yine aynı gün “…çıkarıp koydu ortaya, yıllardır, asırlardır içinde taşıdığı o akrebi.” Böylece kardeşler arasında yüzleşme faslı başlıyor.

Geçmişiyle Hesaplaşan Şovmen

Romanın diğer karakteri Aksel, Seyfi’nin erkek kardeşi, yerinde duramayan, sular seller gibi akan, gürül gürül, deli dolu bir şovmen. Babasının değil “anasının oğlu.” Reklamcılık ve televizyon alanında popüler işler yaparken şahsını övmekten yorulmayan, plazaların ışıltılı dünyasında kaybolmuş bir karakter.

Romanın altı çizilesi cümlelerinden biri olan “Herkesin kendi heykelini yonttuğu sosyal medya kocaman bir yalandan ibaretti,” cümlesinin görkemli örneği. “Mühim olan iş güzelliği” dünyasında yetişmiş ve “Elimde değil ağbi, biraz boş kalsam hemen kalbim gurulduyor, âşık olmak istiyorum,” diyerek karısını aldatma gerekçesini açıklıyor. “İlk düğmesi yanlış iliklenmiş hayatını yoluna koyma,” çabası içinde, geldiği köyde hem bedensel hastalıklarıyla hem de “geçmişle hesaplaşma en azından mahsuplaşma arzusu,” ile boğuşuyor.

Abi-Kardeş mi? Doğu-Batı mı?

Yazar yarattığı tezat karakterler üstünden doğu batı ayrımını incelikle işliyor. Bu çatışmanın mahsulü olan iki kardeş üzerinden muhafazakâr, geleneksel, yeri geldiğinde atalet içindeki doğu toplumu ile modern toplumun hareketli, esnek yapısı karşı karşıya getiriliyor.

Anne babalarının karakterlerinin bir tezahürü olarak, isimleri konulduğu andan itibaren farklı dünyalarda yaşamaya başlayan iki kardeş arasındaki uçurum, yaşadıkları çevreler ve meslek seçimleriyle keskinleşiyor. Birbirlerinden uzak durmaya çalıştıkça benzer iplerle iliştiriliyorlar. Karakterler arası ilişkinin yarattığı gerilim, romanın son sayfalarına kadar artarak devam ediyor ve “o koca delik” kitabın sonunda, bir sayfada anlatılan bir süreçte tamir oluyor.

Taş Devri Yeniden Başladı

Dünyanın Bütün Fıstıkları romanı, hırsları uğruna doğayı tahrip etme alışkanlığındaki insanoğlunun resmi onaylar alarak doğayı katletmesini ve en çok da doğa karşısındaki yenilgisi merkeze almış. Bu açıdan bakıldığında, diğer tüm metinlerinde siyasi ve sosyolojik olarak tarafsız kalma çabasını benimseyen yazarın doğa katliamlarına karşı yazılmış bir başkaldırı metni niteliğinde.

Kozak Yaylası’ndaki yüz binlerce fıstık çamı ağacının birden kesilmesini, köylünün tek geçim kaynağını kendi rızasıyla taş ocağı şirketine devrini bir romana hatta tek bir cümleye sığdırır yazar: “Uysal beygir gibi cebinde balyası olanın peşinden gitti nakde sıkışmış köylü, malı mülkü ağaçları böylece taşçılara devretti.”  

Ve böylece roman, en kısa cümlelerinden biriyle şöylece özetlenebilir: “Taş devri yeniden başladı.”

Dünyanın Bütün Fıstıkları
Başar Başarır
Can Yayınları
Roman / 408 sayfa

Yukarı