Düzyazının Şiirle Buluşması: Çığlıkta Arşe / Turhan Yıldırım

Gönül Demircioğlu’nun Mayıs 2024’te Mahal Edebiyat Yayınları tarafından yayımlanan şiir kitabı Çığlıkta Arşe, tamamı düzyazı şiirlerden oluşan bir eser. “Çığlıkta Arşe” ve “Cehennette Ece” adlı iki bölüme ayrılmış kitapta toplamda elli iki adet şiir bulunuyor. İncelememin başında düzyazı şiir türünün tarihine kısaca göz atmak istiyorum.

Düzyazı şiirin başlangıcına baktığımızda karşımıza çıkan ilk eser Fransız şair Aloysius Bertrand’ın 1842 yılında yayımlanan kitabı Gaspard de la Nuit’dir. Sonrasında Comte de Lautreamont’un Maldoror’un Şarkıları, Charles Baudelaire’in Paris Sıkıntısı ve Arthur Rimbaud’nun Les Illuminations adlı yapıtlarını sayabiliriz. Bunun yanı sıra aynı dönemde bir başka Fransız şair Stéphane Mallarmé’ın da bu türde şiirleri bulunmaktadır. Bizim edebiyatımıza geldiğimizdeyse bu türün isminin başlangıçta mensur şiir olarak adlandırıldığını görüyoruz. Düzyazı şiir türünde yazılmış ilk eserler olaraksa Halit Ziya Uşaklıgil’in Mensur Şiirler ve Mezardan Sesler adlı kitaplarını görüyoruz. Sonrasındaysa Mehmet Rauf’un Siyah İnciler’i gelmiştir. 1950’li yıllarla birlikte İkinci Yeni akımının şairlerinin kalıbın dışına çıkan şiirleri, dönemin yazınını etki altına almıştır. Ece Ayhan’ın 1965 yılında De Yayınevi tarafından yayımlanan Bakışsız Bir Kedi Kara adlı kitabı düzyazı şiir türünün edebiyatımızdaki en yetkin eserlerinden biridir. Yapıta ismini veren şiir de bu tür için güzel bir örnektir:

“Gelir bir dalgın cambaz. Geç saatlerin denizinden. Üfler lambayı. Uzanır ağladığım yanıma. Danyal yalvaç için. Aşağıda kör bir kadın. Hısım. Sayıklar bir dilde bilmediğim. Göğsünde ağır bir kelebek. İçindeki kırık çekmeceler.” (Ayhan, 2021)

Düzyazı şiir her ne kadar nesrin formunu kullansa da şiirle düzyazı arasındaki farkı Çığlıkta Arşe kitabının başında da alıntılanan İlhan Berk’in Şiirin Gizli Tarihi’ndeki ifadesi bizlere gayet açık olarak göstermektedir.

“Şiiri düzyazıdan ayıran anlamın kullanış biçimidir.”

Buradaki söylemin sağlamasını hem yukarıda bir kısmını paylaştığım “Bakışsız Bir Kedi Kara”da hem de incelemenin kalan kısmında alıntılar yapacağım Çığlıkta Arşe’dekişiirlerde yapabiliyoruz.

Düzyazı şiiri ayrıksı yönüyle küçürek öyküye benzetiyorum. Küçürek öykü form olarak az kelimeyle dar bir alanda kendini gösteren bir tür. Bundandır ki hem yazması zor hem de alışılagelmişin dışında olduğu için tamamen küçürek öykülerden oluşan eser ya da eserler kaleme alan çok az sayıda yazar bulunuyor. Düzyazı şiirin kaderi de buna benzer. Manzumun dışına çıkıldığı için aslında şaire çok daha geniş bir alanda oynama izni veren, bu sayede bilinç akışı ya da serbest çağrışımla yazılabilen bir yapıya sahip. Fakat bununla beraber bilindik formun dışında hareket etmenin getirdiği ayrıksılık, serbestlikle gelen şiirlerin okur tarafından anlaşılma zorluğu gibi durumlar da söz konusu. Bu da düzyazı şiiri, tıpkı küçürek öyküde olduğu gibi hem yazılması meşakkatli hem de şairler tarafından nadiren tercih edilen bir türe dönüştürüyor.

Türle ilgi tespitleri yaptığımıza göre artık Çığlıkta Arşe’ye geçebiliriz. Kitabın birinci kısmında olan “Çığlıkta Arşe” başlığının hemen altında şairin bir cümlesine denk geliyoruz.

“İlk bölümden sağ çıkanlar ikinci bölüme davetlidir.”

Bu söz aslında bize şairin paletinde kullandığı renklerin tonu hakkında bir fikir veriyor. Sayfalarda duran mısraların daha çok koyu tonlarda olduğunu, siyah ve ona yakın renklerin yoğun kullanıldığına şahit oluyoruz. Bunu eserdeki ilk şiir olan “Arşe”nin dizelerinde görüyoruz.

“Gözlerinden içtim can suyunu, tuzda eritirken gövdemi. Omuzlarımda kaplumbağa sancısı, ağır ağır çekilmekteyim kuyuna. Anneler beyazı asarken geceye, siyah mı giyinir Azrail?” (s.15) 

Eserin arka kapağında, bu kitabın “ses” ve “düş” birlikteliğiyle kurulduğu yazılmış. Şiirlerin ses üzerinden kuruluşunu, beş kısımdan oluşan “Arşe”nin tüm parçalarında görebiliyoruz.

“Çayırlarda dolaşıyor fil ayakları kağnı. Dişleri gün ışığından yaldızlı. Yaldızlarından ölen fil, dişlerinden yaratılan piyano, piyanoyu çalan bir kadın. Arşeyle sızlayan fildişi. Dokundukça kana bulandı kulaklar. Ama arşe bu nasıl şikayet göğe? Kursağında canı kaldı filin, yarasında insan.” (s.16)

Eserde bu şekilde kullanımın bir başka örneğine “Gün Doğumu” adlı şiirde de denk geliyoruz. “Sokaklar hazır değil ayrılığa,” dizesiyle başlayan metinde “ve” bağlacı kullanılarak her bölümün başında bir kelimenin eklendiğine şahit oluyoruz. Son kısımdaysa hepsi birleşiyor.

“Sokaklar hazır değil ayrılığa ve lambalar ve evler ve bavullar. Gözlerimden silinecek mi yansıman? Az kaldı ödümü koparan doğuma. Uyanıp gidecek şakıyan sesin, örten sıcağın, dinleyen kulakların gidecek. Ayrılık bizi yutacak. Sokaklar hazır değil ayrılığa.” (s.37)

Çığlıkta Arşe’de yer alan şiirlerdeki sesin bir başka yansımasıysa “çığlık”. Kitabın kapağında ağzında arşe bulunan kuşun varlığı bize çığlığın kaynağını gösteriyor. Zaten mısralarda pek çok hayvanın ismen geçtiğini gördüğümüz yapıtta, özellikle karganın tiz sesine daha fazla denk geliyoruz. Buna “Gece Elması” isimli şiirin mısralarından örnek verebiliriz:

“Karganın ayağında taş, boş kabuk. Argın yapraklar düşte. Seslendi öfke salkımı: renksizlik lütfen. Dudaktan silindi kırmızı. Kuşlar istifa verdi göğe. Gagalarında tüy, yasaklı uçuş. Sınır çizgisi kan, ayrıldık kafesle.” (s.19)  

 Kitaptaki şiirlerin düşle kurulmasına geldiğimizdeyse eserdeki mısralar okuruna kâbus gördürtmüyor. Dizelerin renkleri zifir karası değil belki ama uyandıktan sonra tedirginlik hissini rüyayı görenin üstünde bir süreliğine bırakan düşler gibi. Buna “düşlemek” ifadesinin geçtiği “Gök Yansısı” adlı şiirden bakabiliriz.

“Esmer atlar düşledim balçıkta uzayan. Sırtında siyah incisiyle festival yakın. Uzanıp dokundu elinin sazlığı. Omzuma döküldü şeytan otları. Ağacın rahminden sızan karınca. Çoğaltan toprağını ilmek ilmek.” (s.23)

Kapaktan bahsetmişken Gönül Demircioğlu’nun şiirlerinde doğa kullanımına da değinmek istiyorum. Sadece eserdeki şiirlerin adlarına baktığımızda dahi tabiatın baskın bir unsur olarak şairin evreninde bulunduğuna şahit oluyoruz: “Sis Bulutu”, “Gece Elması”, “Gök Yansısı”, “Pengasus”, “Gergef Edilmeden Ahtapot”, “Kardan Kadın Dünya”, “Magma”, “Budandı Kavak”, “Çiçekler Atlası”, “Salyangoz Adımları”, “Puhu Kuşu”, “Yoğurt Kovasında Güller”, “Denizlendi Kuşlar” ve “Kuş Perdesi”. Kitabın ilk kısmında daha yoğun olmak üzere özellikle “hayvanlar” ve “bitkiler” şairin imge dünyasının önemli bir parçası.

“Kedi korkuluktan atladı kelebeğe, boşluk. Pengasus çarptıkça akvaryuma, ufaldı deniz. Tuz buz.” (s.24)   

“Tuz yanığı. Smokinli kedi bakıyor alayla. Muma değen dilekler gökte, esansında lavanta. Yanağında çiy yağdıkça çillenen begonvil. Ötesi zümrüt orman. Ayakları düştü uzandığı denizde balığın.”  (s.34)  

Çığlıkta Arşe’de bulunan şiirlerin meselesine baktığımızdaysa iki unsurun öne çıktığını görebiliyoruz. Bunun ilki, insan eliyle doğaya verilen zarar. Diğeriyse ailenin ve toplumun, çocuğun zihin dünyasında yarattığı geri dönüşü olmayan tahribat. Bu iki konu dizelerde yoğunlukla irdelenmiş. Doğayla ilgili meselenin anlatımını “Karanlığın Dişleri” isimli şiirin şu mısralarından görebiliriz:

“Kuş yarası ezip geçilen üstünden. Bir serçe ağlıyor yanarken bahçem. Dosttur gagası, dosttur yudumluk su, dosttur kuruyan toprak. İnsandan başka ne varsa. Sapanı kuşu vurur, silahı atasını, insansa yanlış bir düğüm.” (s.33)

Çocuklukla alakalı problemiyse sanki en güzel “Cadılar Bayramı” isimli şiirin başlangıcı ifade ediyor:

“Siliniyorum usul usul, gümüş tarak akar saçlarımdan. Odama çocukluğu çizen hangi gölge? Tanımıyorum. Oynarken ölmediğim saklambaçları izlerken boğuluyorum. Silin duvardan balonumu, uçurtmamı, bilyemi. Nefessizim. Ateşsiz ocakta külleniyor gözlerim. Ölünce acımazmış canı çocukların. Silin duvarları.” (s.26)

Eserin ikinci bölümü “Cehennette Ece”, Ece Ayhan’ın Ortodoksluklar kitabından mısralarla başlıyor. Bu kısmın adına baktığımızda elbette şaşırtıcı değil. Düzyazı şiirin edebiyatımızdaki en önemli isimlerinden birine yapılan bir saygı duruşu söz konusu. Bölümün öne çıkanlarıysa “Dadacı” şiirler diyebileceğimiz, başlıkları diğerlerinin aksine sağda bulunan on metin. Bu şiirlerin dili, öbürkülere göre çok daha renkli ve şairin paletinde bulunan tüm tonları yansıtıyor. Sanki içlerine Hugo Ball’ın ve Cabaret Voltaire’in ruhları karışmış gibi.

“Gıdıklandıkça gıdıklıyor. Gıdıkladıkça gıdıklanıyor. Gıt gıt gıdak. Kapıları çarpıyor horozları köyün. Kim verdi ulancılar size bu yetkiyi? Külhanbeyi dayım görürse pilava katık eder sizi. Yanında da Susurluk ayranı. Ben nereden geldim buraya? Tabii ki dedem Hugo’dan. Dan dan dan. Şakalandık Dada’dan.” (s.52)

Sonuç olarak Gönül Demircioğlu’nun ikinci şiir kitabı Çığlıkta Arşe, sadece düzyazı şiir türünde yazılmış bir eser olarak değil, içindeki şiirlerin kendine özgü sesi ve şairin meseleleri ele alış şeklindeki farklılıkla öne çıkıyor.

KAYNAKÇA

Demircioğlu, Gönül. (2024) Çığlıkta Arşe. Mahal Edebiyat Yayınları.

Ayhan, Ece. (2021) Bütün Yort Savul’lar!. Yapı Kredi Yayınları.

Berk, İlhan. (2023) Aşk Tahtı / 1976-1982 Toplu Şiirler II.Yapı Kredi Yayınları.

Çığlıkta Arşe
Gönül Demircioğlu
Mahal Edebiyat Yayınları
Şiir / 76 sayfa

Veveya Kitap 21 / 05 Ağustos 2024

Veveya Kitap 21 / 05Ağustos2024
Yukarı