Yıkımda Varolma Gayreti / Gaye Keskin

Boşlukta Büyüyen ve Uzak Değil’in ardından Eylem Ata’nın son öykü kitabı Yanımda Kal, Nisan 2024’te Yapı Kredi Yayınları etiketiyle yayımlandı.

Yanımda Kal; Ahiret Ana, Ruhiye, Babara, İki Pencere, Aynalı Dolap, Kazı Alanı, Safra, Yontu, Yanık Ekmek Ucu isimli, birbiriyle bağıntılı dokuz öyküden oluşuyor.

Mağdur Kadınlar, Mağdur Erkekler, Şifacılar

Eylem Ata’nın “Elinden şifalanan bütün kadınlar adına, babaannem Ayten’in anısına,” ithafıyla açılan Yanımda Kal, erkeklerin hegemonyasında mağdur edilmiş kadınlara, erkeklere eğilerek; başkaldırıyı, direnişi, çaresizliği ve nihayetinde kadınların elinden dağıtılan farklı türlerdeki şifayı gösteriyor bize. Öyle ki kadınların görünmezliklerini sonra da görünmez kahramanlıklarını su üstüne seriyor.

Ayten ve Diğerleri

Kitabın ilk öyküsü Ahiret Ana’daki yavru kertenkele metaforu, alt metni anlamamız açısından önem taşıyor. Kadınların rahimlerinde istemedikleri ceninlerden kurtulmalarını sağlayan Ahiret Ana, etrafta yavru kertenkelelerin dolaşmasından hoşlanmıyor. Öykünün çatışması da yine bu mefhumla anlaşılıyor. Nihayetinde Ahiret Ana yani Ayten’le aynı soğuk evde, yeri zor bulunan izbede yaşayan anlatıcı da küçük bir çocuk. Öyle ki Ahiret Ana’nın elinden şifalanan kadınların ayakkabılarını giydiren, onlarla öteberi alışverişini sağlayan, şifa için gereken maydanozları kaynatıp kadınlara içiren bu küçük çocuk için yaşadığı yer doğru bir yer mi sorusu yanıyor okurun zihninde. Yazar bizi bu noktada, “Kadın çıkarken annemin elini öptü. Buraya geldiğinde, bir saat kadar önce, neredeyse kambur gibi iki büklümdü. Oysa şimdi dimdik. Yükü alınmış, yüreği ferahlamış,” diye tanımladığı kadınlardan biriyle, Şükran Abla’yla karşılaştırıyor. Kitabın İki Pencere isimli öyküsünde ana karakter olarak göreceğimiz Şükran Abla, Ahiret Ana öyküsündeki anlatıcının yolculuğunu da değiştiren kişi oluyor.

Ruhiye, Yanımda Kal’ın ikinci öyküsü olarak çıkıyor karşımıza. Ruhiye’nin kurnaz planını üzeri örtük biçimde veren Eylem Ata, onu felsefe öğretmeni Gani’nin peşinden evine gönderiyor ve Ruhiye ile öğretmeni Gani arasında, öğretmen evinde, tehlikeli suların kenarında gezinen, okur açısından merak uyandırıcı ve belki zaman zaman rahatsızlık verici bir arkadaşlık başlıyor. Ruhiye’nin ruhsal çalkantısını anlamaya çabalayan, aynı zamanda Nazan’la yaşadığı yasak aşkın içinde devinip duran Gani, Ruhiye’nin oyuncakların başına oturduğunda ortaya çıkardığı diğer yüzünü, çocuk halini tanımlamaya çalışıyor. Öykünün bir noktasında, Ruhiye annesinin adının Ayten olduğunu söylediğinde, Gani için tanımlanamayan çocukluk özlemi Ahiret Ana’yı okuyanlar için anlaşılır oluyor.

Babara ana dili Türkçe olmayan müteahhidin anlatıcılığında; bahçeli evlerin yerine apartmanlar dikişinin, bu apartmanlardaki daireleri insanlara statülerine göre satışının, kendini o dairelerden birine konumlayamayışının, çocukluk travmasıyla görmek istemediği birinin hayaline “babara” diye sayıklayışının ve kendisini bu duruma sokan her şeyden kurtulmaya gayret edişinin öyküsü. Bu öyküde karşımıza çıkan ve ev almak için müteahhidin kapısını çalan kişi ise Gani. Gani’yi bir kenara bırakıp anlatıcının travmalarının fitiline yaklaştığımızda ise bizi hiç de yabancı olmadığımız ve anlatıcının yaşadığı durumları tanımlatan biri karşılıyor: ““Ayten’i kime verdin?” diye haykırıyorum, “Bütün bahçeli evleri yıktım, yeniden yaptım. Bahçesinde tulumda olan o ev hangisiydi?””

Birbirine Geçen Yaşamlar

Kitabın ilk öyküsü Ahiret Ana’da tünelden geçip ulaşılan evin soğukluğunu vurgulayan, Ayten ve Ruhiye’ye soğuktan korunmak için patikler üzerine patikler giydiren yazar, eve girenlere miras kalan üşüme mefhumunun alt metnini, İki Pencere öyküsünde yalnızlıkla dolduruyor. Şükran’la yeniden karşılaştığımız bu öykü, kadın bedeni üzerinde tahakkümü olduğunu düşünen erk egemenliğe ve kadınların rahmini soyun devamına hizmet ettiren düzene dikkat çeken, çoktan hiçe dönüşü vurgulayan bir devinimde. 

Aynalı Dolap öyküsüne gittiğimizde Şükran’ın yasak aşk yaşadığı Alger’in eşi ile kesişiyor bu kez yolumuz. Kadınları başkaldırıya çağıran Seyran karakterinin, “Bu konforlu evlerde tutsak olmadığınıza, aşağılanmadığınıza emin misiniz?” cümlesinin referans olduğu öykü, direnişin boyut değiştirdiği bir sekansta. Bu noktada Aynalı Dolap’ı kitaptaki diğer öykülerden daha az etkileyici bulduğumu söylemem gerekiyor.

Loğ Taşı, Seans Notları

Kazı Alanı’nda, yazar bizi Diyarbakır’a götürerek; Surp Grigaros Kilisesi’nde günah çıkarmamızı, Ermeni anlatıcının çocukken yaşıtları tarafından loğ taşıyla ezilen bacağının, uğradığı işkencelerin bugünde tezahür ettiği yerlerde dolaşmamızı, yazar Mıgırdiç Margosyan’a verdiği selamı görmemizi sağlıyor. Çatışmanın oldukça güçlü olduğu Kazı Alanı, anlatıcı Yezras Yılmaz’ın psikologluğunda, bacağını kaybeden ve daha evvel Ruhiye öyküsünde karşılaştığımız, Gani’nin yasak aşkı olan Nazan’la yolumuzun yeniden kesiştiği bir öykü. Yezras olduğunu hatırlayan Yılmaz’ın bacağındaki ağrıyla boğuşurken Nazan’a yardımcı olmaya çalıştığı bu öykü, kitabın en iyi iki öyküsünden biri.

Safra, Yanımda Kal’daki diğer öykülerden farklı bir anlatımda. Nazan’ın Yezras Yılmaz’la yaptığı seans notlarının paylaşıldığı bu bölümde Nazan’ın Gani’yle ilişkisine, bu ilişki için katlandığı aşağılanmalara, annesinden, anneannesinden miras kalan güdülerine, kadın olmanın artık her kadına sıradan gelen yansımalarına şahit oluyoruz. Öne çıkan birçok cümlenin olduğu bu öyküden bir pasaj paylaşmak istiyorum: “Anneannem doksan yedi yaşında öldü. Annem hayatta. Yaşlanmaya devam ediyor. Kendi bacağını ısırarak. Anneannem küçük çakıl taşları yerdi. Anneniz kendi bacağını ısırıyor… Sertleşmiş derisini değiştirmeye uğraşıyor.”

Bastırılmış Olan

Yanımda Kal’ın Yezras Yılmaz’ı, Ferhat’ı, Ayten’i, Ruhiye’si, Gani’si ve diğerleri; birbirlerinin hayatına tezahür eden, birbirlerini etkileyen, bastıran veyahut yücelten insanlar olarak var oluyor kendi denklemlerinin içinde. Geri döndükleri yerde aradıklarını buldukları muamma. Veyahut gittikleri yerde geçmişi ayaklarına dolamadan yol alıp almadıkları da. Ama asıl dikkat edilmesi gereken, hayatlarının geçirgenliği. Ayten’den kaç yaşam çıktığı mesela. Kaç yaşamın Ayten’den sekip de yere düştüğü. Belki de aslolan Ayten’in damıttığı hayatların diğerleriyle raksı ve çok bilinen o tabirle, domino etkisi.

Nurdan Gürbilek’in “Vitrinde Yaşamak” kitabında, ‘Bastırılmışın Geri Dönüşü’ bölümünde, “Bastırılmış olandan söz ettiğimizde, onu hep bir vaatle birlikte düşünüyoruz. Geri döndüğünde yalnızca kendi adına kendi dışlanmışlığı, kendi mahrumiyeti adına değil, başkaları adına da konuşacaktır, diye umuyoruz. Ama burada bir çelişki de var: Çünkü geri dönen, hiçbir zaman bastırılmış olanın kendisi değildir,” cümleleri yer alıyor.

O halde bastırılmış olana yakından bakmak istiyorum.

Ayten, Ahiret Ana’ya dönüşmeden evvel bahçesinde tulumba olan o evde yaşarken yani kardeşinden koparılmadan önce kimdi? Ayten durmadan yemek yiyerek, şişmanlıktan yürüyemeyecek hâle gelirken, kadınları istemedikleri çocuklarından kurtarırken kime dönüştü? Ruhiye, onu doğurmayan annesi Ayten’i doğurmaya nasıl karar verdi? Peki Ayten’den seken taş Ruhiye’den Gani’ye, Şükran’dan Seyran’a, Seyran’dan Alger’e, Gani’den Nazan’a, Nazan’dan Nedim’e, Nedim’den Neva’ya nasıl sekti?

Şimdi Gürbilek’in cümlelerine geri dönmek istiyorum: Soğuktan yaşanamaz hâle gelen evdeki Ayten, bahçesinde tulumba olan o evdeki Ayten’le aynı kişi mi hâlâ? Bastırılmış olanın kendisi mi yoksa şifaladığı hayatların tezahüründe bir başkası mı?

Genele Bakış

Yanımda Kal’da Ayten’in hayatlarına değdiği karakterler griliklerine rağmen siyah ve beyaz olarak ayrılıyor zihnimizde. Bu noktada Eylem Ata’nın iyi bir gölge oyunu çıkardığını söylemem mümkün. Doğru ışığı doğru yere tuttuğu için parlaması ve karanlığa gömülmesi gerekenler açıkça seçiliyor.

Yanımda Kal’ın siyah ve beyazını ayırt ettiğimizde ise en can alıcı kısım, erkeğe de kadına da zulmedenlerin erkekler olduğunu görmemiz oluyor. En etkileyici unsur ise, kadınların erkekler karşısında dayanıştığı, azınlıktaki erkeklerin kendileri için çıkar yol aradığı, nihayetinde ırkçılığın, zorbalığın, kadın bedeni üzerindeki tahakküm gayretinin cezalandırıldığı, başkaldırının bazen cinayet, bazen yok sayma, bazen değişim olduğu öykülerle, karakterle yol almamız. Ama gözden kaçırılmaması gereken en önemli nokta da, aslında erkeklerin değil erkek egemenliğin yarattığı yıkım.

Son Söz

Eylem Ata, “Olan biteni yüzeye çıkarmayarak acısını dibe doğru mu itiyordu?” diye soruyor İki Pencere öyküsünde. Oysa Yanımda Kal’ın karakterlerinin geçmişe giden katmanlarını bazen aynı bazen farklı öykülerde aralayarak, dibe doğru itilenleri gözlerimizin önüne seriyor.

Kitabın kapağını kapattığımızda yüzeye çıkanlar karmaşık olsa da, dip pırıl pırıl gözüküyor. Yanımıza kalan ise yavru kertenkeleler, patikler, aynalı dolaplar, kırılan çerçeveler, iğde ağaçları ve damağımızdaki hüzün oluyor.

Yanımda Kal
Eylem Ata
Yapı Kredi Yayınları
Öykü / 96 sayfa

Veveya Kitap 21 / 05 Ağustos 2024

Veveya Kitap 21 / 05Ağustos2024
Yukarı