Gerçeğin Gölgesinde Öldürülmüş Bir Yazar / Gaye Keskin

Gökçer Tahincioğlu’nun üçüncü romanı Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023’te İletişim Yayınları etiketiyle yayımlandı. Yunus Nadi Roman ödülü sahibi yazarın, üçlemenin son kitabı diye adlandırdığı Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm, hibrit roman olma özelliği; kurgu ve gerçeğin kaotik birleşimiyle bizi unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor.

Kitabın en başında Javier Cercas’ın “Hakikat öldürür, kurmaca kurtarır,” cümlesini referans veren yazar; hakikat içinde, kendi kurmaca karakterlerine bir de Sabahattin Ali’nin unutulmaz karakterlerini eşlik ettiriyor. Üstelik bunu post-modern düşüncelere patetik biçimde düşmemize izin vermeden, kurgu ve gerçeğin arasındaki sınırları keskinleştirerek, biçimsel olanı belirginleştirerek yapıyor.

Birinci Kitap MAYIS

Gökçer Tahincioğlu, kitabın içinde nelerle karşılaşacağımızı anlatan bir not bölümünden hemen sonra kitabın ilk bölümü olan Birinci Kitap- MAYIS’ta düğümleri yavaş yavaş atıyor ve anlatıcının dünyasını bize aralıyor. Kendisine ev arkadaşı olan hamam böceği, ablasının failleri meçhul cinayeti, ayrıldığı sevgilisinin gittikçe büyüyen boşluğuyla bizi karşılayan anlatıcı, Sabahattin Ali cinayetinin halka çok önceden sunulan  yanlarını da bu bölümde bizimle paylaşıyor. Mayıs aynı zamanda, Sabahattin Ali’nin roman ve öykü kahramanlarının da anlatıcıya eşlik ettiği bölüm olarak karşımıza çıkıyor. Bir orman yolunda anlatıcıyla yürüyen Satılmış, Sabahattin Ali’nin Çaydanlık öyküsünden çıkıp geliyor. Selam öyküsündeki Peşkir Yusuf, bir tren yolculuğunda anlatıcının yanına oturup “Doğana hiç sormazlar beyim doğmak ister misin diye, hiç sormazlar… Keşke sorsaydı bana Sabahattin Ali… Bakalım ben doğmak istiyor muydum?” diye soruyor. Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanının kahramanları Macide, Bedri ve Ömer ise, yazarın katili Ali Ertekin’in komşu mahallesinde anlatıcının yoluna çıkıyor. Macide, anlatıcının Ali Ertekin hakkındaki sorusuna verdiği yanıtı şu son cümleyle tamamlıyor: “Huzur içinde yaşadı ve çiçeklere bakarak öldü.”

Yazarın gerçek kişilerin isimlerine ve Sabahattin Ali’nin karakter adlarına yer verdiği romanda başka bir kurgusal örtü ortaya koyuluyor: Anlatıcı, anlatıcının ablası ve sevgilisi isimsiz karakterler olarak bize aktarılıyor.  Öznel bir bakış açısıyla Tahincioğlu, bu noktada kurgunun çizgilerini silikleştirerek Sabahattin Ali’ye dair tüm detayları daha belirgin hâle getiriyor.

Kitap boyunca isimsiz anlatıcı, eş zamanlı olarak iki cinayeti araştırıyor. Biri 29 Mart 1948 yılında ölüm yolculuğuna çıkan Sabahattin Ali, diğeri ise anlatıcının ablası. İki cinayet arasında benzer noktalara da rastlamak mümkün. Sabahattin Ali ve anlatıcının ablası, çıktıkları yolculuk esnasında öldürülüyorlar. İkisinin de eşyaları gasp ediliyor. İkisinin de katilleri(!) büyük cezalar almıyor. Travmatik bir gerçeklikle adaletin terazisi ikisi için de aynı hizada duruyor. 

Anlatıcının büyük bir buhranın içinde kaldığı, sevgilisinin yokluğunda başa çıkmak zorunda olduklarının ağırlığıyla çaresizliğe sürüklendiği ve hatta bu noktada hamam böceğinin metaforik bir yansımaya dönüştüğü bu ilk bölümde yazar bizi cebimizde bir dolu soruyla bırakıyor ve Macide’ye kurduğu şu cümleyle Sabahattin Ali’nin karakterlerine veda ederek, gerçeğe giden yola girmek üzere olduğumuzu aktarıyor: “Yolculuğumuza eşlik ettin. Biz de sana. Ama başkası olmayacak artık. Burası sondu…”

İkinci Kitap HAKİKAT

Gökçer Tahincioğlu kitabın bu bölümünde gerçekleri anlatıcının dilinden ve dahi kendi gözünden belgelerle sunuyor. Sabahattin Ali’nin fişlenme notlarını kendi arşivinden sayfalara döken yazar, Sabahattin Ali’yle görüştükleri için isimleri işaretlenen kişilerden bahsediyor. Burada Necati Cumalı’dan Refik Halit’e, Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan Aziz Nesin’e, Necip Fazıl Kısakürek’ten Halûk Arif Yetiş’e kadar birçok isme rastlamak mümkün. Öyle ki yazar, sonraki sayfalarda Sabahattin Ali cinayetini herkesten önce öğrenen kişilerden birinin Aziz Nesin olduğu bilgisine de yer veriyor.

Anlatıcının aktardığı bilgilerin gerçekliğiyle Gökçer Tahincioğlu’na dönüşmeye başladığı bu bölüm, kurgusallığın çözümlenmesiyle eş zamanlı olarak Sabahattin Ali cinayetinin gizli kalan yanlarını da su yüzüne çıkarıyor. Öyle ki bu iki cinayet arasındaki duygusal yakınlığı yazar bize şöyle aktarıyor: “Belki de rüyalardır ölüm, belki de ablam rüyalarında görüyordur bizi. Belki on yıllardır rüyalarda görüyor kızını Sabahattin Ali.”

Yazarın, “Faili belli olsa da meçhul bırakılmış bir cinayetin gölgesinde yaşayacağından habersiz bir kız çocuğu…” diye tanımladığı Filiz Ali, kitabın ilk bölümünde konuşmayı reddettiği anlatıcının karşısına geçiyor. Düğümler de buradan sonra usul usul çözülmeye başlıyor. Gizli kalan belgeler anlatıcının eline ulaştırılıyor ve kitabın iki yüzüncü sayfasından sonra Sabahattin Ali cinayetinin tüm gerçekliği Tahincioğlu’nun özel çalışmasıyla bize aktarılıyor.

Altı yaşında Bulgarlar tarafından babası öldürülen Ali Ertekin’in, milli hislerle cinayeti işlediğini işaret eden, önceleri tutarlı ancak sonraları çelişkilerle devam eden ifadeleri; başka bir gerçekliğin olma ihtimalinin aktarıldığı Talat Turhan’ın aktif rol almayarak cinayeti meçhulde bırakışı; Cumhuriyet tarihinde adı geçen asker Bölügiray’ın hatıralarındaki korkunç gerçekliği aktarışı bu bölümde bizi yakalıyor ve karanlığın içine usulca çekiyor.

Tahincioğlu, Sabahattin Ali cinayetinin karanlıkta kalan yanlarını bize gösterirken, o günün Türkiye’sini de anlamamız gerektiğini öğütlüyor ve 1948 yılındaki Türkiye koşullarından bahsediyor. Yazarın Uğur Mumcu’dan, Hrant Dink’ten, Nâzım Hikmet’ten bahsettiği bu bölüm, Sabahattin Ali cinayetinin üzerindeki örtüyü usulca kaldırarak altında yatan mefhumları anlamamızı sağlıyor.

Son

Tahincioğlu’nun Son adını verdiği ve yeniden anlatıcıya döndüğü bu bölüme, boğazımızda kalan yumruyla gidiyoruz.

Anlatıcının sevgilisine yazdığı mektuplar ve ablasının günlüğüne karaladığı notlarla, içeride hamam böceğinin yaşadığı kapıda buluyoruz kendimizi.

Öyle ki kurmaca ya da gerçek, ne olursa olsun hep var olan sona ulaşıyoruz: Eve dönmek.

Peki… Sabahattin Ali’nin dönemediği o evde neler olmuş? Karısı ve kızı Ali’nin kütüphanesindeki kitapları nasıl satmak zorunda kalmış, günden güne kaybettikleri saygınlıkları ve azalan insanlarının yokluğuyla nasıl baş etmiş? Peki Aliye Ali’ye iş bulan kişi neden bunu yapmış?

Bir dolu soru, bir dolu cevap var Gökçer Tahincioğlu’nun Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm kitabında. Yazarın, üst gerçeklik kurma çabasındaydım dediği yerdeyiz şimdi.

İşte tam da şu anda, Gökçer Tahincioğlu’nun cümlelerinde sıra: “Bu saatte gecenin en karanlık saatinin sessizliğini onlarca yıl önce öldürülmüş Sabahattin Ali’nin sözleri yırtıyor:”

Peşime düştü takipler,

Boynumu bekliyor ipler,

Zeybekler seni ayıplar,

Yürü yağız atım yürü…

Sabahattin Ali’yi Ben Öldürdüm
Gökçer Tahincioğlu
İletişim Yayınları
Roman / 270 sayfa

Yukarı