Mülteci Çocuk, Bekleyen Biri Demek / Yavuz Arkın

Mülteci Çocuk, Bekleyen Biri Demek / Yavuz Arkın

Fakirlikten zenginliğe, zorbalıktan adalete, bilinenden bilinmeyene bir yolculuktur göç, hele ki çocuklar için bu, çocukluktan yetişkinliğe bir dönüşümü içerir, şanslı olanlar için elbette. Valeria Luiselli’nin Kayıp Çocuklar Arşivi romanında iki türlü göç ile karşı karşıyayız; birincisi Meksika’dan Amerika’ya yapılan, diğeri ise güvenli bir aile ortamında bulunan biri erkek biri kız çocuğu olan ailenin yaşamış olduğu göç.

“Annelerimiz bize konuşmayı öğretiyor, dünya ise susmayı.”

Bakışlar dilsizdir, anlamak için suskunluğun da dilini bilmek gerekir. Romandaki anne ve babanın meslekleri de buna bir göndermede bulunuyor: Yakın zaman içinde  kaybolma tehlikesi geçiren dillerin kayıtlarını tutuyorlar.

“Sonra her birimizin kendi, eski evinde asılı olan iki kartpostalı asmak üzere mutfak duvarına iki çivi çakmıştık: Biri bir Malcolm X portresiydi, öldürülüşünden kısa bir süre önce çekilmişti, başını sağ eline yaslamış, birine ya da bir şeye dikkatle bakıyordu; diğeriyse Emiliano Zapata portresi, dimdik ayakta duruyordu…”

Ailemizin seyahat öncesi hazırladığı yedi adet kutusu var; bunların içinde yolculuk boyunca kendilerine lazım olan kitaplar, notlar ve ufak tefek eşyalar bulunur. Sadece bunlar değil elbette, içerisinde ailenin kapatıp unuttuğu sırları da var.

KUTU 1

“Zihnin ve sen bizim Sargasso Denizimizsin.” Ezra Pound’un bir şiirinde geçen bu dize ile kutumuzu açıyoruz. Sargasso Denizi’nin seçilmesi tesadüf değildir. Dünyanın en ilginç denizlerinden biridir; en önemli özelliği dünyanın kıyısı olmayan tek denizidir.

“Arabada her ne kadar hepimizin birbirimizden bir kol mesafesi uzakta otursak da birbirinden bağımsız dört ayrı noktadayız-…” bunu bir anneninsöylemesi daha da etkili yapıyor cümleyi, anneler birleştirici görev görürler normal şartlarda ya da öyle bir beklenti vardır. Ailedeki ayrışmanın bir annenin zihninde başlaması artık bulundukları konumdan memnuniyetsiz olduklarını gösterir bize, başka fikirlere, başka diyarlara, başka rollere keşif yapmayı gerekli kılar bizim için.

Göçmen çocukları için endişelenen anne aslında yanı başındaki çocuklarının yaşadığı gelişimi de gözlemler. Çocukların yolculuk boyunca sözü geçen göçmen, mülteci, yurtsuz gibi kavramlardan kafaları karışır.

“Mülteci ne demek”? diye soruyor kız arka koltuktan.

Galiba kıza şu yanıtı verebilirim: Mülteci çocuk, bekleyen biri demek. Her yerde beklenen çocuklar; sınırdan geçmek için, sonrasında yakalanırlarsa gittiği göçmen merkezinde, aklınıza gelen her yerde.

KUTU 2

Yazar göç üzerinden Amerikan tarihini de sorguluyor, ataları belki de buraya zamanında göç eden insanlar ve Latin Amerika’dan gelen insanlara karşı geliştirmiş olduğu bakış açısı da bu yüzden büyük bir paradoks barındırıyor; göçmenlere karşı çıkan göçmenler.

Aile, küçük bir dünya olan arabalarının içinde bir dil geliştiriyor; bir nevi aile sözlüğü, aralarındaki kopuk iletişimi sağlama çabası da var bunun altında;

Kız ve oğlanın mülteci çocuklara “kayıp çocuklar” dediklerini fark ediyorum. “Mülteci” sözcüğünü anımsamak daha güç herhalde. Ve her ne kadar “kayıp” doğru bir tabir olmasa da mülteciler bizim aile sözlüğümüze “kayıp çocuklar” olarak geçiyor. Galiba bir bakıma öyleler de. Çocukluk haklarını kaybetmiş çocuklar onlar.”

KUTU 3

Kitap içinde kitap ile karşılaşıyoruz; bu yazarın bize bir sürprizi aslında, ismi Kayıp Çocuklar İçin Ağıtlar. Yazar kitabın Ella Camposanto tarafından yazıldığını iddia etse de bir süre sonra anlıyoruz ki yazarı ta kendisi.

Bu tavır göçmen çocuklar ile anlatıcı arasına bir mesafe koymasına neden oluyor; hep uzaktan bakıyor göçmen çocuklar olayına, yeri geliyor radyoda dinlediği bir haber, yeri geliyor çocukları ülkelerine geri götüren bir uçağın bulunduğu alanı çevreleyen bir tel örgü. Ağıtlar kitabı da bunun bir başka vücut bulmuş hali;

(BİRİNCİ AĞIT)

Ağızlarını göğe doğru açmış, uyuyorlar. Oğlanlar, kızlar: rüzgâr gece gündüz ısırdığından dudakları çatlak, yanakları kızarık. Alanın tamamını işgal ediyorlar, kaskatı ama sıcaklar, yeni cesetler misali sıralanmışlar yük treninin metal tavanında. Başlarındaki adam mavi beyzbol şapkasının kenarları altından sayıyor onları: altı çocuk; yedi eksi bir. Tren demir bir duvara paralel raylardan yavaşça ilerliyor. Ötede, duvarın iki yakasında çöl uzanıyor; iki tarafta da bir. Tepede kara gece kımıltısız.

KUTU 4

Üç haftadan uzun zamandır yoldayız, fakat bazen evden ayrılalı sadece birkaç gün olmuş gibi geliyor, bazense, tıpkı şimdi olduğu gibi, sanki asırlar önce ayrılmışız gibi; daha şimdiden değiştik, bu seyahate başlamadan önce olduğumuz kişiler değiliz artık.

Her yolculuk insanın da değişimine içsel bir yol açıyor; hele ki bu hiç bilmediğimiz bir dünya ise bu değişim çok daha keskin oluyor.

KUTU 5

Çocukların karşılarına çıkan sorunları aşması yetişkinler kadar kolay olmuyor. Buna rağmen ellerinde büyüklerinde olmayan bir anahtar bulunuyor: Oyun. Kitaptaki çocuk karakterler de bunu kullanıyor; oyuncak, yeri geliyor çalışmayan bir cep telefonu oluyor. Oyun aynı zamanda onları geleceğe bağlayan bir köprü rolünde bulunuyor.

KUTU 6

Yeryüzüne fırlatılmış kayıp çocukların öyküsü sona yaklaşıyor. Heidegger’in felsefesinde olduğu gibi; insanın dünyaya fırlatılıp atılması. Dasein; yani orada bulunma hali burada tek bir farkla; dünyaya fırlatılıp atıldıktan sonra ikinci fırlatılış bu, kitaptaki erkek çocuğunun oyuna döndüğü bir durum gibi;

“Yer Kontrol’den binbaşı Tom’a.

 Ses kontrol. Bir, iki, üç.

Burası yer kontrol. Beni duyuyor musun binbaşı Tom?”

KUTU 7

Kitabın en can alıcı kutusu bu; son kutu, yazar artık cümlelerden vazgeçiyor ve görsel bir dünyaya adım atıyorsunuz. O kadar şey anlattık ki kitap boyunca artık yazar bir yandan göçmenlik sorununun daha ne kadar daha anlatmalıyım dercesine gözlerimize sunuyor.

Valeria Luiselli’nin dengeli bir dili var; ifadeleri keskin ama bunu yumuşak bir üslupla okurlara sunuyor. Parçalı bir anlatım yapısı tercih etmiş, bu da anlatmak istediği konunun katmanlı bir yapı oluşturmasına izin veriyor. Ne kadar parçalı olsa da yazarın derdinin merkezinden ayrılmıyorsunuz.

Kitabın çevirmeni Seda Ersavcı çok tecrübeli bir çevirmen olduğunu ortaya koyuyor, kitabı okurken bunu net anlıyorsunuz.

Dünyanın en çok bahsedilen sorunu göçmen/lik olsa da çocuk yaştaki misafirlerimiz nedense arka plana itiliyor. Hayatlarının sonuna kadar taşıyacakları çok büyük bir yük kalıyor zihinlerinde ve yüreklerinde, bu kitap oralara da kapı açılması gerekliliğini ortaya koyuyor. Sonuçta bu dünyada her birimiz birer göçmen değil miyiz?

Kayıp Çocuk Arşivi
Valeria Luiselli
Çevirmen: Seda Ersavcı
Siren Yayınları
Roman / 440 sayfa

Yukarı