İklim Bayraktar’la Söyleşi / İrem Nas

İklim Bayraktar’la Söyleşi / İrem Nas

“Tek dileğim bu ağrılı, acılı hikâyelerden yükselen korkusuz seslerin doğru yerlere ulaşmasına, güçlü bir farkındalığa ve çözüm hareketine vesile olmaktır.”

Gazeteci İklim Bayraktar’la cinsel istismar mağduru çocukları anlattığı araştırma kitabı Rızası Yok’u konuştuk.

Gazeteci İklim Bayraktar, Destek Yayınları’ndan çıkan ikinci kitabı Rızası Yok ile ülkemizde yapılmamış, radikal bir çalışmaya imza attı. Çok önemli bir araştırma niteliği taşıyan kitabın arka kapak yazısı “Bu kitap, cinsel istismar mağduru, görmezden, duymazdan gelinen,

“Bir kereden bir şey olmaz!” “Küçüğün rızası varmış!” gibi savunmalarla vakaları geçiştirilen, toplu tecavüze uğrayan, cemaat evlerinde kafası kesilen ve yurtlarda diri diri yanan, altı yaşında evlendirilen çocuklar için yazıldı,” gibi epey çarpıcı bir söylemle başlıyor. Eserin iddiası büyük, anlatılan bütün hikâyeler gerçek ve yazarın beyanına göre bizim kitapta okuyacaklarımız onun eriştiklerinin neredeyse onda biri. Cinsel istismar mağdurlarının hikâyelerini kendi ağızlarından aktaran yazar toplumun görmezden gelinen en büyük sorunlarından birine cesur bir şekilde el atıyor. Aile, din, toplumsal değerler gibi konularda çarpıcı alt metinler ve istatistiki sonuçlar çıkarılabilecek beyanlar içeren kitap üzerine İklim Bayraktar’la bir söyleşi gerçekleştirdik.

İrem Nas: Rızası Yok, sizin 2011’de yayınlanan ve Ergenekon Davası’nda yargılanma sürecinizi anlattığınız Sıra Bende’den sonra yayımlanan ikinci kitabınız. Epeyce uzun süren bir gazetecilik kariyerinin ve ilk kitabınızın ardından on yıllık bir sessizliğe gömülmüşsünüz. Kitabınızın önsözünde bu yargılanma sürecinin ve sessizliğinizin cemaat yurtlarında istismara uğrayan bir çocuğu haber yapma isteğinizle alakalı olduğundan bahsetmişsiniz. Biz sizi kayboldu ya da kaybedildi sanırken siz derin bir gayret göstermişsiniz. Ve şimdi böyle bir eserle karşımıza çıktınız.

İklim Bayraktar: Ergenekon kapsamında görülen bir davaya iliştirilmemin asıl sebebi zaten tecavüz mağduru bir çocukla yaptığım uzun telefon görüşmesiydi.  Haberi yayımlayacak fırsatımız da kalmadı, gözaltına alındık. İlk kitabımdan sonra bana yapılan haksız linç ve itibarsızlaştırma, önce insan, sonra gazeteci kimliğimin bedeliydi. İlk insandan bu yana bu böyledir; yapılan her iş için özellikle üreten insanlar bedel öder. Mevzuya böyle bakmaya çalıştım. En acısı da yıllardır beni tanıyan, benimle çalışan, mesleki anlamda örnek aldığım büyüklerimin, aynı kurumda çalıştığım meslektaşlarımın yazılı ve görsel medyada önce insan, sonra gazeteci kimliğimi yok etmek için yarışmaları oldu.

Evet, on yıl uzak kaldım ama mesleğimden değil, sadece kurumsal bir kimlik altında çalışmaktan. Bilirsiniz, gazeteci doğulmaz, gazeteci ölünür. On yıllık bu dönemde de kişisel olarak çalıştım, yaşamın içinde oldum. En önemlisi mesleki olarak özgürdüm, yüreğime vicdanıma meslek ilkelerime sansür uygulanmasına maruz kalmadan üretmenin rahatlığı ile çalıştım. İkinci kitabım da bu çalışmanın en uzun süreli olanıydı. Rızası Yok’un meselesi zaman içinde bütün bu yaşadıklarımın acısının önüne geçti zaten. Keşke on yıl önce beni susturdukları, beni durdurdukları kadar kolay olsaydı sapıkları durdurmaları. Keşke bunca yıl, bunca çocuk mağdur edilmeseydi. Son yıllarda her hafta bir çocuk istismarı haberi düşüyor medyaya. Asıl hedef bu rezilliği gündeme getirmeye çalışan gazeteciler değil, bu rezilliği küçücük çocuklara yaşatan sapıklar olmalıydı, olmalı!

İrem N.: Haklısınız. Sizi “on sene boyunca yok eden” bir mevzuyu ardınızda bırakıp geri çekilmek yerine daha gür bir sesle tekrar ortaya çıkmaya çalışmışsınız, anladığım. Bunu yapmak hem cesaret hem de güçlü bir içsel motivasyon ister. Nasıl buldunuz o motivasyonu?

İklim B.: Yaşanan her türlü olumsuzluk, mesleki kimliğim, itibarsızlaştırılmam bir yana, ben de bir anneyim. Sesini duyurmak için bana umut bağlamış evlatlar vardı. Hepimizin, ülkemizin evladı onlar. İtibarımla oynanmış olabilir, ben yine hayatta kalırım. Onlar için “ses duyurabilmek” hayatta kalma, hayata tutunma, umut bulma” meselesi. Duydukça, dinledikçe daha çok sarıldım onların umuduna. O dönem görüştüğüm mağdur çocuklara ve ailelerine seslerini duyurmak için verdiğim sözü tutamamanın acısını uzun yıllar, her gün hissettim. Yıllar boyu süren dava sürecinde yaşanan trajikomik olaylar beni yolumdan etmediği gibi daha da inandırdı bu çocukların sesi olmam gerektiğine. Bu ülkede kadın olarak, anne olarak, insan ve gazeteci olarak zaten yıllardır çok hassas olduğum, etkilendiğim konulardı bunlar. Kısacası bir insanın vicdanlı ve duyarlı olmaktan ötesine de ihtiyacı yok bakarsanız.

İrem N.: Bir televizyon programında mağdurların ve ailelerinin de içinde bulunduğu 180 kişiyle görüştüğünüzü, bu kişilerden 109’unun hikâyelerinin yazılmasına izin verdiğini söylediniz. Biz ise okur olarak bu hikâyelerin sadece 8’ini okuduk. Kitabınız okura duygusal açıdan çok zorlu bir deneyim yaşatıyor. Kendi adıma ben de okurken epey zorlandım. Siz ise okuduklarımızın onlarcasını bizzat sahiplerinin ağzından dinlediniz. Peki, buna nasıl katlandınız? Bu tanıklığın yaşatması kaçınılmaz travmayla nasıl başa çıktınız?

İklim B.: Kolay değildi. Her söyleşinin ardından günlerce kendimi toparlamaya çalıştım. Görüştüğüm her yeni çocuk, ruh dünyamdan silinmeyecek bir imzaya dönüştü. İnsanın insana yapabileceği kötülüğün sınırı olmadığını anlamak ve hazmetmek gerçekten kolay değildi. Belki üçüncü ağızdan duysam anlatılanları, şüphe duyardım gerçekliklerinden. O derece ihtimal vermezsiniz bir insanın bir insana bunları yapabileceğine. Çocuklar güçlükle, cesaretle, metanetle anlatıyorlar başlarına gelenleri. Öyle güçlü bir umut tutunması onlarınki. Ve tekrar tekrar yaşıyorlar anlatırken olanları. Siz de onlarla birlikte yaşıyorsunuz, empati kurmaya çalışıyorsunuz. Hem onlar için zor hem benim için. Kendi çocuğuma, komşumun çocuğuna, yolda, parkta gördüğüm bir çocuğa her baktığımda o mağdur çocukları ve annelerini gördüm ve bu sorunu topluma taşıma kararımın doğru olduğuna bir kez daha inandım süreçte. Eşim, ailem, bana inanan, güvenen dostlarım hep arkamda oldu. Psikolog desteği aldığım günler de oldu, düşük dozlarda ilaç da kullandım uzunca bir süre ve bu kitap ortaya çıktı.

İrem N.: Anlatınızı söyleşi niteliğinde kurarak hikâyelerin sahiplerinin üsluplarını ve söylemlerini korumaya çalışmışsınız ancak bunu ne kadar başarabildiniz? O söylemi tam anlamıyla koruyabildiniz mi ya da toplatılma kaygısı gibi gerekçelerle metinlere sansür uyguladınız mı?

İklim B.: Yo, kitabım toplatılır, kaygısını hiç duymadım. Ne önemi var ki benim kaygımın, derdim zaten bu çocuklar için “birilerini” kaygılandırmak; toplumun, bilhassa ailelerin dikkatini çekmek için farkındalık yaratmak. Birilerini dertlendirmeden bu çocuklara yardım etme ihtimalimiz yok çünkü. Kitabıma ticari bir gözle de bakmadığım için benim başka kaygılarım oldu. O yüzden, sansür demeyelim de çocukların sosyal çevreleriyle sorun yaşama ihtimallerini düşünerek, zarara uğramalarını önlemek adına, anlatılanların özünü bozmadan kısalttığım bölümler oldu, diyelim. Bir de küfür, beddua ve cinsellik barındıran ifadeler kullanmaktan kaçındım. Duyacaksınız bunları haliyle, öfkeli bu çocuklar. Elbette kimliklerini deşifre etmemek için değiştirdiğim yerler de oldu. Birçoğunun en büyük endişesi bu konudaydı, özellikle rica ettiler bunu. Onlar zaten fazlasıyla kırılmış, örselenmiş insanlar. Benden yana zerre zarar görmelerine asla izin vermem.

İrem N.: Elbette ki başta aileler ve öğretmenler olmak üzere toplumun her kesiminde bir farkındalık yaratmak istiyorsunuz. Ama ben en çok hikâye sahiplerinin beklentisini merak ediyorum. Çocukların bu hikâyeleri anlatırken ulaşmak istediklerini özellikle ifade ettikleri birileri var mıydı? Onlar seslerini en çok kime duyurmak istediler?

İklim B.: Beklentileri zaten hiç gerçekleşmemiş, onların gözünde onların “katilleri” cezalandırılmamış ki. Kim seslerini duysa kâr. “Bizi yaşarken öldürdüler, ya da yaralı bıraktılar,” dedi çoğunluğu. “Ben” değil, “biz” diyor bu çocuklar. Hepimizin olmadığı kadar “biz” onlar, anlatabiliyor muyum? Şimdi tek dertleri yeni katillerin cezalandırılması ve bilhassa küçük çocukların korunması. Yine çoğunun dilinden dökülen ortak istek ise ailelerin çocuklarına sahip çıkması. Ailelerinin tutumundan dolayı da mağdur edildiklerinin bilincindeler. Kısaca onlar seslerini şucu, bucu, inançlı, inançsız gibi ayrımlar yapmadan insan olan herkese duyurmak istediler. İnanın, yetişkinlerin kaldırması çok zor olayları küçücük yaşlarında çok ama çok acı çekerek yaşamışlar, buna rağmen toplumdan daha cesurlar ve neredeyse hepsinin ağzından ortak dökülen söylem şu: “Bizim yaşadıklarımızı başka kardeşlerimiz yaşamasın, biz diri diri yandık, kavrulduk. Başka çocuklar bu acıyı yaşamasın!”

İrem N.: Rızası Yok, bu ülkede “dokunan yanar” mevzulara, giderek büyüyen ve ülkenin geleceğini tehdit eden bir yaraya işaret ediyor. Siyasetçiler “birtakım hassasiyetler sebebiyle” bu yarayla alakalı somut çözümler üretmiyorlar. Gördüğüm kadarıyla TV söyleşiniz epeyce ses getirdi. Hatta programda tecavüzcüleri sekiz ay sonra tahliye edildiği için korkuyla intihar eden on bir yaşındaki bir kız çocuğundan bahsedildi. Bu sesin üstüne iktidarın, muhalefetin, sanatçıların ya da STK’ların bir hamlesi oldu mu? Bir eyleme geçeceklerini düşünüyor musunuz?

İklim B.: Bu çalışmaya başlarken, bunun ateşten gömlek olduğunu biliyordum. Bunu göze aldım ama derdim asla bağcı dövmek olmadı, üzüm yemek peşindeyim. Aksi olsaydı inanın Rızası Yok çok başka şekillerde kaleme alınabilirdi. Kitabı okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaktır.  Kitap yayımlandıktan sonra Halk TV’deki “Kayda Geçsin” isimli programın değerli gazetecileri öncülük etme cesaretini gösterdiler, sağ olsunlar. Bu sayede sosyal medyada az da olsa paylaşımlarıyla bana destek olanlar oldu. Bu mağdur çocukların ve ailelerin sesine ses olmaya çalışanlara çok saygı duyuyorum ve sizin aracılığınızla onlara çok teşekkür ediyorum. Ancak, çocuklara yönelik taciz ve tecavüzler bu kadar yaygın, bu kadar aleni, bu kadar “ekonomik ve siyasi güç tarafından “din” ve “aile mahremiyeti maskesi” ile korunmaya alınmışken medya ve sosyal medyadaki ölüm sessizliği içimi çok acıtıyor. Hani geçtim yorumu, çözüm üretmeyi; en acısı, -A partisi, B partisi çok da önemli değil- sosyal medya bağımlısı, uçan kuşun kanadına selam gönderen siyasetçilerden, sanatçılardan tek bir “tık” olmaması.  

İktidar ve ortağı vekillere gelince, onlardan bu çocuk çığlıklarını duymalarını beklemek suya yazı yazmak olur. Evet, güncel siyaset konuşulmalı, evet iktidarın yarattığı ekonomi, adalet, eğitim gibi toplumsal sorunlar konuşulup tartışılmalı. Ancak bir ülkenin geleceği olan çocuklar, erkek-kız ayırmaksızın bütün evlatlarımız, sapıklar tarafından bu kadar cendereye alınmışken, hatta sokağa çıkmaları bile yasaklanması gerekenler tarafından cinsel bir meta gibi görülüyorken biz önce nereye bakmalıyız? Ülkenin geleceğini, sosyolojik ve psikolojik dengesini, ahlaki dokusunu ve aile sağlığını tehdit eden en büyük sorun bu! Artık isyan eden, susmayan çocukların sesini duyurmak, sorunu gündemde tutmak, bu sorunun çözümü için bir kibrit yakmak herkesin görevi. Çocuğa cinsel istismar nedeniyle gözaltına alınan sözde şeyhleri, din adamlarını, öğretmenleri savunmak için adliye önlerinde gösteri yapan; “müstehcen eserler var” diye sergi basıp sergi kapattıran, taciz ve tecavüzü dine alet ederek meşru göstermeye çalışanlar “haksız” olduklarını bilerek bunları yapıyorsa, mağdurlar için ses yükseltmek, haklı insani tepkileri vermek en çok da siyasetçilerin ve medyanın görevi olmalı. “Mış” gibi yapanlarla gerçekten elini taşın altına koyanlar arasında resmen gözle görünür bir sayı eşitsizliği var.

İrem N.: Kitaptan terapi ve rehabilitasyon ile mağdurların hayatlarında iyi bir noktaya gelebilecekleri çıkarımını da yapabiliyoruz. Terapi almayan ve rehabilitasyon imkânı olmayan mağdurları nasıl bir hayat bekliyor? Bu bireyler için devletin ve sunabileceği çözümler sizce nelerdir?

İklim B.: Aile içinde çok defa ensest ilişkiye maruz kalan, tacize ve tecavüze uğrayan çocuklardan bahsediyoruz. Ebeveynler iki uca savruluyor. Ya aşırı baskıcı ve otoriterler ya da ilgisiz ve yok hükmündeler. Çocuklar da uçtan uca savruluyor. Bazıları başlarına gelenleri “kader” diye kabullenip kimselere görünmeden, asosyal bir şekilde yaşamaya çalışıyor. Büyük kısmı ise kendini ifade edemeden isyana dönüştürüyor yaşadıklarını. Depresyonda, takıntılı, hayata küsmüş, aşırı öfkeli, çeşitli kişilik bozukluklarından mustarip bir sürü kırgın çocuk hayatta kalmaya çalışıyor. Hayata sağlıklı bir şekilde katılabilmeleri için mutlaka psikolojik destek almaları gerekiyor. Kitapta ve görüştüğüm diğer çocuklarda bu desteği alanların hayat konforunun değişimiyle ilgili çok güzel örnekler var. Ruh sağlığı ve iç huzuru olmadan, bunca acıyla topluma karışan bu yalnız ve sevgisiz çocuklardan ne bekleyebiliriz ki? Hakkımız var mı onları yargılamaya?  Bu konuda yetkililere ilk önerim, her mahallede bulunan kamu sağlığı merkezlerinde ücretsiz psikolog desteği sağlanması. Psikolojik desteğe isteyen her aile ve her çocuk ücretsiz bir biçimde ulaşabilmeli. Eğer gerçekten çözüm aranıyorsa, samimi bir şekilde çocuklar korumak isteniyorsa, elimdeki verilerle ben ve bu konuda yetkinliği olan herkes bilgi-öneri paylaşmaya hazır. Ama dedim ya, gerçekten çözüm arayan varsa!

İrem N.: Görüştüğünüz aileler ve çocuklarla alakalı sizin açınızdan endişe verici bir mevzu yaşandı mı? Ses olduğunuz aileler kadar sesi çıkmayan ama sizin ses olmanızı isteyen başkaları da var mı? Aslına bakarsanız kısaca bu çok önemli çalışmanın devamı gelecek mi, diye merak ediyorum.

İklim B.: Son dakikada vazgeçen, anlattıklarını kitapta paylaşmamı istemeyen çok aile oldu, doğrusu. Birtakım kaygılar ve korkular yaşadılar. Onun dışında bir mevzu yaşamadım. Bu çocukların başına gelenlerin dinle, imanla, siyasi görüşle ya da mensubu oldukları vakıf-cemaat kurumlarıyla hiç alakası yokken aileler bu cendereyi aşamıyor çünkü. Oysa bizim sahip olduğumuz değerler ve inancımız bu sapkınlığın karşısında olmayı gerektiriyor. Öyle kutuplaştırılmışız ki birçok aile onlarla dini konularda konuşabilmemi, inanç ve bilgi sahibi olmamı şaşkınlıkla karşıladı örneğin.

İrem N.: Çocuk istismarı meselesi her türlü inanç sisteminden, siyasi kimlikten bağımsız bir şekilde ele alınmalı oysa. Meselenin böyle bir boyut kazanmasını anlamak zor ve gerçekten üzücü.

İklim B.: Kesinlikle. Hep bunu anlatmaya çalışıyorum. Her türlü inancı ve kimliği kapının dışında bırakmalıyız. Sadece ve sadece çocuklarımıza sahip çıkmak noktasında ele almalıyız bu hayati meseleyi.

Yaşadığı rezaleti anlatmak isteyen çok fazla genç var ve ben süreçte çoğuna yetişemedim. Daha da vahimi ne, biliyor musunuz? Kitap çıktıktan sonra sosyal medyadan orta yaşın üstündeki bir sürü insandan da mesajlar aldım. Geçmişte tecavüz mağduru olduklarını beyan ediyorlar. Yaş kaç olursa olsun asla unutulmayan, kabuk bağlamayan, acısı hep sızlayan bir yara; istismar ve tecavüz. Kimsenin kimseyi bu yaranın acısıyla yaşamaya mecbur bırakmaya hakkı yok. Toplum, aileler ve öğretmenler, en önce de devlet ve yasalar bu konuda ciddi çalışma içine girene kadar dinlemeye, yazmaya; gücüm yettiğince bu insanların seslerini duyurmaya devam edeceğim. Tabii ki çalışmamın devamı gelecek. Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!

İrem N.: Cesaretiniz, azminiz ve güçlü duruşunuz için ve bu güzel söyleşi için hem size hem de hikayelerin sahiplerine tekrar teşekkür ediyorum. Kitabın gerekli farkındalığı yaratması ve en uygun yerlere ulaşması için bir katkıda bulunabildiysem ne mutlu bana. Hem size hem de yaşama sarılma dirayetini takdire şayan bir başarıyla gösteren hikâye sahiplerine yol açıklığı diliyorum.

İklim B.: Asıl ben size teşekkür ederim. Kanayan bu yaraya merhem olmak için verilen her emek, her kişi kalbimde kocaman bir yer kaplıyor. O yüzden katkınız paha biçilmez. Çok çok sağ olun.

Rızası Yok
İklim Bayraktar
Destek Yayınları
Araştırma / 232 sayfa

Yukarı