Hepimiz Minik Serçe’nin Kanatlarından Düştük / GÜNEBAKAN 13 / Yaşar Ercan
27.05.2024
Sınıftaki dolabı temizlerken bir yerel gazetenin eski birkaç sayfasını buldum. Dönemin Kahramanmaraş Belediyesi Başkanı Mustafa Poyraz şöyle diyor: “Karasu’yu isaleye aktardık. Kahramanmaraş’ın 100 yıllık su sorununu çözdük.” Bu sözün üstünden on beş sene geçmiş. Maraş’ta içme suyu sorunu var. İsale hatları sorunlu. Depolar sorunlu. Kaynak suların ıslahı sorunlu. Biz son iki yıldır hazır su içiyoruz. Ancak politikacıya bakılırsa 100 yıl su sorunumuz olmayacakmış. Anlatımın sözlü kültürünü masalcılar değil politikacılar sürdürüyor.
28.05.2024
“Etrafımızı sarıverecek / Bir boşluk ki asla bitmeyecek /
Her şey bir anda anlamsız gelecek / İşte biz o gün tükeneceğiz”
Yitirilen değerli bir şahsiyetin ardından üzülmeyi severiz. Vaktiyle nasıl değerini bilemediğimizi, böyle bir insanın yetişmesinin çok güç olduğunu söylemek bu işin yazısız kuralıdır. Dolayısıyla mümtaz kişiler ölmeden değeri anlaşılmaz bizde. Döneminde Yunus Emre şiirleri yasaklanmış. Karacaoğlan hor görülmüş. Âşık Veysel alçakgönüllülüğüyle aydın küçümsemesi arasına sıkıştırılmış. Âşık Mahzuni Şerif’e, Abdürrahim Karakoç’a, Neşet Ertaş’a hiç değinmiyorum bile. Sanatçıya yaşarken değer vermeyi bilmiyoruz. Toplumsal kötü bir alışkanlık bu. Şarkılarıyla türküleriyle şiirleriyle duygulanıp kendimizden bir şeyler bulduğumuz sözlerin sahiplerine sözgelimi toplumu yozlaştıran bir politikacıya verilen değer kadar bile değer vermiyoruz. Sanatçının ardından sazı asılsa da sözü dillerden düşmüyor. Bir kültür inşa edilecekse buradan başlanmalı; bizi bize anlatan güçlü kalemlere vaktinde sahip çıkarak. Beş yüze yakın şiir/şarkı sözü ve bestesiyle Türk pop müziğinin büyük ustası, Türk halk edebiyatının bana göre önemli bir temsilcisi olan Sezen Aksu’yu popüler kültüre kurban etmeden değerini bilmek gerek örneğin. “Hepimiz Gogol’ün paltosundan çıktık.” diyen Dostoyevski günümüzde yaşayan bir pop şarkıcısı olsa muhtemelen benzer sözü Sezen Aksu için kullanır; “Hepimiz Minik Serçe’nin kanatlarından düştük.” derdi.
29.05.2024
Birkaç haftadır halısahaya gidiyoruz. İlk maçta çok hamlamışız, vücudun açılması, alışması lazım dedim. Kasların ağrısını uzun süre hareketsiz kalmaya bağladım. Spora başlayanların genel sorunudur hamlık. Haftada iki maç daha iyi gelir dedim. Ancak gençlik gücünün vücuttan yavaş yavaş gittiğini düşünmeye başladım. Tabii bu bir süreç. Koronavirüs salgınıyla başlayıp evlere kapandığımız günlerin alıştırdığı tembellikten pek şikâyetçi olmamıştım açıkçası. Vücudun kitle indeksi bozulurken biraz canım sıkılsa da çabuk alışmıştım aldığım kilolara. Dışarı çıkmadan işlerimi hallediyor, çıkmak zorunda kaldığımda da araba kullanıyordum. Bu istemsiz bir alışkanlık oluşturmuş olmalı ki yürüyüş mesafesinde olan yapılacak günlük işlerde bile araba kullanıyorum. Konfor alanı oluştuktan sonra yürümek zor geliyor tabii. Spor kültürümün olmasına rağmen zor geliyor. Her şeye oturduğu yerden ulaşmanın insan hayatını kolaylaştırdığını sanıyordum, halbuki benim için içten içe zorlaştırmış. Sahip olduğum en değerli hazineye ihanet etmişlik hissi yaşıyorum.
30.05.2024
Tabutta Rövaşata filminde kucakladığı tavus kuşuyla kaçarken kameraya yansıyan yüz ifadesiyle kazınmış zihnime Ahmet Uğurlu… Koca burnu, yayvan yüz yapısı, kıvırcık saçları, sakin tavrı bir sinema karakterine can vermekten ziyade bir tipin sinemaya uyarlanmasına olanak sağlıyordu. Sinematik bir tipe sahipti. Kendiliğinden sinema oyuncusuydu. Yaşam sinemasından beyaz perdeye yansıyan güçlü bir oyuncu. Yattığı yer incitmesin.
***
Mekân yaşantımızda olduğu gibi kurmacada da önemli yer kaplıyor. Her ne kadar mimari estetik algımız zayıf olsa da sofasız, verandasız, panjursuz, nişsiz öykü yazmıyoruz. Yaşadığımızla yazdığımız yerler birbirinden farklı. Kurmacanın sunduğu geniş yazma alanında mekânın çeşitlendirilebilir olması kuşkusuz ancak yazarın yaşadığı alandan yansımalar yerine mekânı da kurması, mekânı bu coğrafyada görülmeyen mimariyle kurması yabancılaşma gibi geliyor bana. Sözgelimi rezidans, plaza, villa, tiny house içeren geniş bahçeli, havuzlu öyküler Türk edebiyatına dahil edilmeli mi bu tartışılmalı. Sac kaplı çatılar, damlar, dip dibe yükselen apartmanlar, plastik pencereler, demir ve ahşap kapılar, dar kaldırımlar, bir şehir plancısının elinden çıkmamış dar ve çarpık sokaklar bizim gerçeklerimiz. Çağdaş öykücülerde bunları göremeyince garip karşılıyorum.
31.05.2024
Nikolay V. Gogol’ün Bir Delinin Hatıra Defteri adlı öyküsünden uyarlanan aynı adlı tiyatro oyununu uzundur izlemek için fırsat kolluyordum. Yanılmıyorsam oyunu Türkiye’de ilk kez Genco Erkal oynamıştı. Oyunun kayıtlarına ulaşamadım. Erkal’ın ardından birçok tiyatro oyuncusu bu oyunu oynadı. Her biri kendi içindeki deliye gömlek giydirerek izleyiciyi sahneye davet etti. Delirme anlarının kolektif oluşundan mıdır bilinmez, delilik anlatan hikâyeler herkesi bir parça içine çekebiliyor. Belki bu yüzden yalnız kalınan anlarda başkalarının yanında yapıldığında utanılacak davranışlar sergilenip saçma bir rahatlama yaşanabiliyor.
Salgın döneminde Erdal Beşikçioğlu’nun oynayacağı oyun için bilet almış, koronavirüse yakalandığım için oyuna gidememiştim. Nihayet bu akşam oyun NFK’de oynandı. Tek kişilik gösterideki karakter İvanov Poprişçin’i Oğuz Öztaş canlandırdı. Oyuncu değerli bir performans sundu. Oyun bittikten sonra zihnimde kendiliğinden yeniden başladı. Bu kez ben oynadım. Aslında hep ben oynuyorum. İspanya Kralı olamasam da.
01.06.2024
Yaz geldi. Yazın gelmesi birçok şeyin habercisidir. Örneğin pastel renklere bürünür doğa. Tüm hayvanlar uyanır. Çiçekler yerini meyveye bırakır. Meyvesiz çiçekler kurur. Her yönüyle canlıları harekete geçiren bir mevsimdir. Bölgemizde ise kurak ve sıcak geçer. Hele nem de yükselirse nefes alınamaz bir sıcaklık çatılarımıza vurur. Toprağı kavurur ha kavurur. Gölgelere sığınırız. Gölgelerin sıcaklığı bir nebze olsun tahammül edilebilirdir. Dondurmayı kutsar, klimayı icat edene dua ederiz. Sıcak, ülkemizin güneyinde ete kemiğe bürünür, kapı kapı dolaşır. Yazı bir serçenin gagasının titreyişinde görmediyseniz romantik bulabilirsiniz. Patisi yanan kedilerin, dili damağına yapışan köpeklerin talihsizliği kader değildir oysa. Her birinin tıpkı bizim gibi suya ve serinlemeye ihtiyacı vardır. Yaz geldi demek kapılarınıza, balkonlarınıza bir miktar su bırakın demektir. Yaz geldi.
02.06.2024
Hemen hemen yirmi senedir sosyal medya haricinde görmediğim çocukluk arkadaşım Hasan abiyi gördüm trafikte. N’aber lan dedi. Hiç garipsemedim. Çocukluktan kalma samimiyetle gülümseyip korna selamıyla yolumuza devam ettik. Çocukluk arkadaşları çeyiz sandığına saklanmış anısı olan düğün armağanları gibi hiç eskimiyor. Kaç yaşarsak, ne yaşarsak yaşayalım içtenliğini bir şekilde koruyor.