Çıkış Yok / Ayla Burçin Kahraman

Çıkış Yok / Ayla Burçin Kahraman

Gece. Titriyorum. Demiri bile eritecek bu havada üşüyor muyum? Yatağın üzerine öylece bırakılmış şekilsiz hamur kütlesiyim. Sıcak vurdukça genişliyor, yayılıyor, çarşafa yapışıyorum. Bedenim pis kokulu, tere batmış. Karşımda küf lekeli duvar. Ortasında bir takvim. Yaprakları sararmış yıllanmaktan. Mürekkebi duvarın rengine karışmış. Nemli, küf kokulu. Son yaprağı, eskilerde bir güne takılı kalmış. Kim doğdu, kim öldü, tarihte o gün ne oldu bilmiyorum. Sessizliği dinliyorum yattığım yerden. Sessizliğin sesi olur mu?

Nemli çarşafta gezdiriyorum parmaklarımı nefes almadan. Sağ yana, sırt üstü, sol yana, sırt üstü.  Sabah olmak bilmiyor. Bir ruhun bedenden ayrılışı gibi yattığım yerden yavaşça doğruluyorum. Gözlerim odanın boşluğunda.  Yer yer kabarmış duvar boyaları, kurşun kalem harita çizimlerini andıran sıva çatlakları, perdesiz pencere. Camlar açık olduğu hâlde saksıdaki menekşenin yaprakları kımıltısız. “Yalnızlığını bil,” der gibi bakıyor bana. Unutulduğumu yüzüme vuruyor mağrur duruşuyla, hissediyorum. Dalsız budaksız kuru bir ağaca benzetiyorum o ân kendimi. Çölün ortasında tek başıma. Saçlarım terden sırılsıklam. Yatağın ayakucunda duran havluyu alıp enseme doluyorum. Demirin havluya bulaşan serinliğine tutunup odanın ortasına kadar gidiyorum ne yapacağımı bilmeden. Sonra pencereye. Dışarı bakıyorum. Karşıya. Aydınlığı tutsak eden karanlığa. Bitmek bilmeyen. Uzaklardan bir kuş çığlığı duyuluyor, sokaktan geçen çöp arabasının gürültüsü karışıyor çığlığa. O kısacık zamana bırakıyorum kendimi. Boşlukta süzülen martıyım şimdi. Kollarım, kanatlarım. Uçuyorum bulutların üstünde.  Tüylerim çamurlu. Kanatlarımı açtıkça genişliyor, bir yükselip bir alçalıyorum. Koca koca binalar küçülüyor, insanlar görünmez oluyor. Tepeler, ormanlar, kıvrım kıvrım yollar aşıyorum.  Aşağısı deniz, yukarısı gök. Her yer mavi. Ansızın bir korku kaplıyor içimi.  Göğsüm şişiyor, ağzım dilim kupkuru. Çırpınıyorum. Ne kadar çabalasam nafile. Kanatlarım birer kaya kadar ağır. Düşüyor muyum? Tüneyecek tek dal yok. Denizler de gökyüzüne dâhil mi, bilmiyorum.

Masaya yöneliyorum. Üzerinde yarısı içilmiş Maltepe. Okulun bahçesinde arkadaşlarla içtiğim ilk sigarayı hatırlıyorum. Kokusu burnumda. Nöbetçi öğretmenin düdük sesi. Yakalanışımız. “Çete mi kurdunuz lan?” İlk isyanım. Aldığım cezaya inat bir tane daha yakışım, acemilikten tiryakiliğe aynı gün terfi edişim. Gülümsüyorum. Parmaklarım paketin üzerinde. İçinden bir dal çekip yakıyorum. Ucunda kıpkırmızı ateş. Bir kıvılcım kafa tutabilir mi karanlığa? Ciğerlerim dumanla doldukça rahatlıyorum. Evden, yatağımdan uzakta geçirdiğim ilk gece düşüyor bu kez aklıma. Kılıfı sararmış yastık, keçeleşmiş battaniye, bir yemekhane dolusu yabancı insanla tabldottan yenen akşam yemekleri. Annemle babamı düşünüyorum sonra. Bensiz bir sofrada olduklarını getiriyorum gözümün önüne.  Dumanı tüten domates çorbası, ikiye bölünmüş taze somun karşısında tek kelime konuşmadan oturuyorlar. Boğazları da kilitli ağızları gibi, biliyorum.

Sigaramdan derin bir nefes çekiyor, içimde tutuyorum. Sonra burnumdan yavaş yavaş havaya. Duman kıvrılarak yükseliyor, yükseldikçe dağılıyor. İzmariti tablaya bastırıp bir tane daha yakıyorum. Bitmesini beklemeden bırakıyorum. Kalkıp lavaboya yürüyorum birden. Musluğu açıp ellerimi ip gibi akan suyun altına tutuyorum. Yüzüme, boynuma, saçlarıma çarpıyorum suyu. Musluğun çelik gövdesinde yansımam. Kısacık kesilmiş saçlarım, uzun yüzüm, sivri çenem artık yabancı bana. Kurşuni bulutların arkasındaki bu dipsiz bataklık gözler benim mi?

Geri döndüğümde sigaram sönmüş. İçi kitap dolu bavulumu dolabın üzerinden alıyorum. Üzerine dökülmüş sıva parçalarını elimle süpürüyorum. Rutubetli kâğıt kokusu yayılıyor etrafa. Kim bilir kaçıncı kez okuyacağım en üstteki kitap elimde. Güneş bir yerlerde doğmuş, bir yerlerde doğmak üzere. Zaman burada sabit, ilerlemiyor. Yeniden uzanıyorum yatağa. Düşünmek ve okumaktan başka yapacak şey yok. Gözlerim açık, gözlerim kapalı. Gelişigüzel yırtılmış bir gazete parçası düşüyor kitabın arasından göğsüme o an. Okuyamayacağımı bile bile gözüme yaklaştırıp bekliyorum. Karanlık dağılıyor sonunda, sakladığı renkleri bırakıyor bir bir. Gün önce alacalanıyor, sonra yavaş yavaş ağarıyor. Takvimdeki tarih bir gün daha eskirken görüntüler netleşiyor. Fotoğrafta bir grup genç. En önde ben. Eller kelepçeli. Altındaki harfler anlamsız şekillerden ibaret önce. Sonra birleşerek sözcüklere evriliyor. Sözcükler zihnimde imgeleniyor.  Tutuklama kararı. İhanet. Suç. Susma hakkı. Hukuk. Polis. “Örgüt mü kurdunuz lan?” Boğazıma kadar gelen isyanı yutup yumruğumu sıkıyorum. Titreyen parmaklarımın arasında tuttuğum sararmış gazete kâğıdını daha önce defalarca yaptığım gibi buruşturup yere fırlatıyorum. Zihnimin derinliklerine itmeye çalıştığım derinliklerinden kareler gün yüzüne çıkıyor. Üzerinden onca vakit geçmesine rağmen tekrar hatırlıyor, en canlı haliyle yeniden yaşıyorum.

“Vakit geldi. Bu akşam toplanıyoruz gençler. ”

“Bir olmak, birlik olmaktır. İsyan değil direniş bu unutmayın. ”

“İşaretimi bekleyin. Fişeği çakar çakmaz ara sokaklara dağılacağız.”

“Paniklemek, teklemek, terlemek, isim vermek yok.”

“Hakkımızı arayacağız oğlum.”

Dalga dalga yayılan kalabalığın içinde buluyorum kendimi. Üzerinden hiç zaman geçmemiş sanki. Dillerde, miadı asla dolmayacak parça tesirli sloganlar. Kol kola yürüyoruz. Bir anda savaş alanına dönüyor meydan. Şehrin dingin maskesi çoktan düşmüş, caddelerden ara sokaklara taşmış taşlı sopalı yığınla insan. Koşmaya başlıyorum. Menzili belirsiz, varışı imkânsız, bitmeyecek bir yol kavgası bu. Siren sesleri uğuldadıkça yüreğim ağzımda atıyor.  Kalın bir sis tabakasıyla kaplı her yer, göz gözü görmüyor. Üstüne basılan yaralıların, yerde sürüklenen bedenlerin görüntüsü silinmemek üzere belleğime kazınıyor. Bir daha silinmemek üzere. Asla çözülmeyecek bir karmaşanın içinde genizleri yakan biber gazı ve barut karışımı bir rüzgâr. Kulağımda yılların eskitemediği o marşın ezgisi. Nefesim sıklaşıyor, göğsüm hızla inip kalkıyor, bütün damarlarım genişliyor. Her yer bir anda maviye kesiyor. Hafifliyor, genişliyor, boşlukta süzülüyorum.

Demir kapı gıcırdıyor. Nöbetçi gardiyan havalandırma saatini haber verirken uzaklardan bir kuş çığlığı duyuyorum.

Yukarı