Hoşça Kal Mon Amour / Murat Ercan / Öykü Gazetesi 10’dan

Elindeki kanatları paslı kör makasla köşkün çürümüş merdivenlerini üçer beşer çıktı. Şu âna kadar kendinden emin, ne istediğinin ayırdında ve güçlü görüntüsünden taviz vermedi. Tavan arasına vardığında nefesi ensesinden alıyordu neredeyse. Bakışları ise az sonra vereceği buyrukların sinyallerini vermeye başlamıştı.
“Otur karşıma” diyerek tozlu koltuğuna yerleşti Baba Vanga. Son olarak fi tarihinde tıraş ettiği sakalları ve keçeden farksız saçları, entari denebilecek uzunluktaki pasaklı elbisesi, kirli tırnak araları ve sigara kokusu sinmiş bedeniyle çatı katının tam göbeğindeydi. Gerçek ismi bahsi geçirilen gibi değildi. Yarattığı gizemi koruma güdüsüyle kuşandığı bu hâl, bakışları ve suratı tam olarak Baba Vanga’yı andırıyordu. En azından Efsun için öyleydi.
Yaşlı kâhin, örümcek ağlarının desen çizdiği, rutubet kokusuyla dans eden, yaşlı bir babaannenin suratını andıran bu çatı katında antika dikiş kutusundan malzemeleri çıkarırken Efsun’un gözbebekleri yuvalarına dar gelmeye başladı. Kumaş parçaları, ipler, saçlar, boncuklar, şiş büyüklüğünde iğneler… Dudakları ve bacakları eş zamanlı titreyen Efsun, nefes almadan hatta gözlerini kırpmadan yaşlı kadının vücut diliyle anlaşmaya çalıştığı esnada tekinsiz bir çift göze yakalandı.
“Çok mu sevdin?” dedi Baba Vanga.
“Ço ço… Çok,” diyebildi Efsun, aksak ritimle.
“Bunun dönüşü yok biliyorsun değil mi?” deyince pasaklı kâhin, dilini midesine doğru seyahat hâlindeyken buldu Efsun.
“…”
“Hep böyle olur işte. Vicdan mahkemesi için biraz geç kalmadın mı küçük kız?” demesinin ardından şahin bakışlarıyla gözlerini kısıp kısıp büyüterek “Neyse, uzatmadan dediklerimi yap bakalım,” diye devam etti.
Duyduklarının idrakinde güçlük çeken Efsun, yaşlı adamın sağlayamadığı ağız göz koordinasyonuna karşılık, kafasını sallayıp onay vermekle yetinebildi. Baba Vanga diye nitelendirdiği karalar kuşanmış kâhinin bakışları gözlerinde, sesi tavan arasında asılı kalmıştı.
Yerinden kalkan kâhin, Efsun’la arasındaki boşluğa daire şeklinde mum dizdikten sonra, az önce seri hareketlerle beyaz kumaştan hazırladığı bez bebeği mumların tam ortasına yerleştirdi. Bu kadar çirkinini ömrü hayatında görmemişti Efsun. İri gözler, büyük dikişli bir ağız, üç beş tel saç, orantısız kollar ve bacaklar… Ani ve korkunç bir hamleyle yerinden doğrulup bez bebeğe doğru oldukça kuvvetli bir biçimde seslenmeye başladı:
“YANSIN YÜREĞİN, YANSIN KALBİNDE. ACIMI HİSSET VE BENİ ANLA.”
Sırtına ezkaza bir el dokunsa avazı çıktığınca bağıracak kıvama gelen Efsun, duyduğu iri sözler karşısında küçüldükçe küçüldü, biblodan farksızdı nihayetinde.
“BANA YAPTIKLARINI KALBİNDE HİSSET, ACIN DERİN OLSUN.”
Burnundan alması gereken nefesi ağzından alıp yine ağzından odaya saldı. Hatta püskürttü. Baş edemeyince soluğunu lağvetti.
“KARANLIĞIN EN KARANLIĞINDA, IŞIKSIZ YOLLARDA BUL KENDİNİ.”
Gözlerini sıkı sıkıya kapattığında yanıp sönen ışık huzmelerinin, birer zehirli hançer misali saplanmak suretiyle göz kapakları arasından gözbebeklerine doğru akın ettiğine şahit oldu.
“KARANLIK VE ŞEYTAN DOSTUN OLSUN, HÜZÜN VE KEDER SENİ BULSUN.”
Hançerin aniden iblise dönüştüğü gerçek olamazdı. Öylesine bağırmaya gebeydi ki, ağzına iblis tarafından devasa dikişler atıldığını sandı. Sanrının ötesinde bu bir gerçeklikti.
“MASUM OLANA KIYDIĞIN GİBİ SANA DA KIYILSIN. KÖTÜLÜKLER SENİ BULSUN.”
Eğreti ve çirkin dikişlerle düğüm düğüm yuvarlandığı belirdi gözbebeklerinde. Adanın yüksek ve dik yokuşlarından denize doğru yol aldığını, dikenlerce küfürlü bir yolculuğa maruz bırakıldığını sezdi.
“ACILARLA KIVRANIP YOKLUĞUMDA BENİ ÖZLE. SEVGİMİ HİSSET VE VARLIĞIMI GÖR!”
Nicedir sorguladığı varlığı, göz pınarlarından avuçlarına düştü. Cerahat kıvamında ve acıyla düşmüş olmasına karşın, Efsun’dan tek acı emaresi çıkaramadı.
Sessizlik.
* * *
Kâhinin attığı tirat karşısında bibloya dönen Efsun, konuşmak istese de beceremedi. Cümleler odanın içinde dörtnala koşarlarken büyük harflerin arasında kaybolduğunu hissetti. Ne zaman ağzını açmak istese, harflerin keskin köşelerine çarptı.
Tek istediği Karan’ın kendisine dönmesi ve eskisi gibi sevgi dolu davranmasıydı. Duydukları çok acımasızdı. Evet, onun uğruna yaptıklarını ve kalbini kalbinde hissetmesini istemişti. Evet, onu özlemesini ve varlığını görmesini istemişti fakat acısının derin olmasını, karanlıkta şeytana yoldaşlık etmesini, kederli olmasını, kötülüklerle savaşmasını ve acılar içinde kıvranmasını asla istememişti. Zaten insan sevdiğinin başına bu felaket senaryosunun gelmesini ister miydi?
“Ne duruyorsun? Hadi tekrar et!”
“Edemem… Hatırlamıyorum… Çok kötü.”
“Anlaşıldı, sen bu işi beceremeyeceksin. Ne diye yolluyorlar ki senin gibisini.”
Kâhin, Efsun’un teyzesine sitem etmişti. Sitemin daha büyüğünü saatlerdir Efsun’un kendisi hem bedenine hem ruhuna zerk ediyordu zaten. Niye uymuştu teyzesinin aklına? Minibüs, metro, vapur derken taa Adalar’a gelmişti. Eline geçen korkudan başka ne vardı peki? “Ah kafasız Efsun, ahh!” deyip durdu ağzının içinden, dua ediyormuş gibi. Kâhinin sinir katsayısı her dudak kıpırtısında katlanarak arttı. Büyüdü. Büyüdü. Büyüdü. Çığ oldu.
“Kes şunu artık, duanı başka zaman edersin ahmak!”
Efsun’un göz pınarları küflü çatı katında düşük bütçeli bir doğa felaketi yaratacaktı ki, kâhin durumun vahametini fark edip başına iş almadan bu sersem aşığı konaktan yollamaya çalıştı.
“Al şu bebeği, her özlediğinde, gönlüne kul, kapına pul olmasını istediğin anda –bebeğin kalbini işaret ederek- tam bu noktaya şu en büyük iğneyi batır. Her iğne darbesi onu sana biraz daha yaklaştıracak. Günbegün eriyip bitap olmak istemiyorsa soluğu kapında alır. Hepsi bu kadar. Hadi ağlamayı kes ve git buradan küçük hanım!”
Amerikan güreşi yapmış kadar yorgun düşen Efsun, teyzesinin verdiği para kesesini Baba Vanga’nın minderine bırakır bırakmaz bebeği de alarak konağın merdivenlerini gezgin bir ruh edasıyla üçer beşer indi. Kapıdan değil de duvarı delerek geçti sanki.
Az evvel yaşananlar söze gelemezdi. Kâğıda dökülmek istense, ifadeye teşbih yetmezdi. Canlandırılsın denilse, mahir bir oyuncu bulunamaz. Dev masalları bile daha inandırıcı gelirdi.
“Bu yüzyılda bir bez bebeğin kalbine batırılan iğne, ölmüş hormonu diriltemez ya. Hem bez de olsa şuncağıza nasıl batırılır? Aşk, bu değil ki. Aşk, bu değil,” demesiyle sağ koluna çarpan faytonun metal ağırlığını hissetti. Koskoca Büyükada’da faytonun tahtası değil, metal kısmı denk gelmişti. Akışa inanan, her yaşananda bir işaret arayan Efsun, olduğu yere çöküp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Gelen geçenin meczup demesine aldırmadan ayaklarını yere vura vura haykırdı.
Eski bir konakta hazmedemediği yaşananları kusuyordu adeta. Susmadı. Susturamıyordu gözlerini. Tam kalkacak gibi olup yerden destek alacaktı ki, elinin derin bir sıcaklığa kavuştuğuna şahit oldu. Evet, hızlı koşan Efsun’un bokla buluşması kaçınılmazdı.
Allah’ın cezasını verdiğini düşünerek çığlık kıyamet vapur iskelesine kadar koştu. Her bakanı, akan rimelleriyle susturdu. Denize karışacak kadar kuvvetli dökülen gözyaşlarını cildine yedirdikten sonra vapurun burnuna yerleşti. Gözlerini kapattığı anda Karan’la sevişir gibi oldu. Tenine değen rüzgâr her uzvunu okşadı. Elleri tüm vücudunu yavaşça dolaşmaya başladı. Az önce ağlayan kız, şuh bir kadına dönüvermişti. “Ah aşk,” dedi, gerisini getiremeden yutkundu. Hazmına zaman kazandırdı. Sevişirken aldığı hazzı denizin ve esintinin kollarında arıyordu. Elinden düşen bez bebekle ânın tılsımını yitirdi. Apansız.
Yerden aldığı bez bebeğin evvela kalp hizasında duran bez parçasını söküp attı. Kalp mühimdi. Ardından bebeğin yüzünü severek, bez bedenini özgürleştirmek hasebiyle Boğaz’ın serin sularıyla buluşturdu. Artık özgürdü. Kendisi de bu özgürlükten pay biçti. Çünkü aşk, böyle bir şey değildi. Dili yoktu. Aynı oranda imanı da. İğneli fıçıya dönmüş bir kalbin kapısında paspas olması işini göremezdi. Aşk güzeldi. Sevişmek de. Hatta Karan da çok güzeldi fakat Efsun karşının taksisiydi. Yönünü değiştirdi. Baba Vanga’ya, bez bebeğe, iğnelere, faytonlara ve at bokuna arkasını dönerek kulaklığındaki ritme kaptırdı cılız bedenini. Tümünün canı cehennemeydi.
Sahi, denizin suyu tersine mi akıyordu?
OKU ve/veya İNDİR ▼
SAYI 10 / 01 Temmuz 2024
Çizim: Azra