Bir Eskişehir Düşmanı! / Haydar Ergülen – ÜZ/GÜNLÜK 9 –
Bilenler vardır, şiir ya da deneme kitaplarımdan birini ya da birkaç yazımı okuyan biri Eskişehirli olduğumu, onu ne çok sevdiğimi, andığımı bilir. İflah olmaz bir Eskişehirli ve kopkoyu bir Eskişehirsporlu olduğumu da ben her fırsatta dile getiririm.
Yıllar önce diye yazdım, sonra tarihine baktım, sözün gelişi değil hakkaten 12 yıl önceymiş. 2012’nin Kasım ayı. O sıralarda Cumhuriyet gazetesi kültür sayfasında, her hafta Pazartesi günü bir köşeyazısı yazıyordum. O günlerde İslamcı bir yazar Eskişehir’e gittiğini, çocukluğunda babasının görevi nedeniyle, sanırım 6-7 yıl kadar kaldığı bu şehrin eski saflığını yitirdiğini, dokusunun bozulduğunu, gece şehrin girişinde fahişelerle karşılaştığını, travestilerin dolaştığını yazıyor, Eskişehir’in ahlaksız bir şehir haline gelmiş olmasından dolayı da üzüntülerini belirtiyordu gazetesindeki köşesinde.
Anımsıyorum bu yazı o yıllarda Eskişehir’de tepkiyle karşılanmış, yerel gazeteler, iş insanları, yurttaşlar protesto etmişler, hatta o zamanın AKP’li Odunpazarı Belediye Başkanı hemşehrimiz Burhan Sakallı da o yazarın görüşlerine karşı çıkmıştı.
Ben gibi bir Eskişehir âşığı, fanatiği durur mu, ben de hem sosyal medyada vermiş veriştirmiş hem de Cumhuriyet’teki köşemde öfkeli değil dalga geçer biçimde, ironik diyorlar buna, bir yazı kaleme alarak Eskişehirli hemşehrilerimin ve şehri sevenlerin hislerine gülümseyip gülümseterek tercüman olma yolunu seçmiştim. Sözkonusu yazarın nerdeyse günah şehri ilan ettiği şehrimin tek suçu, hiç olmazsa belediyelerinin de katkısıyla özgürlüklere saygılı, halkının da sakin, daha çok laik eğilimli insanlardan oluştuğu, böylece kentin genel havasıyla yaşanabilir, öğrencilerin, gençlerin mahalle baskısına uğramadan okuyabildiği, sevebildiği, arkadaşlık edebildiği, bir ‘damat’ deyimiyle, bak burası çok önemli, kadınların, genç kızların günün ve gecenin her saati rahatça dışarı çıkıp dolaşabildiği, bara, meyhaneye gidip içki içebildiği bir yer olmasıydı. İstiyordu ki o yazar ve benzeri düşüncedekiler, ruhunu, gününü, geleceğini, gençliğini kararttıkları pek çok Anadolu kenti gibi, kadınlar, genç kızlar sokaklarda yalnız dolaşamasınlar, gece hava kararınca dışarı adım atamasınlar, içki mi, Allah muhafaza, hele bi denesinler de görsünler, linç edilirler, el ele tutuşamasınlar, öpüşemesinler, gözlerini kaldırıp karşısındakine bakamasınlar!
Memlekette sonraları Afganistan’da Taliban rejimi kurulunca, onu mazlum halkların emperyalizmi yenmesi olarak alkışlayan döpiyesli tayyörlü, saçları yapılı, cumhuriyetçi hanımlar da görecek ve bipolar ya da şizofren bir ülkede yaşadığımızı düşünecektik.
Ezcümle “Eskişehir’e Gidecek Olanlara Bazı Uyarılar” başlığıyla köşeyazısını yazdım. Şöyle başlıyordu: “Bugünlerde Eskişehir’e gitmeye niyetiniz varsa, bu yazıyı okumadan yola çıkmayın. Aslında Eskişehir’e gitmeyin, yoldan çıkmayın demek istiyorum ama, illa gitmek istiyorum, sorumluluk benim diyorsanız, yapacak bir şey yok, buyrun güle güle gidin Eskişehir’e. Gidin de benim uyarılarımı da gözardı etmeyin lütfen.”
Uyarılarıma bu cümlelerle başlamış, sonra da “Efendim eski bir Eskişehirli olarak öncelikle şehre gece gitmemenizi salık vermek durumundayım. Olur a, yalnızca Eskişehir’e mahsus bir grup olan travestiler çıkar karşınıza! Onlar adamı ham yaparlar! Ne bileyim sonra eşcinsellerle filan karşılaşabilirsiniz, onlar da sizi “düz” yolunuzdan, değil mi efendim, çevirmeye kalkarlar!”
Bu minvalde sürüyordu yazı, hemen devamında bu kez, bu ‘güzide’ öğrenci kentinde kötü alışkanlıklar edinen genç kızların varlığına dikkat çekiyor, bunların önünün alınması için gerekenin yapılmasını istiyordum: “Bu da ne, gecenin 10’unda, üniversiteli bir kız sokakta geziyor, yok mu şu Eskişehir’in, Mardin’deki gibi ahlak ve namus abidesi bir Yeşilay başkanı? Sonra iki kılıksız oğlan, kafayı da mı çekmişler ne, bir de üniversiteli olup topluma örnek olacaklar!”
Büyükşehir, Tepebaşı ve Odunpazarı belediye başkanlarını da andıktan sonra, Porsuk kıyısına gidiyor ve oradaki serbest yaşantıdan duyduğum şaşkınlığı aktarmaya çalışıyordum: “O da ne, Porsuk kıyısında el ele tutuşmuş genç kızlar, delikanlılar geziyor, nehirde kayıklar yüzüyor, kayıkların içinde çiftler var, şimdi bunlar, “Bir tenhada can cananı bulunca…” dediği gibi Neşet Ertaş’ın, tövbe tövbe… Ne opera binası mı, tiyatro salonu mu, senfoni mi? Allah’ım sen benim aklıma mukayyet ol!”
Yazının bir kaç bölümü daha var, şehrin şairlerinden, Yunus Emre, Nasrettin Hoca gibi değerlerinden söz ettiğim. Ama sadede gelelim, yazının da sonuna gelelim: “Eskişehir çok tuhaf! Sakallısı, takkelisi, başörtülüsü de var, kravatlısı, mini eteklisi, başı açığı da! Burası bana göre değil, ben ufak ufak gideyim! Bu görüp anlattıklarımdan sonra hala Eskişehir’e gitmek istiyorsanız da gidin, ne haliniz varsa görün! Ben daha da gitmem!”
Yazı 5 Kasım’da yayımlandı ve inanılmaz bir tepkiyle karşılaştı! Yerel gazeteler “Eskişehirli şair şehrine hakaret ediyor!”dan, “bu şehrin çocuğunun yetiştiği yere ihaneti”ne dek manşetler attı, köşeyazarları hayal kırıklıklarını dile getiren sitemkar yazılar kaleme aldı. En anlayışlısı bile, Eskişehir için yazdığım şiirleri de anımsatarak üzüntüsünü belirtti. Fakat asıl okur yorumları, yüzlerce yorum, solcusundan Kemalist’ine, ülkücüsünden tarafsızına küfür kıyamet hakaret doluydu hepsi! Eğitimlisi, az eğitimlisi, hepsi de beni yobazlıkla, gerikafalılıkla, çağdışı olmakla suçluyordu, ne ironiyi anlayan vardı ne o yazarı ti’ye aldığımı! Tabii “Ben daha da gitmem!” esprime karşılık, ‘sakın bir daha gelme, karşında bizi bulursun’, ‘Eskişehir’e gelmeyi bırak, yakınından bile geçme’ diyenine dek, Eskişehir müdafaası yapıyordu şehrim insanı! O kadar yanlış anlaşılmışım, küfrü hakareti yemişim, ne gam, gözlerim doldu, galiba gönlüm de,
“canım hemşehrilerim” dedim kendi kendime, “benim yazımın ironik olduğunu, hiciv, taşlama içerdiğini anlamamışsınız ama olsun, şehrimi nasıl cansiperane savunmuşsunuz böyle, ölsem gam yemem gayrı!”
Ertesi hafta “zorunlu açıklama” klişesinden mülhem, “Zorunsuz Âşıklamalar” başlıklı bir yazı yazmıştım ama bu da etkili olamamıştı. Şarkının “Beni anlamadın ya, ben ona yanıyorum” dediği gibiydi durum. Eskişehir düşmanı ilan edilmiştim, yıllar sonra da başka bir nedenle “halk düşmanı” ilan edilecektim, onu da anlatırım nasılsa, maksat üz/günlük olsun üç günlük dünyada!