İmza Mühim / Seher Tanıdık

Öyle konular vardır ki konuşmak için en uygun yer gözlerden uzak bir parktır.

Yağmur sonrası ortalık sakin. Cılız eylül güneşinin kuruttuğu banktan çürümüş ahşap kokusu yükseliyor. Yerler ıslak, kaygan. Ben de şu çimenlerde parlayan su damlasıyım, üzerime basanın ayağını kaydırırım.

Sırtımı dikleştiriyorum. Aldığım nefesler içimdeki alevi serinletmeye yetmiyor. Cüzdanımdan çıkardığım kâğıdı kat yerlerinden açıp karşımda oturan kadına uzatırken ellerimin titremesine mâni olamıyorum.

“Sekreteri değil misin, kocamın imzasını tanırsın,” derken midem bulanıyor. Ne zaman stresli olsam midem bulanır.

Sayfanın üstündeki şirket logosunu, yazıyı falan hızla geçip en alta bakıyor. Masmavi parlayan imzayı görünce nasıl da donup kaldı haspam. Haşmetli bir imza var orada; kocamın pek kıymetli Mont Blanc dolma kalemiyle atılmış, egosu kadar büyük bir imza.

Başını kâğıttan kaldırıyor. Ağzını açmasına fırsat vermemeli:

“Dün akşam öğrendim kocamın beni aldattığını. İkinizi o kafede birlikte görünce… Hemen fotoğrafınızı çektim tabii. Eve dönünce aldım karşıma, onu boşayacağımı söyledim.”

“Kocanızla sizin sandığınız tarzda bir ilişkim yok hanfendi,” diyor ağzını yamulta yamulta. Yüzünün ifadesi değişmiyor bile. Ne istiyor bu kadın benden, der gibi bakıyor. Alaycı, umursamaz, vurdumduymaz. Gençliğe yakışan bu özgüveni ben ne ara kaybettim?

“Bırak bu saf ayaklarını. İyi bilirim sesin gibileri. Hem… Kim kabul etmiş yediği haltı? Sen iş üstünde yakalansan ne olur? Kim itti beni buraya dersin. Kocamla ilişkin olduğunu inkâr edemezsin, çünkü o dün gece her şeyi itiraf etti.”                                   

Göz bebeklerine yürüyor korku. Önce öfkeyle büzülüyor dudakları, hemen sonra aralanıyor. Bir şey diyecek. Hayır! Henüz değil!

“Bunları görüyor musun?” derken çantadan çıkardığım fotoğrafları masaya fırlatıyorum.  Kocam ve yanında tüm tazeliğiyle gülümseyen o kadın. Gözüyle görenlerin, görmese de sezenlerin, aldatıldığına ihtimal vermeyenlerin, aklından bile geçirmeyenlerin; hülasa tüm kadınların korkulu rüyası, o kadın. En üstteki fotoğrafı alıp bir hışımla kadına uzatıyorum:

“Dün akşam şirketten kocamla birlikte çıkıyorsunuz. Sekreteriyim, normaldir diyeceksin. Peki ama… Patronun elinin ne işi var senin belinde? Bak! Şirketin karşısındaki kafedesiniz, birlikte kahve içiyorsunuz. İşte delillerim. Kocam da dün gece aynı böyle bakakaldı bu fotoğraflara. Pusup kaldı karşımda.”

Bankın ucuna çekmiş kendini, kaşlar havada. İri dudakları nasıl da titriyor. Alnında tek çizgi yok. Kaç yaşında bu? Yirmilerin başında. Ben de böyle genç miydim bir zamanlar?

“Boşanmakla benden kurtulamayacağını söyledim. Donuna kadar soyup alacağımı söyledim. O zaman kocamın da gözleri büyüdü böyle. Seninkiler gibi kocaman oldu. Tüm servetini ev hanımı karısına kaptırmak zoruna gitti tabii. Bu işin matematiği bu güzelim. Bir yanlış bütün doğruları götürüyor bazen.”

Ucuz, mavi bir farla boyamış badem gözlerini. Gözleri tazecik. Nerede benim torbalanmış gözlerim, nerede bunlar? Simsiyah bir de kalem çekmiş en kuyruklusundan. Yılan kuyruğu. Dudakları kıpkırmızı. Değdiği şeyi vakumlayıp içine çeker bu dudaklar. Değdiği şeyi… Peki bu kırmızı ruj… Kocamın… Hiç zamanı değil bunların. İşine bak kızım Şaziye. Dik dur ve saldır:

“Neden öyle bakıyorsun yüzüme? Otuz yıllık yuvam yıkılırken, adamı tüm varlığıyla sana devredeceğimi mi sandın? Senden de sağlam bir tazminat alacağım elbette. Burada yazılanları görüyor musun?”

Şaşkınlıkla şok arasında. Neyi uzatsam ona kayan gözleri uzattığım kâğıt üzerinde debelenirken sesimi yükseltiyorum:

“Sarhoş olduğu bir gece onu senin ayarttığın yazıyor bu kâğıtta. Sonra da karına her şeyi anlatırım diyerek zavallı kocacığıma şantaj yapmışsın.”

Ağzı da gözleri de yavaş çekimde büyüyor, büyüyor. Kafasını bir toplayabilse, cevap bile verir aslında.

“Hadi ama… Bir şey söyle artık. İki saattir söylediklerimin tek kelimesini bile anlamadın mı? Bal gibi anladın.” Bir kâğıda bakıyor bir suratıma. Sonunda titreyen bir ses çıkıyor o kıpkırmızı ağızdan:

“Neler saçmalıyorsunuz siz?”

Nihayet ağzını açtı haspam. Artık ihtiyacım olmayan antetli kağıdı pantolonumun arka cebine saklıyorum.

“Bu topraklardan biriyle yatıp kalkıyorsan bu toprakların çamuruna bulanmayı kabul etmişsindir. Kocama bu yazıyı yazdırmak hiç zor olmadı. Boşanmak için istediğim tazminatı duyunca dut yemiş bülbüle döndü karşımda, ne dersem kabul etti.

Bak! Suçu nasıl da senin üzerine atıvermiş, gördün mü? Zararını hafifletme derdinde tabii it oğlu. N’oldu? Evli erkeklerle birlikte olmanın suç olduğunu bilmiyor muydun yoksa? Bunları işin başında düşünecektin küçük hanım. Evli barklı adamlara kuyruk sallamayacaktın.”

Hipnotize olmuş beni dinliyor, gözlerini kırpıştırmaktan başka bir şey yapamıyor. Havada salladığım elimi takip ediyor en fazla. Mavi mürekkep! Parmağımda! Elimi yağmurluğun cebine sokuveriyorum.

“Ailen var mı senin? Annen, baban… Senin yuva yıkan bir sürtük olduğunu öğrenince yüreklerine inmez mi? Nasıl bakacaksın yüzlerine? Bazı haberler çok hızlı yayılır.”

“Eeee!” diyerek ayağa fırlıyor. Gözlerinde şimşekler. “Benden ne istiyorsunuz?” diye bağırınca rahatlıyorum. Artık yumuşayabilirim:

“Kızma canım. Belki de benim kart horoz kandırmıştır seni? Kıçının kılları ağardı ama hâlâ bıkmadı taze etten. Ne o? Sen ilk olduğunu mu sanmıştın? Aptal olma kızım. Ben de aptal değilim, yıllardır seziyordum aldattığını ama elimde kanıt yoktu. Şimdi bu fotoğraflar var. Otuz yılın intikamını alacağım ondan.

Aslında… Ben elime geçecek paraya bakarım. Belki sen bana daha iyi bir itiraf yazarsın ve ben de mahkemede onu kullanırım. Parayı senden alacağıma kocamdan alırım. İşime gelir böylesi, ona olan kızgınlığım çok daha büyük çünkü. Bu iyiliğin karşılığında sana dava açmaktan vazgeçerim. Sonuçta… Kadın dayanışması diye bir şey var, değil mi?”

Kadının gözlerinden bir ışık gelip geçiyor.

“Mahkemelerle uğraşmak istemezsin, değil mi şekerim? Kim ister kötü kadın olarak anılmayı? Adın çıkar iyice, bu koca şehirde iş bulamazsın. Elimde bu fotoğraflar varken her yerde bulurum seni. En iyisi sen bugün bu işten yakayı kurtar. Şimdi sakin ol. Al şu kâğıdı kalemi, söylediklerimi yaz:

Üç yıldır ilişkim olan Okan Bey’in…

İşe gireli iki yıl mı oldu? O zaman, iki yıl diye yaz madem.

Okan Bey’in evli olduğunu bilmiyordum. İş yemeğinde içkime ilaç katarak bana tecavüz etmiş sonra da evlenme vaadiyle beni oyalamıştır. Evli olduğunu bugün öğrendim, hayallerim yıkıldı.

Seni nasıl koruyorum, gördün mü? Sevdim seni. Altına adını yaz, imzala. Tamamdır.”

Gözleri fır dönüyor, ağzı aralık. İşi biten kalem düşüveriyor parmaklarından. Başını ellerinin arasında sakladığında masadan çekip alıyorum kâğıdı. Mürekkebin kuruduğuna emin oluncaya dek üflüyor, kâğıdı dikkatlice dörde katlatıp cüzdanıma yerleştiriyorum. Bitti. Sonunda bitti. Kız kendine gelmeden önce gitmeliyim buradan. Gözümün seğirdiğini görmeden gitmeliyim.

O gün de gözüm seğiriyordu böyle, yine sol gözüm. Hayra alamet değildi belli ki. Hiç çıkmamalıydım evden. Bense hızlı adımlarla yürüyordum. Kuaföre gitmiş, saç baş yaptırmıştım üstelik. İş çıkışı kocama sürpriz yapacaktım çünkü. Psikoloğumun halt yemesi işte.

Şirketin merdivenlerinde gördüm onları. İçim yırtıldı. Kocam ve o kadın. Ya da önce o kadını gördüm, genç ve güzel kadını. Yanında en son ne zaman öpüştüğümüzü bile unuttuğum pek sevgili kocam… Dip dibe! Durdum. Nefes bile alamadan mıh gibi durdum. Kim olsa durur.

Eşşoğlu! Nasıl da sarmış tazecik beli. Kadın rahat… Yanında yürüdüğü erkek başkasının değilmiş gibi rahat. Vay orospu! Ben şimdi onun saçını başını… Ama yok… Beni görmediler. Sakin ol kızım Şaziye! Fırsat bu fırsat. Şimdi avcuma düştün Okan Bey. Yılların intikamını alacağım senden.

Cep telefonumu çıkarıp onlarca fotoğraf çektim. Sinirden ellerim titrediği için çoğu bulanık çıkacak ama olsun. Bu kameralı telefonları icat edenin atasına rahmet. Bundan önce birçok kadınla gördüm de ne oldu. Kanıtlayamadığım için ağız dalaşından öteye götüremedim.

Şirketin karşısındaki süslü kafeye oturdular, kahve içerlerken fotoğraf çekmeye devam ettim. Sonra ben de girdim kafeye. Titreyen bacaklarım Okan’ın arkasındaki masaya kadar zor taşıdı beni. Konuştuklarını duydum. Elimdeki telefonla ilgileniyormuş gibi yaptım ama her şeyi duydum. Çınlayan kahkahasını duyup başımı kaldırdığımda bir an için göz göze geldik kadınla.

Baktı bana ama görmedi bile, bakışları hop yine Okan’a kaydı. Ben görünmezdim ne de olsa. Kocam… Benim kocam ayran budalası gibi gülüyor karşısında. Tanıyorum bu sesi. Kadın onun gözünün içine içine bakıyor cilvelenirken. Hop hoop! Dur bakalım. O gözler benim! Benim-di. O gözler benimdi bir zamanlar. Nasıl gülümserdi bana? İçi gülerdi gözlerinin. O zamanlar severdi beni, biliyorum, kadınlar bilir. Bilir değil mi?

Ben de böyle kırmızı ruj sürerdim o zamanlar Paris’ten almıştı bana. Düğün fotoğrafımızda da gülüyordu gözleri gerçekten gülüyordu. Bir sürü fotoğrafımız var birlikte hepsinde gülüyor kocam hepsinde seviyor beni. Ya o fotoğraflar… Hepsini yırtmalıyım o fotoğrafların. Makasla keserim fotoğrafları, onun olduğu kısımları atarım. Hayır! Tüm fotoğrafları yırtıp atmalıyım, onun yanında nasıl göründüğümü bile unutmalıyım.

İşle ilgili abuk sabuk şeyler anlatıyor kadın. Hepsi boş laf, hepsi dedikodu. Gözümü kapatıyorum, konuşan ses ucuz mahalle karısı. Kadın değil ha! Karı! Cüzdanlarını doldurmak için kullandıkları adamların yuvalarını yıkan süslü boyalı karılar. Bu da sapsarı boyalı işte. Tam kocamın dişine göre.

E hadi ama! Sıkılmadınız mı onu bunu çekiştirmekten? Yok mu tutkulu aşkınıza dair birkaç söz, birkaç buse? Evet Okan Bey, tabii Okan Bey… Okan Bey kadar taş düşsün kafana. Yok anacım yok bunlar sevgili falan değil. Kız toparlanıyor işte gidecek. İki işveli kahkaha ile benimkinin ağzına bir parmak bal çalıp gidecek. Allah kahretsin!

Beraber kalksalar bari buradan çıkınca otele falan gitseler. Tanrım lütfen! Harcanan gençliğim için bir otel fotoğrafı. Elimde sağlam deliller olmadan dava açamam ki ben. İspatlayamadığın aldatılma baş ağrısına benzer. Acısını çekersin ama kimseyi gerçekten inandıramazsın.

“Annem evde beni bekler Okan Bey,” diyerek masadan kalktı kadın, yanımdan su gibi akıp geçiverdi.

Göze görünmeyeyim diye kapandım masaya. Uzun süre kendime gelemedim.  Başımı kaldırdığımda kocam da gitmişti. Kocamın bu kadını yatağa atmamış olması ya da henüz atamamış olması, eski günahlarını hafifletir mi? En önemlisi de çektiğim cânım fotoğraflar… Boşa mı gidecek? Asla! Soluğu fotoğrafçıda aldım, ardından koşar adım eve…

Kocamın çalışma odasına girip bilgisayarı açtım. Masanın üzerinde ismine özel antetli kâğıtlar. Kendini beğenmiş herif! Ve işte… Kıymetli Mont Blanc dolma kalemi. Her kelime kafamda hazırdı. Beş dakikada geçmeden doğruldum oturduğum masadan. Mürekkebin kuruduğuna emin oluncaya dek üfledim kâğıda, dikkatlice dörde katlatıp cüzdanıma yerleştirdim.

Başını ellerinin arasından çıkarıp yüzüme bakıyor nihayet. Kara gözlerinde kara bulutlar, şimşek çakacak yer arıyor. Pantolonumun arka cebindeki kâğıt seyirciyi son kez selamlamak için sahneye dönüyor. Allah affetsin ama hazırladığım son sözleri söylerken sevincimi saklayamıyorum:

“Anlaştığımıza göre bu kâğıdı, yani kocamın seni suçladığı yazıyı yırtıyorum. Paramparça ettim bak, görüyorsun. İlk gördüğüm çöp kutusuna atacağım.”

Kadına sarılmak, diken diken olmuş saçlarını okşamak geliyor içimden; dudaklarımı ısırarak zapt ediyorum kendimi. Zavallıcık. Ben yanından ayrılırken ayağa kalkamıyor bile.

Yazdırdığım itirafın fotoğrafını çekiyorum ilk fırsatta ve çektiğim fotoğraflarla birlikte gönderiyorum. Altında kısa bir notla: Sevgili kocacığım. Bu fotoğrafların ve sekreterinin yazdığı itirafın sosyal medyaya düşmesini istemiyorsan, birazdan göndereceğim anlaşmalı boşanma metnini imzalayıp avukatına versen iyi olur. Şirketlerinin değer kaybetmesini ikimiz de istemeyiz. Tek celsede boşanmak üzere.

TÜM SAYISI OKU ve/veya İNDİR ▼

SAYI 7 / 01 Nisan 2024

Öykü Gazetesi 07 / Nisan2024

Öykü Gazetesi

Yukarı