Bir İnsan Kaç Bahar / Yaşar Ercan

03.03.2024

Liseli gençler Millî Savunma Üniversitesi sınavına girmek için güneşli bir pazar sabahını kurban etmişler. Oysa karahindibaların taze çimenlerle topraktan fışkırdığı bu güzel mevsim girişini bir daha bu yaşta göremeyecekler.

04.03.2024

70 yaşını aşan insanların yaş günü kutlanırken sağlık ve ömürle ilgili dualar ediliyor. Umut, mutluluk, gelecek gibi daha geniş zamana yayılan soyut temenniler bilerek ya da bilmeyerek öteleniyor. İnsanın yaşı yüzündeki çizgilerle doğru orantılı olmayabilir. İnsan her yaşta insandır.

06.03.2024

İnsan zihninden geçirdiklerini kâğıda dökme tembelliği yaşıyor. Uyurken, yürürken, sohbet ederken bir şeyler düşünüyor. Yaratıcı ve harekete geçirici fikirler gelebiliyor akla. İçten içe bir umut ateşi yakılıyor. Çok geçmeden bu heves saman alevi gibi dağılıyor. Aklından geçenleri bir şekilde kaydedip önüne koyacak ileri teknoloji uygulamaları bekliyor. O denli aceleci ve tembel. Oysa insanın ömür dediği bu tembellik anlarının birikimi değil midir? Yaşamak, yaşatmak, yaşanmak… Yaşam sona erince anlaşılıyor zaman. Bir ağacın gökyüzünden vazgeçip dallarını aşağı eğdiğini görmedim. Yağmur damlalarının ısrarla aynı yere düşmek yerine sağa sola kaçıştığını; toprağın yıllarca kazınmamış olsa dahi betonlaştığını da görmedim. Kendi zamanlarının farkındalar. Zamanı bu kadar cömert harcamak da ancak bir faniye yaraşır.

07.03.2024

Dünün aksine güneşli bir gün. Dağların yüksek kesimleri olağan aklığıyla yamaçları seyrediyor gibi. Doğa kendini yenilemeye, yeni bir baharla kendi takvimini sürdürmeye devam ediyor. Bu mevsimde ağaçların çiçek açmasını, arıların taze çiçeklerde dolaşmasını, serçelerin dal kapma telaşını seviyorum. Her ne kadar günümüz insanının sahtelik ve bencillikle yoğrulup her şeyi gösterişe döken onulmaz, bir o kadar da utanmaz tavrı yaşam sevincimizi zedelese de. İnsanla başlayan her şey belki de bu yüzden insanla bitmemeli.

08.03.2024

Bugün babamın doğum günü. Onunla ilgili çocukluk anılarım haricinde neredeyse ortak paylaşımımız yok. Gönülden bir bağımız var. Her ne kadar içten bir sohbet büyütemesek de küçükken yolu gözlenen baba kokusu içimde bir yerlerde gezer durur.

***

İnsan ne kadar büyürse büyüsün yaşadığı kadar büyüyebiliyor.

***

Dün akşam konuşmacı olarak konuk edildiğim Dolunay Kıraathanesinde öğretmen arkadaşların emekleriyle haftalık düzenlenen söyleşiler, karanlıklar içinde yanan kandil gibi biz buradayız diyordu. Karanlığı baştan sona yok etme gibi misyonu elbette olamaz fakat bir yerde bir şeyleri güzelleştirmeye niyet etmiş insanların emekleri o kadar değerli ki bir aydınlanma olacaksa ancak böyle başlayacak. Dünya değişiyor. Hayatta kötülüklere karşı duran iyilikler ve bunların getirdiği güzellikler de var. Kökten bir kötücül düşünceye teslim olmamalı insan. Ânı değerli kılacak bir şeyler bulmalı.

***

Menekşe Toprak’tan bir eposta aldım. Berlin-İstanbul arasında bir bağ daha kuracak güzel bir girişimi haber veriyor. İletinin hemen sonunda çağdaş Alman yazarlarla gerçekleştirdiği podcast söyleşilere erişebileceğimiz kanalları* veriyor. İlk konuk Berlinli yazar Jenny Erpenbeck.

*www.litvers.com

09.03.2024

D&R mağazasında ikinci kitaba yüzde 60 indirim kampanyası gördüm. Birkaç kitap seçip internet sitelerinde fiyat incelemesinde bulundum. Mağazada kitap etiketleri yüzde 50 daha pahalı yazılmış. Aynı şirketin internet sitesiyle mağaza fiyatının farklı olması herhangi bir ticari etikle açıklanamaz sanırım. Tabii mağaza giderleri, kira ve personel maaşları akla ilk gelen bahaneler olacaktır ancak bu tür zincir mağazalar, havuz sistemi mantığıyla kurulur. Dolayısıyla tüm mağazaların toplam gelir-giderleri genel gelir-gider olarak hesaplanır. Genel toplamda edilen kâr ya da zarar hesaba alınır. Bunları neden mi anlatıyorum? Kitap alamıyoruz çünkü. Gelirlerimiz giderlerimizi dengelemiyor. Kültür-sanat etkinlikleri lüks oldu. Bir kitap okuma zevkimiz var, ona da bir şekilde yetişmeye çalışıyoruz. Keşke ülke ekonomimiz iyi olsa da bizler sıradan vatandaşlar olarak diplomasız ekonomist olmak zorunda kalmasak.

10.03.2024

Kayhan Yıldızoğlu’nun ölüm haberi geldi. Yeşilçam sinemasından tanıdığım ikonik tiplerden biri daha sonsuzluğa uğurlanırken şöyle bir yokladım hafızamı. Keloğlan’da vezir, Malkoçoğlu’nda Greguvar, Ali Baba ve Kırk Haramiler’de Kasım gibi karakterlere can vermişti. Yıldızoğlu’nu kurnaz ve içten pazarlıklı rollerin yanında babacan, sabırlı ve zarif davranışlı rollerde de izlemiştik. Ruhu şâd olsun.

***

İnstagram’da Burcu Kopan’ın üzüntü ve sitemini dile getirdiği fotoğraflı bir gönderisine denk geldim. Gönderide çocuk edebiyatının yaşayan efsanesi Yalvaç Ural’ın Korkuluğun Kalbi adlı kitabının izinsiz şekilde Amerika’da bir yazar tarafından küçük farklılıklarla yeniden kaleme alınıp yayımlanmasını, bu yayının ise ülkemizde yayın yapan Ketebe tarafından dilimize aktarılıp Korkuluğun Kalbi isminde yayımlandığı belirtiliyordu. Üstelik bir internet sitesinde bu kitap Yalvaç Ural’ın kaleminden çıkmış gibi satışa sunulmuştu. Çok geçmeden Ketebe cephesinden Furkan Çalışkan’ın Burcu hanıma üzüntüsünü bildiren iletisi yayınlandı. Çalışkan, kitabın aynı adla yayımlanmasının gözlerinden kaçtığını, durumdan üzüntü duyduklarını ve kitabın adının değiştirileceğini bildirdi. Yayın dünyasında benzer sorunlar süregelir durur. Hele hele kendi başına büyük bir ticaret alanı olan çocuk edebiyatı yayınlarında böylesi sorunların tespiti oldukça zor. Zira günümüzde yayımlanan yazınsal nitelikli kitapların çok büyük bölümü çocuk edebiyatı üzerinden can buluyor. Gerek Burcu Kopan’ın gayet zarif sitemi gerekse Furkan Çalışkan’ın duyarlılığı sosyal medya çağında oldukça incelikli bir tavır. Kazanan iyi edebiyat olsun.

Yukarı