Koku / Serap Karakuş Besi

Koku / Serap Karakuş Besi

Abim geldikten iki gün sonra başladı koku. Önce belli belirsizdi. Giderek arttı. Annemin alnına bağladığı çiçekli tülbentler ikiye çıktı. Daha bayram gelmeden, köşe bucak temizlendi ev, halı kilim perde ne varsa dama çıkarıldı, yıkandı. Koku geçmedi.

Bayram sonu gelecekti aslında. Bir sabah babamın telefonu çaldı. Dükkâna gidiyordu tam. Kapıda hazır olda konuştu. Tamam komutanım, emredersiniz komutanım, derhal komutanım. Annem de yanında dikilmiş dinliyordu. Elindeki bezi çekiştirip duruyordu. Babam ayakkabılarını ezerek çıkardı geri, odaya girdi, pencerenin önündeki divana oturdu. Annem de peşinden gelip yanına ilişti. Bacağından dürttü. Anlatsana Selahattin. İki adım ötelerinde yerde ders çalışıyordum. Ezik büzük olmuş kalemimi kemiriyordum. Matematik bu, hangi kalem dayanır.

Babam susuyordu, pencereden dışarıya dalmıştı. Sakallarını çekiştiriyordu hızlı hızlı. Cebinden sigara paketini çıkardı sonra, bana döndü. Hemen deftere kapaklandım. Çık dışarı oyna, dedi. Ödev, dedim, sonra yaparsın, dedi. Az merak ettim ya canıma minnet. Kapının arkasındaki topumu kaptığım gibi sokağa fırladım. Baktım Haliller bizim arsanın az ötesinde. Uçlarını sivrilttikleri meşe dallarıyla savaş oyunu oynuyorlar. Başparmağımla işaret parmağımı birleştirip ağzıma dayadım. Mahallenin en sesli ıslığı bende. Tek futbol topu da. Ellerindeki sopaları fırlatıp koşarak geldiler.

Beşinci golü kurtarmıştım ki Faik amcanın beyaz Şahin’i evin önüne yanaştı. Topu kolumun altına sıkıştırıp kapıya diktim gözümü.

“Hadisene lan.”

“Az durun be.”

Babam kapıda göründü. Lacivert takım elbisesi olmasa üzerinde, hani şu düğünlerde giydiği, babam demeyecektim. Sakallarını kesmişti. Bir başka adam olmuştu sanki. Çıplak yüzünü sıvazlıyordu durmadan.

“Selahattin amca mı lan o?”

“He lan.”

“Vallaha o!”

“Nereye gidiyor ki baban?”

Annem kapıya dayanmıştı. Faik amca arabadan indi, anahtarı babama uzattı, babam direksiyona geçti, gaza bastı, toz kalktı asfalttan. Araba sokağı döndü. Faik amca kahveye doğru yürüdü. Annem eşiğe oturup başını elleri arasına aldı. Topu bırakıp yanına koştum. Gözleri ıslaktı.

“Anne, n’oldu be? Babam nereye gitti? Beni de götürseydi ya. Nereye gitti?”

“Abini almaya.”

Neyyy, diye öyle bir bağırmışım ki sokaktan geçenler durup bana baktı. Soluğu bizimkilerin yanında aldım.

“Bana daha gol yemek yok lan! Abim geliyor, abim!”

Sevinçten zıplayıp durduk. Artık yenilmeyeceğiz yukarı mahalleye. Teknik direktörümüz Faruk geliyor, boru mu.

O gün annem de çağırmayınca hava kararana kadar top oynadım arsada. Bir ara ablam kucağında Mıstık’la geldi. Beni görünce sevinçten elleri kolları havada sıpanın tabii. Dayıyım ben dayı. Büyüsün onu da futbolcu yapacam.

Akşama kadar abimin sevdiği yemekleri yapmışlar. Mis gibi kokuyordu mutfak. Ekşili köfte, kuru fasulye, kavurmalı pilav, helva. Kapıda dikildim. İkisi de dirseklerini masaya dayamış, dalıp gitmişlerdi.

“Ne zaman gelecekler? Ne zaman gelecekler?”

Ellerini yüzlerinden çekip doğruldular. Annem beni öyle toz içinde görünce ablama kaş göz etti. O da kolumdan tutup banyoya götürdü. Kendim yıkanırım deyip kapıyı kapattım. Koca adam olmuşum, Mıstık mıyım ben. Gözüme sabun kaçınca bir bağırdım ama duymadılar iyi ki. Yıkanıp çıktım. Mıstık benim yatağımda uyuyordu. Bir tatlıydı ki kerata. Ses etmeden giyindim.

Mutfağa gittiğimde ablam parmağıyla masadaki pirinç tanesini yuvarlayıp duruyordu. Annem kafasını elleri arasına almış, sağa sola yatıyordu konuşurken.  

“Dibinde olmuş çocuğun, dibinde. Parça parça olmuşlar. Kurban olduğum Allah bana bağışladı oğlumu.”

“Çok şükür annem.”

“Vah ki vah o analara şimdi.”

Ben, “N’olmuş ki,” deyince toparlandılar birden.

“Yok bir şey aslanım,” dedi ablam yüzüme bakmadan.

“Niye gelmediler hâlâ ya? Acıktım ben.”

“Yoldalarmış. Bir saate varırlar. Sana koyayım mı bir tabak?”

“Yok, abimle yicem ben. Abla be, abim o susamlı şekerlerden getirir mi ki yine, ha?”

Ablam sandalyesinde dönüp omuzlarımdan kavradı. Gözleri küçülmüştü sanki.

“Bak kuzum, abin çok yorulmuş. Komutanı izin vermiş o yüzden. Çok üstüne gitme geldiğinde, tamam mı?”

“Tamam be, ne gidecem.”

Bir saat olmadan beyaz Şahin evin önünde durdu. Divandan bir fırlayış fırlamışım, perdeler havalandı.

“Geldiler, geldiler.”

Kapıda sıkı sıkı sarıldım beline. Bu benim Faruk abim mi? İncecik kalmış. Yüzü kararmış, kemikleri sivri sivri olmuş. Eğilip saçlarımdan öptü sadece. Şeker de getirmemiş.

Akşam sofrada kimse konuşmadı. Bir tek Mıstık gülücükler atıp durdu. Annem mutfağa gidip gidip ağladı. O da bir garip. Abim gelmiş, ne diye ağlıyor ki? Divanda yanından ayrılmadım hiç. Bugün on sekiz gol kurtardım abi, dedim. Parmaklarıyla saçımı karıştırdı yavaşça. Önceden olsa yatırıp dakikalarca gıdıklardı, katılır kalırdım. Annem zor alırdı elinden. Sevmiyorum aslında. Büyüdüm artık, Mıstık mıyım ben. Yine de yapsa iyi olurdu, gülerdik biraz.

Çaydan sonra erkenden odaya gönderdiler beni. Yatarken, askere gitmicem ben dedim kendi kendime. Çok yoruluyor orada insan, zayıflıyor, gözlerinin altı mor mor oluyor, gitmicem.

  O koku iki gün sonra başladı işte. Kaldırılmadık eşya, altı çekilmedik dolap yatak kalmadı. Annemle ablam durmadan temizlik yaptılar. Geçmedi. Annem burun kanatlarını açmış mahallenin köpeği Tarçın gibi dolanıp duruyordu evin içinde. Abim odasından hiç çıkmıyordu. Yanına gittiğimde bakmıyordu bile bana. Gözleri tavanda, öylece yatıyordu. Annem kolumdan çekip çıkarıyordu odasından. Mahalleden bir iki arkadaşı geldi bir ara, çağırdılar ama onlara da çıkmadı.

Bir akşam annem divanda oturmuş başındaki tülbendi sıkılarken, “Götür oğlanı eğlentili bir yerlere Selahattin,” dedi. “Olmayacak böyle. Az kafası dağılsın.”

“Beni de götürün, beni de götürün,” dedim, git dersini yap dediler.

Ertesi gün babam erken geldi dükkândan. Abimin odasına girdi. Kapıda annem kolumdan tuttu, “Dur da biraz konuşsunlar baba oğul,” dedi.

Az sonra çıktılar odadan. Yüzüme bile bakmadan çıkıp gittiler. Pencereden, sokağı dönüşlerini izledim. Sokak lambasının ışığında uzadıkça uzadı gölgeleri.

“Ne vardı yani beni de götürselerdi. Abim de asker olunca çok şey oldu ha. Bir havalar bir havalar.”

Küskün oturdum. Kapı zili çaldı. Bir umut onlardır diye koştum. Zeliha teyzeydi. Mutfağa geçtiler annemle. Fıs fıs konuştular, ağlaştılar.

“Nefesine sinmiş sanki oğlanın, Zeliha. Ne ettiysem geçmiyor evdeki koku.”

“Vah vah.”

Beni kapıda görünce sustular, git dersini yap dedi annem. Ders ders, bir bildikleri bu zaten. Yanlarından ayrılıp çaktırmadan abimin odasına girdim. Kokuyordu içerisi. Bir keresinde Halil’le ölü bir fare bulmuştuk bizim evin arkasında. Çubuklarla ameliyat etmiştik, sonra da kusuvermiştik oracığa. Onun gibi kokuyordu.

Komodinin önüne oturup çekmeceleri açtım. Eskiden de böyle gizlice odasına girer dolaplarını karıştırırdım. Çıplak kızlı dergiler olurdu bazen. Tiksinirdim o zaman, ama şimdi öyle değil. İçimde bir şeyler kımıldıyor kızlara bakarken. Halil’in olmuyormuş. Pis diyor o. Abime soracaktım apış aramdan boğazıma doğru ip gibi çekilen o şeyi ama hiç konuşmuyor ki benimle. Yatıp duruyor odasında gün boyu. Amma da dinlendi. Futbol da oynamıyor bizle. Mahalle maçları yaklaşıyor, umurunda değil.

Çekmeceler boştu, kapatıp sırt üstü yatağa uzandım. Ellerimi kafamın altında birleştirdim. Yuvarlak avizenin kenarından sarkan bezin ucunu gördüm o an. İplik iplik. Kalkıp parmak uçlarımda uzandım, çok yüksekti. Salona gittim, uzay gemileri gibi karartılar uçuşuyordu gözlerimin önünde. Güneşe bakınca da olur ya hani, ondan. Annemler mutfaktaydı hâlâ. Divanın minderlerini odaya taşıdım. Üst üste koydum yatakta. Güç bela çıktım üzerine, yine ulaşamadım. Gidip bir tane daha getirdim. Minder kulesinin üzerinde sağa sola sallanıp duruyordum. Sonunda parmağımın ucuyla yetiştim beze. Çekmemle altımdaki minderlerin devrilmesi de bir oldu, sırt üstü yere yapıştım. Bezin içinden bir şeyler döküldü üzerime. Annemle Zeliha teyze seslere gelmiş, kapıda bağrışıp duruyorlardı. Kafamı kaldırıp da kucağımdaki şeyleri görünce ben de bastım çığlığı. Bayılmışım. Ertesi gün arka bahçedeki elma ağacının altına gömdük morarmış kopuk parmakları. Abim kendisi toplamışmış. Önce bir kahkaha attı çömeldiği yerde, sonra bağıra bağıra ağladı. Onu ilk kez ağlarken gördüm. Ben de ağladım.  Koku da o gün geçti.  

Yukarı