Öldürme Biçimleri / Derya Sönmez

Mesele sadece karidesler değildi.

Parmağını, az önce törpülediği tırnağın kavisinde dolaştırırken salon kapısında gözleri aralık, dokunsan devrilecek gibi duran oğlancığı görüyor. Uyanmış demek. Pijamasının bir bacağı dizine kadar sıyrılmış, ayakları çıplak. Sarılarak uyuduğu Unga Unga’sı yere sürünüyor. Hâlâ uykulu bir hâli var. Annesi törpüyü sehpaya bırakıp onu kucaklayınca çocuğun eli gevşiyor, Unga Unga yere düşüyor. Ufaklık hâlinden memnun, gözlerini ovuşturarak kucağa yerleşiyor. Annesinin ona sarılmasına, ensesini koklamasına izin veriyor. Burada oturmuş, temizliğin bitmesini bekliyorlar. Öğleden sonraki güneş, cam duvarlı salonu ışığa boğarak anayla oğlu yumuşacık sarmalıyor, tatlı bir haleyle çevreliyor.

Planlı bir hamilelikti. Oğlan, anasının rahminden önce aklına düşmüştü. Çocuk, biyolojik bir hücre topluluğuna dönüşmeden çok önceleri Handan’ın aklında gezdirdiği bir listesiydi. Sahip olmasını arzu ettiği özellikleri maddeler hâlinde kâğıda yazılabiliyor, sonradan beğenmezse üstünü çiziyordu. Çocuğu tek başına büyüteceği o zamandan belliydi. Kocasının, işi nedeniyle sık sık seyahatlere çıkması gerekiyordu. Yine de umursamadı. Onu yalnız büyütmeyi göze alarak, sadece kendisi için yaptı. Handan, burnunu oğlunun sıcacık boynuna gömünce ufaklığın gözleri kedi gibi kısılıyor. Kadın bu eşsiz kokuyu bir enfiye gibi usulca içine çekiyor.

Temizlikçi, işinin bittiğini duyuruyor. Nihayet. Plastik kovalar, lekeli bezler dolaplara kaldırıldı. Bir evin nasıl temizlendiğiyle yani işin tatsız kısmıyla ilgili ortada tek bir iz kalmadı. Sanki sihirli değnek dokundu. Temizlikçi az önce çöpün ağzını bağlayıp kapının önüne çıkardı, bozulmaya yüz tutmuş meyve sebzeleri ayrıca poşetleyip çantasına koydu. Artık hazır. Çıkabilir. Etrafı son kez gözden geçirirken o şeyi görüyor. Akvaryumun hemen yanında. Terliğinin ucuyla ittirerek, güya oğlana çaktırmamaya çalışıp Handan’ın önüne kadar sürüklüyor. Ölü bir karides. Bu kaçıncı. “Karides yine ölmüş.” diyor çocuk. Sesi ağlamaklı. Handan çocuğu kucaklarken, kadına münasebetsizliğinin hak ettiği bir bakışla karşılık veriyor. “Böyle şeylerin olabileceğini öğrenmek için henüz küçük.” Daha önce söylemişti. “Bu onu incitir.” Çocuk annesinin düşündüğünün aksine mızıldanmayı fazla uzatmıyor. Onun yerine, karidesi tekrar akvaryuma atmalarını öneriyor. Bu onu canlandırırmış. Çizgi filmlerde bunun gibi yere yapışmış, canlılığın bütün emarelerini kaybetmiş hayvanların bir anda kendine geldiğine şahit olmuştu. Handan sıkıntıyla karidese bakıyor. Başını çevirdiği anda… Mutlaka… Mutlaka bir sorun çıkıyor. Karidesler akvaryumun dışına atlıyor, balıklar ölüyor, salyangozu kabuğunun içinde yarısı yenmiş bir hâlde buluyor. Her şey o ortada yokken olup bitiyor, orada yokken, telafi edemeyecekken. Çocuk yarın kreşe başlayacak. Bunu düşünmesiyle yine o tuhaf, can yakıcı dikenin, içinde yumuşak bir yere dokunduğunu hissediyor.

Ara sıra nedenini bilmediği bir sıkıntı yokluyor Handan’ı. Evet, bazı pürüzler var. Akvaryumun hâli malum. Üstelik karidesler… Sorun sadece karidesler de değil. Bir çocuğa sahip olmakla birlikte tattığı bütün o güzel hislerin arasında kıpırdanıp duran bir şey onu rahatsız ediyor. Ne zaman uç vereceği belli olmayan irkiltici bir diken. Diğer duygular arasından seçip adını bir türlü koyamıyor. Oğlanı kucaklarken hissettiği mutluluğa sıkıca bağlı sanki. Bu dikenden kurtulmak için bütün bu mutluluktan vazgeçmek gerekiyor, öyle mi? Oğlanı kucağından indiriyor. Sırtını sıvazlayıp dik durmasını tembihliyor. Sonra yanağına bir öpücük kondurup doğruca piyano odasına gönderiyor. “Tamam annecim, dikkat ederim.” diyor çocuk, her zaman yaptığı gibi, sırtını döner dönmez omuzları yavaşça aşağı düşüyor.

Onu kreşe yolladığın ilk gün zor geçecek. Tecrübe edenler bunu söylemişti. Yerine başka şey konamayacak, içi doldurulamayacak büyük bir sessizlik çocuğun yokluğu. Onu hayatının merkezine koymadan önce… Sahi, şimdi birdenbire boşalan yer daha önce neyle doluydu? Odalara girip çıkıyor. Aynalarla bezeli koridoru adımlarken başını kaldırıp kendi aksini gördüğü her defada irkiliyor. Bu evde ne zaman hareket etse ya kendine yaklaştığını ya da kendinden uzaklaştığını hisseder. Yine de bugün rahatsız oluyor. Oğlanın dolabını elden geçirip küçülmüş giysileri ayırıyor. Poşetleyip kapının yanına bırakıyor. İki berjerin arasındaki sehpayı biraz sola kaydırıyor. Büfedeki kuru çiçeklerle vazonun yerini değiştiriyor. Azıcık birbirine yaklaştırınca içine siniyor. Sanki dünyadaki bütün şeylerin durması gereken belirli bir nokta, nesneler arasında ideal bir uzaklık var. Biraz uzaklaşıp eşyaya geriden bakarak bu kusursuz noktayı bulmaya çalışıyor. Gözü sürekli telefonda. Okuldan ararlarsa hemen cevap verebilecek kadar yakınında tutuyor onu. Her çalan telefonla yüreği hopluyor. Bugün yeni bir dönemin başlangıcı. Çocuk artık başka bir dünyaya adım attı. Handan için bu dünyaya nüfuz etmek gittikçe zorlaşacak ve bir gün bütün kapılar yüzüne kapanacak. Piyano odasının önünde duruyor. Gözlerini kapayıp hoş bir sonat dinlediğini hayal ediyor. Burası, içinde bir tek piyano bulunan boş bir odadır. Handan buraya piyano odası, çocuk “beni oraya koyma” odası der. Çocuğu bazen bu odaya kapatır. Kapıyı kilitleyip arkasında bekler. Bunu yapmak bir anne için kolay değildir. Çocuk ağlamaktan, kapıyı yumruklayıp bağırmaktan yorulduğunda, bu bomboş odada yapılacak başka hiçbir şey olmadığını anlayıp çaresizce piyanonun başına geçer. İç çekişlerle kesintiye uğrayan uzun süreli sessizliğin ardından ilk notalar duyulmaya başlar. Handan işte o zaman rahatlayıp hafifçe gülümser. Çocuğun yeterince çalıştığına kanaat getirdiğinde kapıyı açıp oğlanı kucaklayıverir. Çocuk bir anda hıçkırıklara boğulur. Handan, oğlanın başını okşarken ona annesini ne kadar mutlu ettiğini anlatır. Annesinin hayalini gerçekleştirmek bir gün onu da mutlu edecek. Akvaryumun yanına gidip dikkatini karideslere vermeye çalışıyor.

Zamanlarının çoğunu bitki yapraklarında geçiriyorlar; birinin üzerinde, bir başkasının gölgesinde. Duyargalar kıpırdıyor, bacaklar boyuna titriyor. Kabuk değiştirecekleri zaman geldiğinde gizlenecek bir yer arıyorlar. En çok batığın içini seviyorlar. Geminin penceresindeki deliklere hıncahınç doluşuyorlar. Orada yer bulamayan, kolayca içine saklanıp kaybolabileceği kuytu gölgeler sağlayan yosunlara, su bitkilerine yöneliyor. Yeni kabuk sertleşene kadar sessizce bekliyorlar. Elodealar sallandıkça gölgelerin yeri değişiyor, kuytusuna saklananlar açığa çıkıyor. Şuradaki, kabuk değiştirmeyi bekleyen bir karides mi, ölü bir karides mi yoksa boş bir kabuk mu? Ayırt etmek güç. Akvaryumcu, bir karidesin sıçrayarak dışarı atlamasının pek çok nedeni olabileceğini söyledi. Bu genellikle karidesin ortam şartlarına uyum sağlayamadığını gösterirmiş. İnanılır gibi değil. Hem de ihtiyaç duyabilecekleri her şey bu akvaryumda varken. Burası onlar için mükemmel bir yuva. Su her zaman ideal ısıda; amonyak, nitrat oranları tam olması gerektiği gibi. Bütün koşullar titizlikle düzenlediği hâlde neden dışarı atladıklarını bir türlü anlayamıyor.

Bir fincan çay doldurup manzaranın onu yatıştırmasını umarak terasa çıkıyor. Ev otuz dokuzuncu katta. Çevredeki diğer binalara göre bulutlara çok daha yakın. Buradan bakılınca her şey küçücük. İnsanların başları düğme gibi, sesleri yok. Şehir ayaklarının altına bir harita gibi serili. Market siparişi geciktiğinde arabanın hangi sokakta sıkışıp kaldığı kolayca görülebilir. Handan, bazen şezlonga uzanıp gökyüzünde uçtuğunu hayal eder. Bu düşünce onu hem rahatlatır hem ürkütür. Uçmanın büyüsü bir süre sonra yere çakılma korkusuna dönüşür. Akvaryumcu, balıkların öldüğünü öğrenince yenilerini almasını önerdi. Onların başına da aynısı gelecekse bunu neden yapsın? Tam her şeyin kontrol altında olduğunu düşündüğü anda yeni bir pürüz çıkıyor. Karidesleri yaşatmak için suyu ilaçladıktan iki gün sonra lepisteslerin derisinde solgun lekeler görülmeye başladı. Bir sorunun çözümü için yaptığı her müdahale ekosistemde başka bir şeyi bozuyor. Lepisteslerin yokluğunu oğlana açıklamak kolay olmadı. İlk kez bu kadar ayrı kalıyorlar. Sabah onu kreşe götürdüğünde çocuk içeri girmek istemedi. Annesinin bacağına sarılıp ağladı. Onu istiyordu, bir tek onu, annesini. Bu durum içten içe hoşuna gitti. Şimdi ne yapıyor acaba? Ufka doğru uzanan şehre gözlerini dikiyor. Dışarıda bir yerlerde. Düşündükçe başına gelebilecek şeylerin çokluğu karşısında nefesi kesiliyor. Neyse ki dönüş vakti geldiğinde, kafasında kurduğu onca felaket senaryosu boşa çıkıyor. Dizleri çamurlu eşofmanı ve o sevimli suratıyla oğlan çıkageliyor.

“Bugün kreşte ne yaptınız?”

“Hiç.”

“Kiminle oynadın?”

“Sürpriz yumurta yiyebilir miyim?”

Hafta sonları her şey gözü önünde olup bitiyor. Saat onda oğlanın yüzme kursu başlıyor. Eğitmen, grup dersi almayarak serbest yüzen çocuklara bir şeyler göstermeyi bırakıp kendi grubuna yoğunlaşabilirse ders bir saat sürüyor ki bu pek mümkün değil. Havuz kenarındaki koltuklara oturup onu kulaç atarken izlemeyi seviyor. Oğlanın yeteneklerini görmesinin ötesinde, kendi içinde bir şeylerin telafisi ile ilgili. İleri doğru atılan her kulaç, midesinde pırpırlanan bir şeyi yatışıyor. Ta ki onu soyunma odasında, ötekilerin yanında görene kadar. Kursun ilk günü, eğitmen muzip bir tavırla anneler çocuklarını tanıyamasınlar diye bütün çocuklara aynı renk bornoz giydirdiklerini söyledi. Kadınlar adamın yanıldığını biliyorlardı, yine de gülüştüler. Her anne yavrusunu mutlaka tanırdı. Günün birinde bela, çocuğu neresinden tanıyıp musallat olacaksa anne de yavrusunu oradan tanırdı. Handan da onca becerikli oğlanın arasında kendininkini hemen tanıyor. Çocuk galoşlarını çıkarmaya çalışırken hiçbir şey ona yardımcı olmuyor. Sırtını yaslayacağı duvarlar, çengellere asılmış ıslak havlularla dolu. Oturabileceği yerler diğer çocuklar tarafından istila edilmiş. Olabildiğince gözden uzak bir köşeye çekiliyor. Handan’a bütün gözler oğlunun üzerindeymiş gibi geliyor. Çocuk bir cambaz gibi tek ayağının üstünde durmaya çalışıyor. Elini galoşa uzattığı anda dengesini kaybediyor. Handan onu diğerlerinin ok gibi saplanan bakışlarından bir an önce kurtarabilmek için hızlı bir kararla içeri giriyor. Havuzun ilk günü çocuk, annesinin onu diğerleri gibi dışarıda beklemesini istemişti. Şimdi yardım etmesine ses çıkarmıyor. Handan huzursuz, bu çocuğa da yansıyor tabii. Nedenini anlamasa da bir şey onu öfkelendiriyor. Çocuğun üstünü başını gereksiz yere çekiştiriyor, orasına burasına vurup hayali tozları silkeliyor. Oğlansa hâlâ oyun peşinde. Sürekli etrafa bakınıyor. Aklı fikri öteki çocuklarda. Artık kendine gelmesi gerekiyor. Onu kollarından sıkıca yakalayıp sarsıyor. Tırnakları etine geçince çocuk bağırıp ağlamaya başlıyor. Bu da herkesin dikkatini daha çok çekmelerine neden oluyor. Evde temizlikçiyi telefona doğru bağırırken buluyorlar. Kadın kapının açıldığını duyunca hoparlörü kapatıp daha kısık sesle konuşmaya gayret ediyor. Yine kocasıyla tartışıyor. Mesele her zamanki gibi para. Çocuğa kıyma alamıyorlar ya da onun gibi bir şey. Oğlan az önce kopardığı yaygarayı unutmuş görünüyor. Kapıdan girdiği gibi oyuncaklarına koşuyor. Handan bazen ona bakarken hayalindeki oğlanın izlerini arıyor. Onu o kadar uzun zaman hayal etti, bu hayali kafasında öyle çok gezdirdi ki… Belki de fazla kusursuz bir düş kurduğu için şimdi böyle eksik hissediyor. Doğumdan hemen sonra, yenidoğanın ilk çığlığını duyduğunda hissettiği derin bir hayal kırıklığıydı. Bebeğin sesi incecikti ve soluğu her an kesilecek gibi duruyordu. Onu kendi hâlinde bırakıp bir parça kek getirmek için mutfağa gidiyor. Döndüğünde oyuncakları halının üstüne dağılmış hâlde buluyor. Çocuk akvaryumda. Önce karides olmaya hevesleniyor. Parmaklarını tıpkı onlar gibi kıpırdatıp karidesleri taklit ediyor. Sonra ellerini gerisinde bağlayarak, kuyruk niyetine çırpmaya başlıyor. Kuyruğunu çırptıkça yanakları şişiyor, ağzı yuvarlacık açılıyor. Balıkların arasında bir balık oluyor. Şimdi o da diğerleriyle birlikte. Ne kadar savunmasız ne kadar da kırılgan. Hep suyun derinliklerine doğru yüzüyor. Derine, daha derine, ışığın bile ulaşamayacağı yere, abise. Neden sonra yüzeye çıkıyor. Ağzını cama yapıştırıyor. Nefesi tükenmiş gibi. Solungaçlarını kabartıyor, ağzını kocaman açıyor. Açıp kapatıyor. Açıp kapatıyor. Belki de su yüzünü bir mercek gibi yamulttuğu için böyle çirkin. Teni solgun, gözleri neredeyse ürkütücü. Handan, çocuğun hâline bakakalıyor. Oğlan sonunda dayanamayıp akvaryumun arkasından çıkıyor. Deminden beri yerdeki karidesi göstererek annesine sesleniyordu. Bu defa sesini iyice yükseltiyor. “Anne! Duyuyor musun?”

Öykü Gazetesi

Yukarı