Azıcık Kuantum, Hiç Pessoa / Ercan y Yılmaz

Gezip gördüğüm ülkeler içinde en sevdiğim Portekiz oldu, uzun bir seyahat de değildi üstelik. Parmak hesabıyla saydım, on dört ülke gezmişim. İtalya, Fransa ve Almanya en uzun kaldığım ülkelerdi ta ki Finlandiya’ya yerleşme kararı alana kadar. Bir hafta kaldığım Portekiz’e Pessoa’nın Lizbon’unu görmek için gitmiştim. Gitmişken de birkaç şehir daha gördüm tabii. Porto harika, Lizbon beklediğim gibi enfes, Sintra ise efsaneydi. Sintra o kadar güzel ki orada ölsem cihan göçüm eksik kalmazdı. Devrim daim’liğine erişmiş olacaktı. Ters Kule ve onu içeren Quinta da Regaleira’da, Pena Sarayı’nın arka bahçelerinde yürürken hiç olmadığım kadar huzurluydum. İnsanı ölmeye hazırlar cinsten bir huzur. Bazen huzursuzluk da bunu yapabilir ki Fernando Pessoa Bernardo Soares isimli “heteronimi”yle bunun kitabını yazmış ve iyi ki de yazmış.

Pessoa bana edebiyatın kuantumu gibi gelir. Aynı anda birçok kişi olmayı başarmış ve isminin anlamıyla hiç kimse de olabilmiş bir yazar. “Pessoa” Portekizcede hem “kişi” hem de “hiçkimse” anlamına gelir. Hem çok yerde, çok kişi hem de hiçbir yerde hiç kimse. Hem Pessoa’dır (yani hiç kimse) hem de aynı zamanda Alberto Caeiro, Alvaro de Campos, Ricardo Reis, Bernardo Soares’tir. Bir nevi Belirsizlik ya da Belirlenemezlik İlkesi gibi. 1927’de Alman fizikçi Werner Heisenberg tarafından ortaya atılan ve bir cismin belirli bir andaki konumu ile momentumunun aynı anda ve kesin değerlerle kuramsal olarak bile ölçülemeyeceğini öne süren ilke. Hem birden çok heteronimiyle varolabilen hem de tüm bunları içeren meskûn bedeniyle “hiç” olabilmeyi klasik fizikle açıklamak mümkün değil ki zaten konumuz edebiyat… Dolayısıyla kuantumun düşünce deneyleriyle Pessoa edebiyatının keyfini çıkarmayı sürdüreceğim. Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’ni uyarlarsak Pessoa’nın ne konumunu ne de momentumunu ölçebiliriz.

Pessoa’dan bahsedilirken hep bir sandık imgesi gözümün önünde canlanır. Gerçekte de ölümünden sonra açılan sandığında binlerce sayfa bulunur. 1935’teki ölümünden önce Portekizce tek kitabı vardır. Mensagem kırk dört şiirden oluşan küçük bir kitaptır. Diğer üç kitabıysa İngilizcedir. Ölümünden sonra sandığında bıraktığı elyazması sayısı 25-27 bin arasındadır. Bütün eserleri 1942’de yayımlanmaya başlanmış ve 26 cilde ulaşmış bir yazar için şunu sormak istiyorum: Ya o sandık açılmasaydı? Açılmasaydı, Pessoa’nın “çok” mu “yok” mu olduğunu asla bilemeyecektik. Bu beni her defasında kuantumun bir başka düşünce deneyine götürür: Schrödinger’in kedisi. İki değerimiz var: “1” sandık açılmış Pessoa “çok”tur. “0 (sıfır)” sandık açılmış ama boştur, Pessoa “yok”tur. “Sıfır” durumda isminin anlamı kehanetini gerçekleştirirdi. Ama sandık vardır ve açılmamıştır işte o zaman hem “çok”tur hem de “yok”tur. Her durumda Pessoa edebiyatı, iki ihtimalin olasılık kümesinde bir varlık sürdürüyor. Tam da Pessoa gibi. Bu, burada durmaz tabii. Metin vardır ama sandıktadır, bu kez de okur yoktur. Yine kuantumun bir başka deneyine bağlanır: Çift yarık deneyi. Okur gözlemci durumundadır ve okur varsa metin başka seyredecektir. “Çok” ve “yok” kavramlarını kendinde eşitlemiş Pessoa’nın, “Benim vatanım Portekizcedir,” demesi bana ayrıca büyüleyici gelir. Bedeniyle bir vatanın mukimi olmaktansa söze dönüşerek dil soyutunda var olmayı istemesi diye okurum bunu. Başlangıçta söz vardı nasılsa. Bu aralar Pessoa’nın bu sözünü çok kullanır oldum. Her defasında insanın vatan hissini taşa, toprağa, kayalığa bağlamasındansa elbette sözcüklere, şiirlere ve hikâyelere yaslanması harika bir buluş olduğunu ve bu buluşun Pessoa’ya çok yakıştığını içten bir alkışla hakkını teslim ediyorum.

Yukarı