Ruhşen Doğan Nar’la Söyleşi / Meltem Dağcı

Ruhşen Doğan Nar’la Söyleşi / Meltem Dağcı

“Ütopya ve distopyanın birbiriyle bir tür ying-yang ilişkisine sahip olduğunu düşünüyorum. Bir ütopya tüm insanlar için cennet anlamına gelemez. Bazıları için mutlaka o dünya cehennem olacaktır.”

Meltem Dağcı, İçimdeki Robot adlı öykü kitabı hakkında Ruhşen Doğan Nar ile söyleşti. “Bir insanı veya toplumu ne kadar çok kontrol altına almak isterseniz isteyin, mutlaka açıklar ve boşluklar ortaya çıkacaktır. Şunu demek istiyorum: Yüzde yüz başarılı bir kontrol mekanizması mümkün değil. O mekanizmanın bir yerinde ya boşluk olur ya da bir boşluk, gizli nokta yaratılır.”

Ruhşen Doğan Nar; 1988, İzmir doğumlu. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Mütercim-Tercümanlık okudu. İngilizce öğretmenliği yapıyor. 2016 Şerzan Kurt Öykü Yarışmasında Türkçe öykü dalında ödüle layık görüldü. İtalya’da yayımlanan ve Türk Bilimkurgu öykülerinden oluşan Futurchia derlemesinde yer aldı. Öyküleri İngilizce, İtalyanca, Azerice ve Esperanto gibi dillere çevrildi. Türkiye’nin ilk bilimkurgu öykü dergisi Roket’in editörlüğünü yapıyor.  Kitapları: İçimdeki Robot (öykü, 2019) Bir Gün Mutlaka Delireceğim (öykü, 2020) Cesur Şubat (çocuk romanı, 2021) Kıyamet Geliyorum Der (kısa roman, 2021) Derlemeler: Mutsuz Aşk Vardır (Yitik Ülke Yayınları, 2014) Yeryüzü Müzesi (İthaki Yayınları, 2018) Esrarengiz Hikâyeler (Mantis Kitap, 2021) Futurchia (Future Fiction, 2021) Karanlık Şafaklar (Paris Yayınları, 2022). Yitik Ülke Yayınları’ndan çıkan İçimdeki Robot öykü kitabına dair Ruhşen Doğan Nar ile konuştuk.

Meltem Dağcı: Dikizatör kitabın ilk öyküsü. George Orwell’ın Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanına selam gönderen öykünüzde, Büyük Birader Hayat Sigortası Şirketleri’nde yapay zekâ programının insan yaşamını didik didik ederek takip ettiği görülüyor. Distopik bir toplum söz konusu. Bütünden parçaya indirgeyerek baktığımda öykünün merkezinde hayvanlara karşı yapılan eziyet dikkati çekiyor. Bu öykünüz ütopik bir fikirden distopyaya nasıl evrildi?

Ruhşen Doğan Nar: Ütopya ve distopyanın birbiriyle bir tür ying-yang ilişkisine sahip olduğunu düşünüyorum. Bir ütopya tüm insanlar için cennet anlamına gelemez. Bazıları için mutlaka o dünya cehennem olacaktır. Örnek vermek gerekirse, kapitalizm bir avuç ultra-zengin için eşi benzeri görülmemiş ütopyadır ancak yaşamını zar zor sürdürebilen yoksullar için distopyadır. Bu öykünün çıkış noktası ise bir ara haberlere sürekli çıkan, hayvanlara şiddet uygulayan insanların güvenlik kameralarına yansıyan görüntüleri oldu. Yine böyle bir haber izlerken “Ya bir yapay zekâ programıyla bu tür görüntüler toplanıp insanlara şantaj yapılsa” diye sordum kendime. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Yakın gelecekte öyküdekine benzer vakaların yaşanacağını düşünüyorum.

M. D.: Ada 412 öykünüzde tarihteki savaş ve acı dolu sahneler sanal gerçeklik ortamında öğrencilere aktarılıyor. Günümüzde de rahatlıkla uygulanabilecek bir yöntem gibi görünüyor. Teknoloji sayesinde geçmişteki herhangi bir ana gitme duygusu merak unsurunu kapsarken acı da veriyor. Hislerin ön planda olduğu öykünüzde duygu aktarımı ve sanal gerçeklik arasındaki bağ hakkında neler eklemek istersiniz?

R. D. N.: Ada 412 en duygusal bilimkurgu öykülerimden biri olabilir. İzmir’de yaşayan biri olarak Avrupa’ya kaçmaya çalışan mültecilerle geçmişte sıklıkla karşılaştım. Bir mülteci çocuğun hayranlık ve şaşkınlıkla İzmir Körfezine baktığı anlara şahit oldum. Belki de ilk kez denizi görüyordu. Belki de birkaç gün sonra o hayran olduğu denizde boğuldu. Sanal gerçeklik kullanılarak çok daha etkileyici tarih dersleri işlenebileceğini düşünüyorum. Şu anda sanal gerçeklik cihazları yeterince ucuz ve yaygın değil ama önümüzdeki yıllarda hayatımızın bir parçası olacak. Hayatın tüm alanlarında olduğu gibi eğitimi de baştan sona değiştirebilir.

M. D.: 2040 ise kısa, mini distopik bir animasyon tadı veren öykü. Yapay zekâya bağımlılığın ne kadar tehlikeli bir durum ortaya çıkarabileceği gerçeğini aktarıyor. Gelişen yazılım tabanlı teknolojileri kullanan bir evde yaşanan insanın yapay zekâ tarafından ölümüne sebep oluyor. Her ne kadar Asimov’un üç robot yasası (1.Bir Robot, bir insana zarar veremez, ya da zarar görmesine seyirci kalamaz. 2.Bir robot, birinci yasayla çelişmediği sürece bir insanın emirlerine uymak zorundadır. 3.Bir robot, birinci ve ikinci yasayla çelişmediği sürece kendi varlığını korumakla yükümlüdür.) akla gelse de robotların katil olabileceği, yazılım ve kurulum amaçlarının dışına çıkabileceğini ön gören bir öykü. Evlerdeki robotlara ve yazılım harikası teknolojik ürünlere bakış açınız nedir, bir gün robotlar katil olabilir mi?

R. D. N.: Yapay zekâ veya robotlar için insanın üretimi olan herhangi bir teknolojik alet gibi özünde iyidir veya kötüdür diyemem. Her şey insanın kullanım amacına bağlı… Örneğin, son yılların gözde teknolojik aletlerinden dronları düşünelim. Dronlarla tarlaları ilaçlayabilirsin, kaybolan bir insanı bulabilirsin veya düğün fotoğrafı çekebilirsin. Ama aynı dronla insanları bombalayıp öldürebilirsin. Ne yazık ki günümüzde dronlar katil fakat aslında şu soruyu sormamız lazım: Dronlar mı yoksa drona o bombayı atma emri veren insan mı katildir? Önümüzdeki yıllarda insansız gemiler, uçaklar ve robotlar kullanılacak savaşlarda. Ama katil biz olacağız.

M. D.: Soru-Cevap öykünüzde ölüm ve ölümden sonraki hayat sorgulanıyor. Bir araştırma için yıllarca dondurulan ve yeniden canlandırılan bedenler var. Bu kısımda sadece beyinleri bir bilgisayar arayüzü sayesinde canlandırılmış durumda. Kendinizi karakterin yerine koyarak bedeninize böyle bir işlem yapılmasına izin verir miydiniz?

R. D. N.: Seve seve bu izni verirdim. Ben bir agnostiğim. Bu yüzden Tanrı, cennet, cehennem, ölüm ve ölüm sonrası benim için her zaman merak verici ve üzerinde kafa yorduğum konular. Bir dine inandığında tüm bunlara dair hali hazırda cevapların oluyor. Ama şüpheciysen bir ömür boyu sorular sormak zorundasın. Zaten bu tür konularda sorduğum sorular bazı öykülerin ateşleyicisi oluyor. Umarım ölmeden önce kriyojeni gelişir ve ucuzlar. Dondurulmak isterim veya “Valhalla’ya Giderken” öykümde olduğu gibi cesedim uzayın sonsuzluğuna da bırakılabilir. Ama büyük ihtimalle toprağa gömüleceğim ki bu da kötü bir şey değil.

M. D.: Etim Etindir’de oldukça etkili bir öykü. Midem ağzıma gelerek okudum kısmen. Yapay et üretimine dikkat çekiliyor. Distopik toplumlarda gıda kısıtlaması ve özele indirgenen baskıcı bir tutum söz konusu. Laboratuvar etinden alınan Özel Tüketim Vergisi giderek gerçek olması muhtemel konulardan. Hatta yapay et üretimiyle ilgili haberler okumuştum. Dünyada gıda krizlerinden söz edilirken yapay olarak üretimiyle ortaya çıkacak yiyeceklere karşı düşünceniz nedir?

R. D. N.: Yapay et fikri bundan on yıl önce hayal gibiydi ama şu anda gerçek bir seçenek. Bazı ülkelerde üretimine ve satışına başlanıldı. Yapay etin yaygınlaşıp ucuzlamasını gönülden isterim. Çünkü et yerken kendini suçlu hissedenlerdenim. Karnımı doyurmak için bir canlının öldürülmek zorunda olması hoşuma gitmiyor. On binlerce yıl doğada avlanmak ve et yemek zorundaydık ama gelecekte, yeni insanların dünyasında yapay et tüketerek yaşayabileceğiz. O günlerin bir an önce gelmesini arzuluyorum.

M. D.: İşte Karşınızda Filiz öykünüzde ölen bir ailenin sanal klonu evin duvarına hapsolmuş ve sanal gerçeklik ortamında yaşatılmaktadır. Filiz’in ilk kez tanışacağı bu sanal ailenin kopyalarının da yaşama süresi vardır. Sanal da olsa bir hafta içerisinde ailesini kaybedeceğini bilen bir karakter var. Bu duygu acı ve tuhaf. Bu öykü bağlamında hafıza ve zamanda ileri-geri sıçrama hakkında neler söylemek istersiniz?

R. D. N.: Bizi biz yapan şey hafızamız ve anılarımız. Ölüm dediğimiz şey de aslında artık yeni anılar yaratamamak ve insanların hafızasından yavaş yavaş silinmek demek. Bu yüzden öyküde sanal da olsa bir aileye sahip olmak çok değerli… Yine ilerleyen yıllarda kaybettiğimiz yakınlarımızın sanal kopyalarına, replikalarına sahip olacağımızı düşünüyorum. Onların sanal geçmişlerini kullanarak çok rahat bir şekilde sanal kopyaları üretilebilir. Japonya’da haberlere yansıyan bir örneğini de görmüştüm. Kızını kaybeden bir anne, sanal gerçeklik dünyasında kızıyla tekrar bir araya geliyordu. Etik ve psikolojik olarak üzerinde epey düşünülmesi gereken bir konu olacağı kesin. Ama her zamanki gibi önce teknoloji insanlar tarafından kullanılacak, daha sonra olumlu-olumsuz yönleri ortaya konulacak.

M. D.: “Takipçi”de kadınların ön planda olduğu öyküde dronlar çıkıyor karşımıza. Aldatan kocalar dronlar tarafından takip ediliyor. Bu dron, karakterin peşi sıra giderek rahatsız edici biçimde ısrarlı takip ediyor ve insan bedenini denetim altına alıyor. Denetleme ve kontrol mekanizması devrede sürekli. Bedeni hâkimiyet altına almak isteyen distopik bir yapı. Bedenlerin birbirleri üzerindeki denetimlerini irdeleyen öykünüzün çıkış fikri nasıl gelişti?

R. D. N.: “Takipçi” öyküsünün, kitabın eğlenceli öykülerinden biri olduğunu söyleyebilirim. İflah olmaz, aldatmayı alışkanlık haline getirmiş bir kocanın trajikomik hikâyesi. Bir insanı veya toplumu ne kadar çok kontrol altına almak isterseniz isteyin, mutlaka açıklar ve boşluklar ortaya çıkacaktır. Şunu demek istiyorum: Yüzde yüz başarılı bir kontrol mekanizması mümkün değil. O mekanizmanın bir yerinde ya boşluk olur ya da bir boşluk, gizli nokta yaratılır.

M. D.: “Ana Rahmi Rahatlığı” öykünüzde çocukların kaybolması ve ana rahminde cenin pozisyonu alınması sanki dış dünyadaki organ mafyalarından, çocuk cinayetlerinden uzak durulmasıyla bağlantısı var. Ana rahmi burada huzuru temsil ediyor. Kurguda bu kısmı mekân (yer) olarak görüyorum. Dışarısı zorbalıklarla ve kötülüklerle dolu bir gezegene dönüştü, huzuru insan nerede bulmalı?

R. D. N.: Çocukluk zamanları, o nostalji hissi çoğunlukla bizler için huzur anlamına geliyor. Sanki kayıp bir cennet… Fakat bu noktada yanıldığımız görüşündeyim. Aslında o günleri çocuk gözünden gördüğümüz ve deneyimlediğimiz için huzurlu olduğunu düşünüyoruz. Bir yetişkin olarak tekrar düşündüğümüzde gerçekte o günlerin o kadar da huzurlu olmadığını anlıyoruz. Biz bence dünyaya tekrar bir çocuğun masumiyetiyle bakmak istiyoruz. Ancak bu imkânsız, bir kelebeğin tekrar tırtıl olmayı istemesine benzetiyorum.

M. D.: Son olarak, şu anda yeni bir kitap çalışmanız var mıdır?

R. D. N.: Öyküler yazmaya devam ediyorum. Önümüzdeki yıllarda yeni öykü kitaplarıyla okurun karşısına çıkabilirim. Bunun dışında, yayımlanmamış bir novellam var. Yakın zamanda okuruna kavuşmasını diliyorum. Bir kısa bilimkurgu romanı yazmaya başladım. Onun üzerinde çalışıyorum. Son olarak, “Bir Gün Mutlaka Delireceğim” kara mizah öykü kitabım Plüton Yayın etiketiyle tekrar basılacak. Yeni içeriği, yeni kapağı ve yeni yayıneviyle Bir Gün Mutlaka Delireceğim, yeni okurlarını arayacak.

İçimdeki Robot
Ruhşen Doğan Nar
Yitik Ülke Yayınları
Öykü / 88 sayfa

Yukarı