Cihan Çakan’la Söyleşi / Şengül Can

Şengül Can: Öncelikle kitabın isminden bahsedelim, Yerini Yadırgayanlar öyküler yazıldıkça ortaya çıkan bir isim miydi yoksa baştan beri bu isim var mıydı?

Cihan Çakan: Henüz Geçmiş Zaman Ambarı’nın üzerinde çalışırken Yerini Yadırgayanlar ismi vardı açıkçası ve kitapta yer alan öykülerden hiçbiri yazılmamıştı. Ama öyküler yazıldıkça, öykülerde mevcut olan duyguların ve olayların bende çok öncesinde var olduğunu, hatta öykülerin ve dosyanın içten içe tamamlanmış olduğunu ve neden en başından beri merkezde bu ismin durduğunu anladım.

Ş.C: Öykülerinde günlük hayatta karşımıza çıkabilecek sıradan hayatlardan, yerini yadırgayan ya da toplumun “ötekileştirdiği” hayatlara değin her türlü sınıfa mensup insan hikâyelerine yer vermişsin.  Bu anlamda öteki ile ilişkinden bahseder misin? Öykü kişilerini nasıl seçiyorsun?

C.Ç: Öykü kişilerini seçiyor muyum yoksa onlar mı beni seçiyor bundan emin değilim, çünkü öykü bana tamamlanmış olarak geliyor, ben sadece yazıyor ve yazdıkça keşfediyorum ama sanırım dünyanın neresinde duruyorsanız öyküler size oradan geliyor. Belki de “öteki” olmakla erken yaşlarda yüzleştirildiğim için dünyanın bu tarafındayım. Ayrıca Yerini Yadırgayanlar yazıldığı dönem itibariyle kolay zamanların ürünü değildi. Kendimizi çaresiz hissettiğimiz zamanların payı çok. Bir yere ilk gittiğinizde orayı yadırgamanız belki olağan bir şey ama uzun zamandır yaşadığınız yeri yadırgamaya başlıyorsanız bu bence biraz trajedi. Ortak duygu ve düşüncelerde buluştuğum birçok kişinin tedirgin hali ve bu tekinsiz zamanların Yerini Yadırgayanlar’ın  tamamlanmasında etkisi oldukça çok.

Ş.C: Öykülerini okurken anlatılması bu denli zor konuları seçmen bana bu konuların anlatılabilirliği ve anlatılırsa ne şekilde anlatılabileceği ile ilgili birçok şey düşündürdü.  Nurdan Gürbilek’in Sessizin Payı kitabındaki bölümler gitti geldi aklımda. Kitabın son bölüme Orpheus Çıkmazı adını vermiş. Yer yer yazının iyileştirici gücünden bahsederken çoğunlukla bunu sorgulayan bir bölüm de vardır. Yazar Coetzee’ye şu soruyu sorar. “Coetzee: Sesini yitirmişlerin bu dünyadaki yankısı olabilir mi edebiyat? İnsanlara bu sözcüklerle korkunç şeyler yapıldı; sözcüklerle kandırıldılar, sözcüklerle tehdit edildiler, sözcüklerle ezildiler.  Şimdi ben o sözcükleri kullanarak nasıl öykü anlatacağım?”

Kısa Hayatların Hikâyeleri’nde öykü kişileri kadın cinayetleri ile ilgili açılacak serginin bir utanç müzesi olacağından bahseder. Buradan da yola çıkarak seçtiğin konular itibariyle yazıyla olan ilişkin hakkında bize ne söylemek istersin?

C.Ç: Yerini Yadırgayanlar bir yanıyla yaşadığım dönemi kayda geçmek oldu benim için. Yazılanların güç konular olması sebebiyle yazma süreci oldukça sancılıydı. Hayatta tahammülü zor olayları sözcüklerle yeniden üretmek yükünüzü daha da ağırlaştırıyor. Yine de yazıya tutunmaktan başka çarem yoktu. Evet, sözcüklerle korkunç şeyler yapılabiliyor ama ben sanırım yazının iyileştirici yanına sığınıyorum, belki de sığınmak zorundayım, bilemiyorum. Edebiyat sesini yitirmişlerin yankısı olabilir mi, bu soruyu düşünce aklıma ilkin Yaşar Kemal geliyor ve daha niceleri… Yazı aynı zamanda görünmeyenleri gösterir, konuşulmayanları konuşur, saklananları açığa çıkarır. Kısa Hayatların Hikâyeleri’nde karakterler açılacak serginin utanç müzesi olduğundan bahsederler ama bütün aksiliklere rağmen yine de sanatla bunu göstermeye çalışırlar çünkü onlar da sanatın iyileştirici yanına sığınırlar ya da sığınmak zorundadırlar. Düşününce yazıyla ilişkim benim bu yönde gelişmiş, yazı âdeta bir sığınak. Sözcükler nihayetinde zalimlerin tekelinde değil, “ötekiler” artık sözcüklerine daha fazla sahip çıkıyor, çıkmak zorundayız.    

Ş.C: Masallardan beslenen masal dilini ve sembolleri kullandığın öykülerin de var. Gizli Anlaşma öykün bu anlamda öne çıkan bir öykü. Aynı şiddete maruz kalanların bir çeşit dayanışması, sorunlarına kendilerince çözümler geliştiren öykü kişilerinin yollarının kesişmesi söz konusu. Bu anlamda uyku kaçıran bir öykü-masal. Öykünün bu hali hem kolektif bilinçle yüz yıllardır aktarılan travmaları canlı tutuyor hem de öykü kişilerinin içinde bulundukları zor durumları, çıkış arama yollarını, çıkmazlarını ve kendilerince buldukları çözümleri anlatıyor. Bu öykü özelinde ve genel olarak bu masalsı yapı hakkında sen ne düşünüyorsun?

C.Ç: Gizli Anlaşma ve Peri çocukken biraz da masallar aracılığıyla maruz kaldığım şiddetin yansımaları diyebilirim. Dinlediğim masallar iç açıcı ve çocuk psikolojisine uygun masallar değildi, aksine sizde oldukça şiddete uğramışsınız hissi uyandıran masallardı. O zamanlar çocuk korkularımla buna tepki versem de yıllar sonra bunun şiddetin bir türü olduğunu anladım. Sonrasında benzer kodları birçok masalda fark ettim. Gizli Anlaşma’da çocuk anlatıcı hem hayatta hem de masalda tanık olduğu, maruz kaldığı şiddeti anlatırken sanırım bugünün gözleriyle dönüp kendimi o çocukta konumlandırmışım. Her şeye vâkıf olan ama her şeyi sözcüklerle anlatamayan, sembollere sığınan bir çocuk…   

Ş.C: Öykülerinde diyaloglar çok başarılı ve dikkat çekiyor. 1. Tekil anlatıcılar da yine gerçekmiş hissi uyandırıyor. Bazı öykülerinde tiyatronun temel metinlerine göndermeler var. Bu anlamda öykü ve tiyatro birbirini nasıl besledi? Öykülerinin tiyatro ile bağı hakkında ne söylemek istersin?

C.Ç: Tiyatroda karakter oluştururken önce onun öykü torbasını tutuyor, sonra karaktere uzun uzadıya biyografı yazıyorum. Karakteri iyice tanıyarak yavaş yavaş onun ağzını oluşturuyorum. Bu zahmetli ve bir o kadar öğretici bir süreç benim için. Tiyatroda karakter üzerinde bu kadar çalışmam öyküde karşıma çıkan karakterlerle erken tanışmamı sağlıyor. Zaten onları hep tanıyormuşum gibi…  Aynı şekilde tiyatroda dramatik mekânı oluşturma sürecim öyküde beni doğrudan atmosferin içine götürüyor. Yine tiyatroda sahne trafiğinin matematiğiyle fazlaca ilgilenmem öyküde karakter-eylem tutarlılığı konusunda beni hep frenliyor. Bunlar aklıma ilk gelenler.

Ş.C: Öykü yazma süreçlerinden bahsedelim, ilk öykü fikri nasıl geliyor, ilgini çeken, tetikleyen fotoğraflar, imgeler oluyor mu? Bir öyküye başlama ve onu geliştirme süreçlerinden bahseder misin?

C.Ç: Öykü bana kendiliğinden geliyor. Düşünerek yazdığım öykü olmadı diyebilirim. Kendimi birden bir ânın içinde buluyorum. Zaman, mekân, karakterler… her şey çok canlı. Ne olacağını bilmiyorum ama hissediyorum. Yazdıkça her şey genişliyor, derinleşiyor, bir merkeze göre konumlanıyor. Kısa sürede taslak ortaya çıkıyor. Sanırım biraz da ritimden kopmamak için yazım sürecini elden geldiğince uzatmıyorum, genelde yazmaya başladığım gün hemen hemen taslak ortaya çıkıyor. Eğer uzun bir öyküyse yazmaya ertesi gün yeniden oturuyor, önce yazdıklarımı okuyor ve yazmaya kaldığım yerden devam ediyorum. Araya günlerin girmemesini, ritmin kesintiye uğramamasını önemsiyorum.

Ş.C: Her yazarın yakınlık kurduğu metinler ve yazarlar vardır. Yerini Yadırgayanlar’ın yolculuğunda yolunun kesiştiği yazarlar kimler oldu?

C.Ç: Yerini Yadırgayanlar’daki öyküler okuyup etkilendiğim yazarların ve metinlerin beni kışkırtması sonucu açığa çıktılar. Cortazar, Marquez, Raymond Carver ve Salinger merkezde olan dört yazardı. Ayrıca, kitabın ilk öyküsü olan Japon Balığı Barış Bıçakçı’nın Baharda Yine Geliriz öyküsünün bende bıraktığı duygunun yıllar sonra dışavurumuydu. Mehmet Baydur’un Tarzan adlı öyküsündeki ritim bana bir zaman sonra Herkesin Gamı Kendine’yi yazdırdı. Gizli Anlaşma Lyudmila Petruşevskaya’nın Evler, Cinler, Perdeler kitabı sayesinde yazıldı. Biraz önce, “Bazı öykülerinde tiyatronun temel metinlerine göndermeler var,” demiştin. Öykülerin taslağı tamamsa ve artık ince işçiliğe başlayacaksam Antik Yunan Tragedyaları’nı ve Shakespeare’i yanıma alıp öykülere alt metinler çalışıyorum.

Ş.C: Son olarak bu aralar neler yapıyorsun? Yeni projelerin var mı? Neler okuyorsun, dinliyorsun, izliyorsun?

C.Ç: Bu aralar üçüncü öykü dosyamı yazıyorum: Manzaradan Geçmek. Özellikle tiyatro metinleri okuyorum. Zaten ben tiyatro okumayı çok severim, sevdiklerimi döner döner okurum ve yeni tiyatro metinleri keşfetmeyi ayrıca severim. Şu an Albert Camus’nün bütün oyunlarını okuyorum. Yeniden Bergman’ın bütün filmlerini izliyorum. Öykü yazarken, yazmaya başladığım andan taslağını oluşturacağım âna kadar muhakkak müzikle yol alırım. Manzaradan Geçmek’in bugüne kadar yazılan öykülerine Sting (Englishman In Newyork), Bau (Top d’Coroa), Beyonce (Halo, Freedom), Coldplay (Hymn fort he Weekend) ve Cesaria Evora eşlik etti. Ayrıca çıktığı günden beri Mabel Matiz’in Fatih albümünü döne dolaşa dinliyorum.

Yerini Yadırgayanlar
Cihan Çakan
Notos Kitap
Öykü / 132 sayfa

Veveya Kitap 14 / 05 Mart 2024

Veveya Kitap 14 / 05Mart2024
Yukarı