Amor Fati Memento Mori/ D. Yavuz Arkın

Memento Mori gizemli bir şekilde başlıyor: “Öleceğini hatırla” telefonun ucunda bir hayalet ses bunu söyleyen, kimin olduğu belli olmayan. Yaşlıları sürekli isimsiz telefon görüşmeleri yaparak onlara ölmeleri gerektiğini hatırladıklarını söyleyerek mağdur eden kim olabilir?  Bir dedektife danışılır ve gerektiği gibi suçluyu tespit etmeye çalışır; ya da suçlular, çünkü hattın sonunda tam olarak ne tür bir sesin olduğu konusunda çok fazla ipucu bulunmuyor. Kitap bu açıdan polisiye bir roman gibi kendini hissettiriyor.  

Kitabın 1959’da yayımlanması nedeniyle yapılan bir röportajda Spark şunları söyler: “Hayata tüm tadını veren şey, ölüm ihtimalidir. Bitmesi gerektiğine dair bir his olmasaydı hayat çok daha anlamsız olurdu.” Bu söz aslında kitabın bize söylemek istediğini anlatır nitelikte. Ölümün yanında insanın elde ettiği güçle beraber karşısındaki zayıf insanlara karşı bunu nasıl da zalimce kullanabildiği, görünür hayatların ötesinde basit yaşam süren insanların nasıl da karmaşık ve girift ilişkiler içinde olabileceği de kitap boyunca karşımıza çıkıyor. Kadın karakterlerin ağırlıkta olduğu bir roman Memento Mori; kadın karakterlerden biri de yazar ve bu sayede Spark’ın otobiyografik hikâyesinden de parçalar bulabiliyoruz.

Bu kitaba ilham veren belki de Muriel Spark’ın dokuz yaşında ölüm konusunda aldığı ilk ders olabilir. Spark yaklaşık dokuz yaşındayken büyükannesi Adelaide, Edinburgh’a yaşamaya geldi ve Spark’ın kendi yatak odasına yerleştirildi. Devam eden yıllarda iki felç ve beyin kanamasından sonra Adelaide’nin bakıma ihtiyacı doğdu. Genç Muriel, bu süreçte yaşlı insanların ne kadar savunmasız olabileceğini fark etti. Adelaide’nin afazik hafıza ve dil gezilerini hem de Azrail’in hemen köşede olabileceği imasını ne kadar büyüleyici bulduğunu fark etti. Spark, Curriculum Vitae adlı anı kitabında “büyükannemi düşünme ve izleme deneyimlerim, karakterlerin tamamının yaşlı insanlar olduğu gelecekteki romanım Memento Mori için bir başlangıç ​​noktası oluşturdu” söyleminde bulunur.

İngiliz yazar ve şair John Masefield bir keresinde ona “bir sanatçı için her türlü deneyimin iyi olduğunu’” söylemişti ve Spark da hayatın malzeme sunması konusunda ona her zaman canlandırıcı pragmatik davrandığını düşünmüştü.

Varlıklı yaşlıların yaşadığı ve 1950’lerde geçen romanda, ölüm her bir sözcüğe sinmiş durumda. Buna rağmen okur korkudan ve gerilimden çok bir kara komedi filmi izler gibi izliyor her bir sahneyi. Yazarın ustalığı da burada gizli aslında; hayatın en olumsuz duygusunu yumuşatarak yaşatıyor bize.

Ölümün ne ifade ettiğini bir zamanların ünlü romancısı Charmian Colston’un (kızlık soyadı Piper) eski hizmetçisi olan Maud Long Tıp Koğuşunda hapsedilen Jean Taylor, bir ziyaretçisine bunu şöyle ifade ediyor: “Yetmişi geçmek savaşa katılmak gibi. Bütün dostlarımız ya gitti ya da gitmek üzere gidiyor ve biz bir savaş meydanında, ölülerin ve can çekişenlerin ortasında sağ kalmaya çalışıyoruz.”

Karakterlerin hepsi belli bir yaşın üstünde; biz onlara günümüzde yaşlı insanlar kısaca yaşlı diyoruz. Klişe bir söylem olarak ölümü bekleyen insanlar olması beklenirken Spark bu romanında hepsini “öleceğini hatırla” uyarısını dikkate aldıklarını var sayıyor. Öyle ki her bir satırda birçoğunun entrikalarını okuyoruz; zihinleri bu anlamda o kadar berrak ki bu da biz okurları ironi denizinde oradan oraya savuruyor.

İskoçya’nın Edinburgh şehrinde dünyaya gelen Muriel Spark yazın hayatına 1950 yılında Observer’ın düzenlediği bir kısa öykü yarışmasını kazanarak adım attı. Çığır açan tekniği ile büyük övgülerle karşılanan romanı Bayan Jean Brodie’nin Baharı geniş kitlelerin beğenisini kazandı. Bu roman, yirminci yüzyılın en önemli eserleri arasında anılır. Okurun üzerinde bir şok etkisi yaratan kısa romanı Sürücü Koltuğu ise, en çok tartışılan metinleri arasındadır. Gözlemciliği, mesafeli alaycılığı ve insan yaşamında iyilik ve kötülüğe duyduğu merakla öne çıkmış ve verimli yazın yaşamı boyunca özgün tarzıyla alkışlanmıştır.

David Cohen Edebiyat Ödülü, FNAC Prix Etranger, Saltire Ödülü, Ingersoll T.S. Eliot Ödülü, James Tait Black Ödülü ve PEN International Altın Kalem Ödülü gibi ödüllere layık görülen Muriel Spark, Booker Ödülü’ne de iki kere aday gösterildi. Edebiyat alanındaki hizmetlerinden dolayı Dame unvanı ile ödüllendirilmiş olan Muriel Spark, modern Britanya edebiyatının en önemli yazarlarından birisi. Usta çevirmen Püren Özgören’den de bahsetmemiz gerekiyor çünkü nasıl ki yazar belli bir üslubunu kitaba yedirmişse başka bir katman olarak çevirmen de bunun üzerine koyduğu bir katman ile bizi buna olduğu kadar yakınlaştırır. Bir çevirinin başarısı da bence burada yatıyor; bu kitap bizi yazarın üslubu ile neredeyse birebir ölçüde yakınlaştırıyor. Romanın önemli bir yaklaşımı ise yaşlı insanların zorbalıklara maruz kalması, yazar bunu her fırsatta göz önüne getiriyor. Sadece fiziksel bir zorbalıktan ziyade psikolojik bir zorbalık da göze çarpıyor. Yazar bunu sözcüklere döktüğü sahneler ile ustalıkla yapıyor, kitap günümüze ve geleceğimize de ışık tutuyor. Kurguda ileri ve geri gidişler yazarın baskın tarzı olmuş durumda, bunu ilk kitaplardan beri hissettiriyor bize. Sözün özü; telefonumuz çalsa, çağrıyı kabul etsek ve ölmemiz gerektiğini hatırlamamız söylense, her birimiz nasıl cevap verirdik?

* Amor Fati: Friedrich Nietzsche’nin eserlerinde sıklıkla kullandığı bir terimdir. Türkçeye, çevirmenler tarafından genellikle kader sevgisi olarak çevrilir.

Memento Mori: “Fani olduğunu hatırla”, “öleceğini hatırla”, bir gün öleceksin, bunu hatırla ve şimdi yaşa veya “ölümünü hatırla” gibi şekillerde çevrilebilecek bir Latince deyiş. 

Memento Mori
Muriel Spark
Çevirmen: Püren Özgören
Siren Yayınları
Roman / 232 sayfa

Yukarı