“Dibe Vurduysan ya da Hâlâ Düşüyorsan” / Can Öktemer

Fotoğraf: Philippe Matsas / Flammarion

Edebiyat dünyasının tuhaf saçlı, lafını sözünü esirgemeyen, kültür endüstrisinin “kötü çocuk” lakabını taktığı Michel Houellebecq Serotonin isimli romanı İthaki Yayınları’ndan Başak Öztürk çevirisiyle yayımlandı.

Houellebecq’in romancı olarak şöhreti sadece ezber bozan hikayelerinden değil aynı zamanda bazı politik ön görülerinin gerçekleşmesinden kaynaklanıyor. Fransız romancı IŞID’in terör eylemlerini önceden tahmin edip hikayelerine konu etmişti örneğin. Bu anlamda kendisine bir tür kâhin diyebilir miyiz? İnsanları yıldız haritalarına göre şekillendiren insanlar için pek ala böyle bir şey olabilir. Lakin edebiyatın hayatın her zaman bir adım önde olduğunu bilenler için Michel Houllebecq’in kehanetlerinin tutması şaşırtıcı değil. Her an patlamaya hazır bir dünyayı bir adım geriden izleyen hikâye anlatıcıları bulutun arkasından gelen fırtınayı iyi sezinlerler çünkü. Peki, Serotonin’de nasıl bir hikâyenin tanığız? Roman, 40’lı yaşlarda orta yaş krizinin tam ortasında Tarım Bakanlığı’nda çalışan dibe vurmayı henüz noktalamamış, küresel ısınmanın, GDO’lu ürünlerin insan hayatını ve dünyanın geleceğini nasıl tehdit edeceğinin farkında ama bunu tersine döndürmek için hiçbir şey yapmayan üzerine çöken hayatın altında ezilip durmuş kaybetmeyi kabullenmiş bir karakterin hikayesini anlatıyor.

Paris’te iyi bir orta sınıf hayatına sahip olan Florent-Claude, 20’li yaşlarda Yuzu isimli bir kadınla yaşamaktadır. Depresyon nedeniyle antidepresanlarla ayakta kalmaya, mutlu olmaya çalışmaktadır. Claude, hapsolduğu dünyanın sahteliğine, zamanın üzerine doğru son sürat düştüğünün farkındadır. Manzara temizlenecek gibi değildir. Böyle durumlarda yapılacak tek şey vardır: o da kaçmak, herkesten, her şeyden en çok da kendinden. Florent-Claude de tam olarak böyle bir şeye girişerek, ortalardan kaybolmaya karar verip Paris’ten Fransa kırsalına doğru bir yolculuğa çıkıyor. Edebiyat tarihinden aşina olduğumuz gibi bu yolculuk en çok kendisi geçmişine doğru oluyor. Yolculuk boyunca eski sevgililerle, dostlarla karşılaşıyor. Anılar, şimdiki zamana sızıyor. Kayıp giden zamanı z raporu çıkıyor. 20’li yaşlarda kurulan hayaller, arzu edilen hikayeler 40’larda “yaşansaydı çok güzel olurdu” pişmanlığına bırakmış. Üstelik antidepresanlar yüzünden hiç kimseyi, hiçbir şeyi arzulamayacak durumda. Bu sebeple Florent- Claude “Biz zavallı erkekler” adlı oyunun adsız başrollerinden biri haline gelmiş durumda; aynı şarkının aynı dizesini yaşıyor bir anlamda: “Çok mu ayıp hâlâ mutluluk istemek, neyse zaten hiç halim yok”. Peki, mutluluğun neredeyse yapay bir zorunluluk hale geldiği çağımızda mutlu olmak tam olarak nereye düşüyor? Bu romanın bilinçli olarak cevapsız bıraktığı ama boşlukları doldurmanın günümüz insanın geleceği hakkında çok şey söyleyeceği durumlardan biri.

Fransa ve çağımızın bir portresi

Michel Houellebecq, Serotonin’de çağımızın haleti ruhiyesini çizmiş bir anlamda. Kâhin romancı Houellebecq, neo-liberal ekonomi politiğin yarattığı derin tahribatı, mutluluğu antidepresanlarda arayanları, hedonizm bağımlılığına düşenlerin, küreselleşmenin herkesi nasıl da kimliksizleştirdiğinin acı tablosunu ortaya seriyor. Haliyle kriz sandığımızdan da derin.

Yazının başında Houellebecq’in politik ön görülerinin doğru çıktığından bahsetmiştim. Yazarın bu romandaki kehaneti ise yakın dönemde Fransa’yı sarsan Sarı Yelekler protestoları olmuş. Serotonin’de Avrupa Birliği’nin süt üreticilerine dair kısıtlamaları, büyük küresel şirketler lehine düzenlemelerinin yarattığı tahribatları çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bir anda örgütlenip, haklarını sokaklarda arayan Sarı Yelekler protestoları Fransa’yı şok etmiş, entelektüel dünyayı ise iki bölmüştü: Bu insanlar solcu mu? sağcı mı? Yolun devamı nereye gidiyor? Serotonin’deki vaziyet de tam olarak böyle. Protestocuların kültürel ve politik kodları neler? Romanın en güçlü anlarından biri olan protestoların başlangıcı ve çatışmalar, aristokrasi, toprak mülkiyeti, endüstrisi karşısında köylülerin durumu ve sağlıklı gıdaya ulaşım hakkı üzerine de düşündürücü bir patika açıyor.

 Arsız sermaye karşısında solun nereye düştüğü, toprağın, gıdanın insanı şekilde nasıl paylaşılacağı gibi meseleler kitabın bıraktığı düşündürücü boşluklar. Özetle Houellebecq, ‘karakter aşınması” sendromuna tutulmuş eski kıta Avrupa’nın giderek kaybettiği idealizmi üzerinden panorama çiziyor. Olayların Avrupa idealizmin belki de kurucusu Fransa’da gerçekleşmesi bu anlamda manidar. Giderek sağ siyasetin, solun imkansızlaştığı bir yere dönüşen Fransa hakkında konuşmanın zamanı geldi belki de.  Buradan baktığımız manzara oldukça karanlık ve yeniden izlediğimizde pek de gülmeyeceğimiz bir insanlık komedisi. Michel Houellebecq, Nerval ve Baudelaire provokatör olarak portresi: Romantik nihilist.  Karanlık bir umut perdenin arasından sızıyor yine de. Yazar, Cantona vari anarşist bir tavırla has edebiyatın yollarını kurarak anlatıyor hikayesini. Bunu yaparken de yazar olarak metne sızmıyor tüm bu hayatları olduğu gibi anlatıyor. İronisini de mevcut dünya hallerine dair sert eleştiriden de kaçınmıyor. Serotonin, Baudlliard’ın haklı çıktığı mutluluk, haz peşinde koşup duvara çarpan bir kuşağın hikayesi. Onların bıraktığı miras ise dünyanın giderek çökmesi… Çözümün nasıl olacağını biliyoruz, sadece nasıl yan yana geleceğimizi bilmiyoruz. Romanın bıraktığı boşluklar bunun içindir belki de. Hem Althusser’in dediği gibi “Gelecek uzun sürer.”

Serotonin
Michel Houellebecq
Çevirmen: Başak Öztürk
İthaki Yayınları
Roman / 256 sayfa

Veveya Kitap 14 / 05 Mart 2024

Veveya Kitap 14 / 05Mart2024
Yukarı