Sene 84’e Bir Davet Var / Gaye Keskin

Devrim Alkış’ın üçüncü kitabı Sene 84, 2022 yılında Everest Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu.

Yazarın Viyana yıllarının kurmacayla harmanlanmış haline de şahitlik ettiğimiz Sene 84, ana karakterin Viyana – İstanbul arasında geçirdiği sekiz gününü ve içinde bulunduğu buhranı anlatıyor bize.

Her Şeyden Önce Viyana Zamanları

Devrim Alkış, Sene 84’ü şu etkileyici ilk paragrafla açıyor: “İki saattir kımıldamadan aynı sandalyede oturuyorum. Tek yaptığım duvardaki tuğlanın çatlağına bakmak. Bunu saatlerce yapabilirim. Belgesellerde hep hızlı koşan çitaların iskelet sistemi ya da suyun altında dakikalarca durabilen diğer memelilerin akciğerleri övülür ama kimse, sabahtan akşama kadar bir sandalyede oturan homo sapiens’ten söz etmez. Türümüze bazen acımasızca yaklaşıyoruz.”

Ana karakterin hayatının durağan ritmine sayfalar boyunca şahitlik edeceğimizin ilk emaresi olan bu paragraf, sebepleri öğrenmeye itiyor bizi. Alkış, merakımızı yavaş yavaş doyuracağı bir yol seçiyor. Ana karakterin bursla okuduğu üniversitede son senesi olduğunu, türlü bahanelerle yazmayı sürekli ertelediği Mantıksal Pozitivizm tezini, hoşlandığı Eva Braun’u, geceleri kaldığı yurdun buzdolabından aşırdığı yiyecekleri ve ismini paylaşmaktan itinayla kaçındığı, ‘annesinin Erenköy’de güzellik merkezi olan kız’la yaşadığı ayrılığı gösteriyor bize önce. Sonrasında da, ana karakterin dibe iyice battığını ve boğulmak üzere olduğunu sezdiriyor.

1.Gün – Düğün Daveti

“Bahar vaat ettiği sıcak havayı bir türlü getirmemesine rağmen yol boyunca kafelerde, restoranlarda insanlar arkadaşlarıyla oturmuş, gülerek sohbet ediyorlardı. Gülünecek ne var, demek istiyordum; kızdığımdan değil, merakımdan.”

Ana karakterin içinde bulunduğu buhranın derinliğini anlamamızı sağlayacak bu alıntı cümlesi, başka birçok gerçekliğe de kılavuz olacak nitelikte. Bilinç kavramının ana karakterin zihninde bulanıklaştığının ve çevresine olan ilgisinin arttığının kanıtı aynı zamanda. Öyle ki ana karakter, etrafındaki diğer insanların fiziksel özelliklerini, bu özelliklere sebep atayacak kadar içselleştirebiliyor. Örneğin Viyana’daki bir pastaneye girdiği anda karşısına çıkan garsonu şöyle tanımlıyor ana karakter: “Bütün gün ayakta durmaktan sandaletlerin içindeki ayakları şişmiş, kül rengi çorabını aceleyle çekerken kaçırmış garsondan bir Brauner, bir de Marillenkuchen istedim.” Hemen sonra hayatının en mühim kararlarından birini vermek üzere olduğu sırada, kendilik kavramının dehlizlerinde kaybolduğunun farkındalığında; şöyle söylüyor: “Bir homo sapiens sapiens, yani düşündüğünü düşünen insan olarak lüzumsuz şeyleri biliyordum. Önümdeki kayısılı pastanın tadını çıkarmak istediğimi biliyordum, Ekin’in kayısıyı hiç sevmediğini biliyordum, burada olsa elmalı pasta isteyeceğini biliyordum ama düğüne gidecek miydim, bilemiyordum.”

Bu bilinmezliği yok edecek, bizi Sene 84’le ve ana karakterin geçmişiyle tanıştıracak hamleyi yapıyor yazar ve ana karakteri bataklığın dibinden çıkarıp geçmişinin sırlarıyla, vedalarıyla, mutluluğuyla yeniden yüzleşeceği yolculuğa çıkarmadan hemen öncesine,  2.Gün’e götürüyor.

2.Gün – Beyaz Gömlek

2. Gün, bir önceki bölümde sinyallerini aldığımız düğünün kimin olduğunun cevabını veriyor bize. Ana karakterin, eski kız arkadaşı Ekin’in düğününe gitmek üzere olduğunu ve beyaz bir gömleğe ihtiyaç duyduğunu öğreniyoruz. Burada beyaz gömlek, başka bir kavramsal karmaşayla karşılıyor bizi. Ana karakter, mağaza çalışanı tarafından kendisine gösterilen ‘damat’ gömleğini reddederken, gelinin eski erkek arkadaşına uygun bir gömlek talebinde bulunuyor. Yaşadığı devinimi, içinde bulunduğu durumun onda yaratacağı infialleri sezdiren bu bölümün sonunda ana karakteri halı sahada buluyoruz: “Bileğimin dönmesini, birinin kavalkemiğime sertçe vurmasını, çapraz bağlarımın kopmasını arzuluyor, her topa deli gibi giriyor, anlamsız fauller yapıyor, ayağımı her karambole sokuyordum.” Zihinsel acısını fiziksel olanla perdelemeye çalıştığının ve bedenini zor duruma sokacağını bildiği halde, düğüne gitmekten vazgeçmek için kurtuluş umudu olarak bu durumu seçmiş olmasının karanlığına giriyoruz hemen ardından. Üstelik beyaz gömlekle birlikte Adidas çantanın içine tıkışarak yapıyoruz bunu.

3.Gün – İstanbul Uçağı

İstanbul uçağı, ana karakterin gerçek ve sanrı arasındaki ince çizgide sendelemeye başladığı ilk bölüm olarak çıkıyor karşımıza. Ana karakter yolcu koltuğunda gazeteyi eline aldıktan hemen sonra şöyle bir haber okuyor: “Sene 84 Vakfı’nın Genel Başkanı, ünlü iş adamı Çağatay Ersümer ve nişanlısı Ekin Togay üç gündür kayıp.” Bu olayın onda yarattığı infialin sonrasında, karşısına çıkan intihar haberiyle birlikte geçmişle bugün arasına ince bir tel gererek, şöyle söylüyor ana karakter: “Çoktan Üsküdar’a gitmiş, şimdi yeğenim Muratcan’a kalmış odada, kendisini tarihi yarımadanın arkasına atmış gün yorgunu kırmızı güneşin aydınlattığı çekyatta öptüğüm bembeyaz vücudu düşünüyor, onun, on beş milyonun pisliğiyle, kulak pamuklarıyla, terden sararıp toz bezi yapılmış fanila parçalarıyla, dertop edilmiş kâğıt mendillerle, hiçbir zaman birinci gelemeyecek spermlerin fışkırdığı yasaklı prezervatiflerle dolu o karanlığa doğru sürüklendiğini bilmek istemiyor, bulantı hissime engel olamıyordum.”

Yaşadıklarının bir kısmının doğru, diğer bir kısmının yanılgı olduğunun farkına varan ana karakter, eski mahallesindeki eski evine gidiyor. Evin eski halinden eser kalmadığını, pejmürdeye dönüştüğünü ayrımsayan ana karakter, dört gençlik arkadaşından biri -ve sonraki sayfalarda öğreneceğimiz üzere suç ortaklarından da biri- olan Vedat’la buluşmak üzere meyhanenin yolunu tutuyor. Yol üstünden aldığı ve eski sevgilisi Ekin’e ait olan dergide bir yazı okuyor. Ekin tarafından yazılmış bu yazı, doğrudan onu, ana karakteri işaret ediyor. Ana karakterin gerçekle bağlarının koptuğu başka bir bölüm de burada başlıyor. Ve hikâye bizi usul usul, Sene 84’e çağırıyor.

Nedir bu Sene 84?

Sene 84 Hareketi’ne dair detayların açıldığı 3.Gün, hareketi katılmak isteyen insanlar tarafından varılmak istenen hedefi de gösteriyor bize.

Sene 84, insanların geçmişe duydukları özlemi, bugün yitirdikleri her şeyi geçmişe dönerek bulabileceklerine dair inançlarını, mutluluğun simgesi olarak düşündükleri o zamanı işaret eden bir hareket olarak çıkıyor karşımıza. İstanbul, 84 yılına bürünürken, Bakkal Amca isimli market zincirleri diğerlerinin yerini alıyor. Bu market zincirlerindeki Bakkal Amcalar, semtlerindeki çocuklara sahip çıkıyor, adres soranlara yardımcı oluyor, mahallenin namusunu koruyorlar. Taksiler, 84 yılının dolmuşlarına dönüşüyor, Markiz pastanelerinin, eski profiterolcülerin yeniden açılacağının müjdesi halka veriliyor, hoparlörlerden Erol Evgin’in sesinden Melih Kibar bestesi dinletiliyor insanlara. Sene 84’e erişilirse kaybettiklerine kavuşacaklarına inanan bu insanlarla ilgili elbette antitezler de atılıyor ortaya. Bunlardan birini de elinden kayıp giden geçmişine kavuşmayı isteyen ancak bunu metalarla değil, hislerle yapabileceğini düşünen ana karakter düşünüyor ve şöyle diyor: “Kimse gerçekte 1984’ü yeniden istemiyor, istiyormuş gibi yapıyorlar sadece. Git sor bakalım, kaç kişi otomatik çamaşır makinesini ya da cep telefonunu bırakmak ister?”

4.Gün – Sene 84 Müzesi

Ana karakter dördüncü gün tanımadığı bir evde uyanıyor ve bu bölüm, yine ana karakterin gençlik arkadaşlarından biri olan Pınar’la gittikleri Sene 84 Müzesi’yle devam ediyor.

Ana karakter müzeyi etkileyici sinematik unsurlarla aktarıyor bize. Müzede, Anadolu’ya özgü, artık bulunamayan gazoz kapaklarından yapılan Ege Denizi kıyıları çıkıyor karşımıza. Sonra, unutulan tatların -şekerli-margarinli, salçalı, zeytin ezmeli ekmek- yeniden üretildiği Yemek Komitesi ile karşılaşıyoruz. Eski meralar olmadığı için tadı eskisine benzemeyen Ömür Ayranı’yla kesişiyor yolumuz çok geçmeden. Ve hemen ardından ana karakterle birlikte 37 ekran bir televizyonun karşısında buluyoruz kendimizi. Ekranda 84 yılının yılbaşı programı dönüyor. Zeki Müren ve Neşe Erberk, programda dans ediyor. Çiğdem Tunç, Halit Kıvanç, Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Erol Evgin ve diğerleri ekranı kaplıyor.

Ana karakter çok geçmeden bize, neden 84’ün bu kadar önemli olduğunu şöyle özetliyor: “ANAP’ın asker korkusundan dinci politikaları henüz uygulayamadığı bir yıl olmalıydı 1984. Sonraki yıllarda dini hassasiyetler ön planda yer alacak, Lambada grubu bacakları görünmesin diye muz çorapla sahneye çıkarılacaktı.”

Ana karakterin geçmişine dair karanlık sır da bu bölümde karşımıza çıkıyor ve hikâyedeki beş kişinin, ana kahraman, Ekin, Vedat, Pınar ve Ahmet’in gençlik yıllarında üzeri örtülen büyük bir uça karıştıklarını anlıyoruz.

Sonraki Günler – Karanlıklar, Aydınlıklar

Sene 84, ilk dört günün ardından açığa çıkması an meselesi olan gençlik sırrının ana karakterde yarattığı anksiyeteyle, gittikçe yaklaşan düğün gününün gerginliğiyle, ana karakterin düğüne katılıp katılmayacağının ve tezini bitirip bitiremeyeceğinin merakıyla, yavaş yavaş 84 senesine dönen Beyoğlu’nun, Kadıköy’ün insanlarıyla, yasaklanan abi-abla kelimelerinin yerine gelen hanımefendi, beyefendiyle devam ediyor. Devrim Alkış, karanlık geçmişi gözler önüne serdikten hemen sonra, kelimelerinden bir örtü seriyor üstüne.

Genele Bakış

Geçmişe duyduğumuz özlem; bazen okul önlüklerimizde, bazen kokulu silgilerimizde, bazen arkasına sığındığımız odun sobasında kendini gösterir. Peki her şeyi geçmişe döndürmek, bizi o günlerdeki bizlere ulaştırmaya yetecek midir? Ya da geçmişi geçmişte bırakıp, ilerlemenin zamanı gelmiş midir?

Devrim Alkış ana karaktere seçtiği yol haritasıyla veriyor bu sorunun cevabını. İstanbul – Viyana arasındaki hikâyeyi, bu iki şehirden birindeki yolculuğu bitirerek sonlandırıyor.

Geçmişe ya da geleceğe gitmeyi seçtiği son bölümü şu son cümleyle tamamlarken, içimize umut dolu tohumlar ekiyor: “‘Ben de seni arıyordum,’ dedim. Utangaç bir kız çocuğu gibi sarıldı bana. Şaşırdım. Ben de ona sarıldım.”

Sene 84
Devrim Alkış
Everest Yayınları
Roman / 220 sayfa

Veveya Kitap 15 / 20 Mart 2024

Veveya Kitap 15 / 20Mart2024
Yukarı