Şiirin Dirilişine Doğru Bir Kitap / Meltem Terzioğlu

Fotoğraf: Kadir İncesu

Şiir ve Anadolu. Sezai Karakoç ve Ömer Erdem ismini bir arada görmemize vesile olan iki ortak unsur. Sevgili Erdem tarafından yazılmış olan Günler Çözüldükçe “Sezai Karakoç’a Doğru” adlı kitabın doğumu, edebiyatımız için büyük önem arz eden bu iki ismin bir araya gelmesiyle vuku buldu.

Ömer Erdem deneme türü olarak kaleme aldığı bu eserinde, tıpkı Cemal Süreya tarafından “bulgucu” olarak nitelendirilen Sezai Karakoç gibi, bulguculuğa dair yetilerini hiç çekinmeden konuşturmuştur. Karakoç’la olan anılarını masaya yatırmış, yaşanılanları çok iyi bir şekilde tahlil etmiş ve elde edilen sonuçlarını, detaylıca incelediği Karakoç şiiri ve onun edebi kimliğiyle bağdaştırmıştır. Peki, Ömer Erdem’in Sezai Karakoç’u bu kadar iyi analiz edebilmiş olmasında aralarındaki benzerliklerin payı da olabilir mi? Aslında Ömer Erdem, bu sorunun yanıtını kitap içerisinde biz okurlara anlaşılır bir şekilde sunuyor ve “Sezai Karakoç’un İstanbul öyküsü ‘Ve ben karadan geldim ama denizi üstlendim’ mısrası ile de özetlenebilir. Ben de karanın kalbinden, Bozkır’dan çıkıp gelerek bu öyküye dahil olmuştum” diyerek karadan denize doğru açılan hayatların buluşma noktasını gözler önüne seriyor.

Yazarımız eserini, yaratmış olduğu çeşitli ve birbiriyle ilintili başlıklar altında bir araya getirmiştir. İlk başlık Günler Çözüldükçe… adı ile karşımıza çıkar. Kullanılmış olan üç nokta, başlığın bir nevi özet niteliğinde olduğunu ve kitap içeriğini kısa ancak öz ve çarpıcı bir şekilde biz okurlara aktaracağını hissettirir. Yazar, günlerin çözülmesi sualini sormakla ve sualin yanıtını aktarmakla başlar anlatısına, “Günler su gibidir, hem akar hem de beni yaşatır.” Ömer Erdem kendini ifade ederken şiirin akıcı dili ve bereketiyle beslemiştir kaleme aldıklarını. Keza yazmakla günleri çözmek arasında yakın bir benzerlik kurmuş ve bu benzerliğin kendisinde yarattığı hislerden bahsetmiştir ara ara, “Yazmak, günleri çözmek, ölüme karşı yaşamı öncelemek değil midir?” Fakat bu başlığın anlatmak istediği en mühim konulardan biri şudur; eser, yaşanılan günlerden ve o günleri çözümlemenin bulgularından meydana gelmemiştir, çözümlenebilen günler ve anılar anlatıya destek olmuş, Sezai Karakoç’u ve onun eserlerini tanıtabilmek için işlenen bir ilmek sıfatını görmüştür. Etrafa saçılan dağınıklık toplanmış, birbiriyle ilişiği olan bilgiler anlaşılır bir çerçeve oluşturmuştur. Ayrıca bu başlık altında “…yüceltme ve hüküm verme amacı taşımadan…” ifadesi kullanan Ömer Erdem, yanlış anlaşılmalara mahal vermek istememiştir ki dediği gibi yaratımı olan eserde, terazi hassaslığını okurlara hissettirebilmiştir.

Günler Çözüldükçe… başlığını takip eden, bir araya gelmeleri tesadüf olmayan yirmi altı alt başlık karşımıza çıkar ilerleyen sayfalarda. Bazı başlıklar Karakoç şiirlerinden alıntıdır, bazılarıysa Karakoç’un kişisel örüntüsünün edebi kimliğine yansıyan bir aynasıdır. Aslında bu başlıklar kendi içerisinde kronolojik bir dizilim de barındırmaktadır. Kitabın giriş kısmına tekabül eden ikinci başlıkta, çocukluğu Bozkır’da geçen, okuyan, çabalayan ve şair olma hayalleriyle İstanbul’a ayak basan bir genç ile tanışıyoruz. Bu genç elbette Ömer Erdem’dir ve kulağına çalınan şair isimleri arasından bir tek Sezai Karakoç ilgisini çeker. Atilla İlhan’ı es geçmemek gerekir fakat Karakoç onda çok başka bir iz bırakacaktır. Öyle ki ilerleyen yıllarda Yeni Türk Edebiyatı sahasında yüksek lisans yapacak ve bu tezin ana karakteri Sezai Karakoç olacaktır. Henüz kendini aradığı yıllarda Ömer Erdem, aklına kazınan bu ismin peşine düşmüş, onun eserlerini araştırma gayesiyle sahafların yollarını tutmuştur. Onu şiirleriyle, düşünceleriyle tanımak isteyen Erdem, ilk olarak “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü” adlı eseriyle, Bozkır’da bulunan bir kitapçıda karşılaşmış, kendi ifadesine göre bu eserden hiçbir şey anlamamıştır. Ancak bu olayın en önemli yanı, Ömer Erdem’in bu ismin asla ama asla peşini bırakmaması olmuştur. Sahaflarla tanışmasının ardından Erdem, Karakoç’un “Sütun” adlı kitabıyla buluşmuş ve bu eseri tabiri caiz ise başucu kitabı ilan etmiş ve onunla asıl tanışıklığının bu kitap sayesinde olduğuna not düşmüştür. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tanış olduğu Ramazan Ayaz ismiyle yola koyulan Ömer Erdem, hayatta olduğunu bildikleri tüm yazar ve şairlere ulaşmaya çalışacaklardır. Bu bağlamda, Üretmen Han’da bahsi geçen anılar vesilesiyle 80’li yıllarda şair ve yazarların mütevazı hayatlarına şahit oluyoruz. Ancak Ömer Erdem ile Sezai Karakoç’un bir araya gelişinin kolay olmadığını görüyoruz eserimizde. Bu durumu; ısrarla mazlum, gariban ya da mazbut yakıştırmaları yapılan Sezai Karakoç’un davası uğruna, idealleri doğrultusunda, yalnızlığı özgür iradesiyle seçmiş olmasıyla bağdaştırabiliriz. Bununla birlikte, Ömer Erdem rehberliğinde, büyük kitlelere hitap etme, popülarite kazanma gayretinde olmayan Karakoç’un davranışlarına, kalın gözlük camlarının daha da irileştirdiği o gözlerine müphemliğin sindiğini söylememiz yanlış olmayacaktır. “Tablet yok, slogan yok, vaat yok…” Karakoç’taki bu yokluk, duvarlara sinen bu hiçlik Ömer Erdem tarafından iri taş benzetmesiyle karşılık buluyor. Bu benzetmeyle, eser içerisinde güzelleme yapılmadığı ya da anlatının övgü çizgisinde kaleme alınmadığı şeffaf bir şekilde karşımıza çıkıyor. Hayatımıza tevafuk eden iri bir taşı alıp kenara koymak da taşın varlığına inanıp onu etkileyici kılmak da Erdem’e göre kişinin yaratımına kalıyor.

Ömer Erdem’in günleri çözümlemesi sayesinde Sezai Karakoç’u çok daha yakından tanıma fırsatı buluyor, onun Diriliş’e olan bağlılığıyla arkadaşlık ve insan ilişkilerindeki örüntü etkilerine bizzat şahit oluyoruz. İkinci Yeni şairleri arasında görülen Karakoç’un, Diriliş’e olan yaklaşımından yola çıkarak Cemal Süreya için atfettiği sözler, kendi davası için ne kadar keskin bir çizgiye sahip olduğunu göstermektedir, “Hep Diriliş’e katılacakmış intibası verdi ama hiç katılmadı, solcularla beraber oldu.” Keza davasına olan bağlılığı, onun edebi hayatını şekillendirmiş, ilk evrelerde estetik çizgiyi takip ederek kaleme aldığı şiirleri kültürel, siyasal ve sosyolojik basamaklar üzerinde farklı bir form kazanmıştır. “Ben davamız için şiir yazdım, o hep önde oldu,” sözlerini sarf eden Sezai Karakoç, karakterine ve yaşam biçimine yansıyan müphemliği ve modern dilin yaratımını, toplumsal hedef doğrultusunda aktarmıştır. Ömer Erdem, Karakoç’un poetik dünyasındaki değişen düzeni, kendi düşünceleri ve bulgularıyla kaleme almıştır, “Karakoç, kendi şiirini ateşlediği ve özgün kıldığı yepyeni modern duruşu, toplumsallık adına buralarda törpülemiş ve adeta kendi açtığı modernlik parantezini sonuna doğru aynı tonla mumyalamıştır.” Karakoç, modernliğin ışığında kaleme aldığı şiirlerinin mayasını, ilerleyen zaman paralelinde yok etmiştir. Bunun en somut örneği, “Rüzgâr” adlı şiirinde geçen “Yangından yangına arta kalmış put” satırındaki “put” kelimesini “tut” olarak değiştirmesidir.

Sezai Karakoç için ömrünün sonuna kadar kitlenin dışında bulunduğunu ifade eden Ömer Erdem’e göre modern bilincin temellerini oluşturma biçimi ve bu bilincin dışa vurumu bağlamında Karakoç çağdaşlarından ayrılmaktadır. Bununla beraber ilke edindiği yaşama pratiği, bir diğer ayırıcı özellik olarak karşımıza çıkar. Yine de İkinci Yeni şairlerinden olan Sezai Karakoç’un, içinde bulunduğu güruhun özelinde kötü bir yorumda bulunmadığını; şairaneliğin sürdürebilirliği üzerine detaysız bir açıklama yaptığını kitabımızın ilerleyen sayfalarında okuyoruz. Bu, Sezai Karakoç’un, kabuk içerisinde yaşama isteğiyle ve buna bağlı olarak şiir hakkında konuşmayı tercih etmiyor oluşuyla eşlenik bir durumdur. Keza fotoğraf çekilmeyi sevmiyor oluşu, kendi yaratımı olan yalnızlığına gösterdiği bağlılığı gözler önüne sermektedir.

Diriliş ismi, tesadüfî bir seçim değildi Sezai Karakoç’un hayatında. Ölümden korkmuyordu ancak ölüm, somut bir gerçeklikti ve bu gerçeklik, onu tüm sevdiklerinden koparacak; bambaşka bir gerçeklikle baş başa bırakacaktı. Bu sebepten ötürüdür ki babasının ölümünü öğrendikten sonra dahi Karakoç cenazeye katılmamıştır. İşte bu, onun merhametsizliğini değil; hayatında yer alan şahsiyetlerden ayrılmak istemiyor olduğunu gösteriyordu. Ömer Erdem’in anlattığı başka bir anekdot, Karakoç’un merhametle örüntülediği karakterine güzel bir örnektir. “Yarına atmak, kendini yarına atmak” tabiriyle hayat döngüsünü sürdüren Sezai Karakoç, Ömer Erdem’in anlatımına göre, o gün karnını doyuracak parayı güç bela denkleştirmiş ancak güvercinleri doyurmadan, boğazından lokma geçirmemiştir. “Taşların kalp atışlarını duyanlar/ Yalnız onlar okur benim söylediklerimi” diyerek modern bilincin dizilimiyle kaleme aldığı satırlarında siz de merhametin varlığını duyumsamıyor musunuz? İşte bu yüzdendir ki Ömer Erdem, Sezai Karakoç’un cimri olmadığını söylemiş ve “Göz yaşartan bir cömertliği vardı” ifadesiyle bu söylemi güçlendirmiştir. 

Şairler, yaşadıklarıyla mühürlerler şiirlerini. Günlük yaşam pratiğini sese, söze dökerler ki ses kavramı aliterasyonun çok daha ötesindedir. Günler Çözüldükçe “Sezai Karakoç’a Doğru” adlı bu eser, Sezai Karakoç’un üzerine örtündüğü perdenin aralanmasına vesile oluyor; mühürlenen şiirleri, hatıraların ve yaşamın kesişim noktasında birleşiyor. Erdem, Karakoç’un fikir ve sözlerini de ustalıkla yansıtmış metninde.

Bu parti var ya bu parti, kurduğum bu parti var ya, bugüne kadar yazdığım bütün şiirler, yazılar, çıkardığım dergiler bir yana, öteki dünyada beni kurtaran asıl şey olacaktır” sözleriyle davasına karşı takındığı koyu tutumu gösteren Sezai Karakoç, Diriliş yolunda attığı, atacağı adımları söze dökmüştür. Fakat yine de Karakoç’un yazdığı yazıların, şiirlerin üzerimizde yarattığı tesir, sonsuz bir rezonans döngüsüyle varlığını sürdürecektir. Tıpkı, kendi mısrasında dile getirdiği gibi, “Yağmur biter sesi bitmez çatıda…

Günler Çözüldükçe
Sezai Karakoç’a Doğru

Ömer Erdem
Everest Yayınları
Deneme / 160 sayfa

Veveya Kitap 15 / 20 Mart 2024

Veveya Kitap 15 / 20Mart2024
Yukarı