Hatırla / Esra Deviren

Hatırla / Esra Deviren*

-1-

OTOGAR

00:59

Fren sesi, korna.

Sürekli bu seslerle uyanıyorum. Yataktan kalkmadan önce dışarıya kulak kesilip bekliyorum. Sessizlik. Kimse uyanmasın diye ışığı açmıyorum. Camdan içeri giren sokak ışıklarından duvara yansıyan gölgeler arasında el yordamıyla banyoya giriyorum. Tütün içmiş yine diye geçiyor içimden. Kısa kısa solumaya gayret ederek klozette uzun süre oturuyorum.

Bu koku beni ağır tütün kokusuna karışmış idrar kokusuna -otogar tuvaletlerine- götürüyor. Otogarları hiç sevmiyorum, uzun yolda insanların içinin biriktirdiklerini boşalttığı tuvaletlerini de. Bu kokuyla tam da orada buluyorum kendimi. Tuvalette işimi bitirdiğim, herkesin değdiği yerlere değmemek için dirseğimle kapıyı açtığım, sabunluğun boş olduğunu anlayıp söylenerek ellerimi köpüksüz yıkadığım, kapıda ücret alan kırlaşmış saçının zıddı simsiyah sakallı, pantolonunun paçaları sıvanmış, yalın ayaklarına ucuz lastik terlikler giymiş adamdan kağıt peçete isteyip sabunlayamadan yıkadığım ellerimi silip bozukluklarla ücretini ödediğim, otobüsümün anonsunu duyup panikle plakayı ve şehir adı yazılı tabelayı kontrol ettiğim, sonra tekrar plakayı, tekrar şehir tabelasını kontrol ederek binip çocukların oyuncaklarını yaydığı koltuğuma geçtiğim..

Midemin kalktığını hissediyorum bunlar aklımdan geçerken. Başımı ellerimin arasında tutmayı ve otogarı düşünmeyi bırakıyorum. Yatsıdan önce demir faraş içinde yakıp, dumanını oda oda gezdirdiğim harmelin kokusu geliyor burnuma. Tütün ve harmelin kokusu karışıyor sonra. Karışımın bende bıraktığı hissi sevdiğimi düşünüyorum. Suçluluk duyuyorum şikayetlendiğim tütün kokusundan haz almaktan. Yine de kısa solumaları bırakıp uzun bir nefes çekiyorum içime.

Kendime geldiğimde ne kadar zamandır orada öyle oturduğumu bilmiyorum. Kalkıyorum, külodumu çekiyorum, pijamamı ayaklarımda sürüyerek ellerimi yıkıyorum. Fayansa çakılı çivide asılı olması gereken havluyu göremiyorum. Etrafa uzun süre, yarı kendimde yarı değil bakınıp, havluyu bulamayınca ellerimi kapının arkasındaki bornozun sararmış eteklerine siliyorum. Yukarı çekmediğim pijamamın adım atarken ayaklarıma dolandığını farkediyorum. Pijamamı çekip banyonun kapısını açınca karanlığın içinde, küçük bir gölgenin bana yaklaştığını görüyorum, oğlum.

Sessizce “Melaba oğlum” diyorum tıpkı onun dediği gibi “l” harfini bastırarak. “Hadi yatalım.” 

Ben önde o arkada, yatmaya gidiyoruz. Yorganını kaldırıyorum. Oğlum yatağında. Uyuyor. Arkama bakıyorum, yok. Üzerini yeniden örtüp yerime yatıyorum.

 -2-

EZAN

05:37

Yatalı birkaç saat olmuş daha. Bir şey uyandırıyor. Ürperiyorum. Bir his. Elimi yüreğime götürüyorum, çırpınıyor içimde. Gözlerim açık. Etraf sessiz. Oda aydınlanmak üzere. Bir ses giriyor içeri, korna. Gölgeler oynaşıyor tavanda. An sonra gölgelerini de alıp gidiyor ses. Dönüp elimle saati arıyorum. Hareketlerim kontrolsüz. Bardağa çarpıyorum. Komodinin üzerinde yan devriliyor, dönüyor, dönüyor. İçinde gece için ayırdığım sudan kalan iki yudum, o da dönüyor. Dönüyor ama bir damla dökülmüyor. Sonra yere düşüşünün yankısı duvarlara çarpıyor. Cam kırıklarıyla birlikte yerlere dağılıyor. Bugün 16. gün.

Bir koku alıyorum. Harmel. Çekiyorum içime.

“Aklını bulandırıyor, yakma şunu’’ derdi. Yanımda uyuduğunu hissediyorum, içim rahatlıyor.

Ezan başlıyor. Pencerede bir kanat sesi eşlik ediyor hemen.

-Hayyalessela.

Artık deliksiz uyuyamıyorum..

-Hayyelelfela.

 -3-

 YUMURTA

09:23

Günler hep aynı,o günden beri.

16 gün.

Kalkmak istemiyorum yataktan, dönüp duruyorum. Yorganı bacaklarımın arasına alıp uyumaya zorluyorum kendimi tekrar, gözlerim ağrıyor. Mutfakta kendini sürekli tekrarlayan o huzursuz ses odalara yayılıyor. Evin içinde rüzgar esiyor. Camlar açık kalmış, salondaki cam çarpıyor sürekli. Ceyrandayım. Perdeyle tül yattığım yerde başımın üstünden uçuşup cama bırakıyorlar kendilerini. Tam saçlarıma değecek, değmeden yeniden havalanıyorlar. Tekrar bırakıyorlar kendilerini süzülerek. Önce tül, sonra perde. Sinirlerimi bozuyor bu yineleme. Üşüyorum, kalkıp bir hışımla pencereyi kapatıyorum. Tül, pencereyle pervaz arasına sıkışıyor, perde yalnız kalıyor. Umursamayıp mutfağa gidiyorum.

Evdeki seslere, tahammülüm yok. Saatin pilini çıkarıyorum, camda çırpınan kelebeği, cama çarpan kanatlarının sesiyle birlikte avucuma alıp dışarı salıyorum, balkon kapısına vurup saksılarıma dadanmış kuşları korkutuyorum, salonun durmadan çarpılan camını kapatıyorum.

Buzdolabı ötmeye devam ediyor. Açık buzdolabının önünde, halının üzerindeki kırılmış yumurtaya bakıyorum, sarısı patlamamış öyle kalmış yerde göz gibi. Kızım çok severdi, diye düşünüyorum. “Hadi anne uyan artık patlayan yap bana, acıktım.” Ekmeğiyle tam ortasına bastırıp, kenarlarından sarıların tabağa yayılmasını izlerdi.

Kapatıyorum dolabın kapağını. Yumurtanın yanından, en yakınımdaki beze ulaşmaya çalışıyorum, olmuyor. Kalkıyorum yerimden. Bir sünger köpürtüp, halıdan bana bakan sarıyı kaşıkla tabağa alıyorum. Sonra akını kazımaya çalışıyorum  halının tüyleri üzerinden. Siliyorum kalanı, süngeri sürttükçe iyice giriyor halının diplerine yumurtanın kaygan ıslaklığı. Tabağı çöpe boşaltıyorum. Çöp poşetinin ağzını bağlayıp dış kapının önündeki çöpe götürüyorum. Poşet delik, gidene kadar koyu renk kokulu damlalar düşüyor halıya. Kapıyı açıyorum, yüzüme önce rüzgar sonra bir koku çarpıyor.

Harmel.

Kapatıyorum kapıyı içeri sesleniyorum.

“Çocuklar, yumurtanız nasıl olsun?”

  -4-

 KUŞ                                 

14:03

Kuş bir garip bugün. Mavi tüylerine dokunuyorum kafesin parmaklıklarının arasından. Suyu bitmiş, yem kabı boş. Çocukların kuşu. Kafesi temizleyeceğim zamanlar ne çok söylenirdim bakmayacaksanız bakabilecek birine verelim diye. Teyzelerinden hatıraymış kimselere veremezlermiş, zaten öteki kaçmış bir bu kalmış.

Yemlerin olduğu baharat çekmecesini açınca harmel dolu siyah poşeti görüyorum. ‘Bir şey lazım mı eve geliyorum’ dediğinde, ‘Harmel al aktardan, yakıp dumanını evde gezdireyim, çocuklarda nazar var sanki’ dediğim gün kokusundan pek hazetmese de kırmamış alıp getirmişti. 

16 gün önce. 

Elinde poşetle geldiğinde apar topar çıkmamız gerekiyordu, otogara yetişecektik. Fırsat olmamıştı yakmamıştım o gün, siyah poşetiyle çekmeye koymuştum.

Yemi unutup, harmel poşetini çıkarıyorum, küçük bakır tavada karıştırarak yakıp kokusunu çekiyorum ciğerlerime. Başım dönüyor, bir süre öyle kalıyorum.

“Bakmayacaksanız vereceğim kuşu, bu son.” diye sesleniyorum içeri önceki söylenmelerimden farksız. İkisinden de ses yok.

Odalarına giriyorum, havluyla tuttuğum kızgın bakır tavanın içinde dumanı tüten harmelle. Dağınık yataklarının içinde oraya buraya fırlatılmış, ters çıkarılmış pijamalar, koltukta kızın oğlana her akşam okuduğu açık masal kitabı, yollar çizip üzerinde araba oynadıkları karton parçası, ortaya yayılmış kapakları açık kalmış keçeli boyalar… Hiçbirini kaldırmıyorum, birazdan gelirler nasılsa diye geçiriyorum içimden. Odanın içinde gezdiriyorum dumanı. 

Çıkmadan gözlerimle seviyorum onlardan olan her bir şeyi.

Kapıyı arkamdan çekiyorum usulca.

 -5-

HARMEL

19:46

Karnımda bir hareketlilik hissediyorum sabahtandır. Ağzıma gün boyu bir şey koymadım. Mideme giren iki bardak suydu yalnız, ilaçlarımı alırken. Midemin sesini duyunca, birden aklıma geliyor, acıkmışlardır diyorum, kızartmayı çok severler. Patatesleri soyuyorum. Paralel daireler kesip uzun uzun doğrayıp suda bekletiyorum. Yeşilli beyazlı pötikareli bezin üzerine alıp sularını çektiriyorum. 

Önceki kızartmalardan sebep dibinde siyah tortular olan, rengi turuncuya dönmüş kızgın yağ dolu bakır tencereye bırakıyorum hafif nemli patatesleri ve çıkan kızartma cızırtılarını dinliyorum bir süre. Yağ kokusunun dışarı çıkacağı kadar aralıyorum camı. Çıkan kokunun berisinden bir koku giriyor içeri. Apartmandan biri yakmış olmalı diye geçiyor içimden. Harmel. İçime çekiyorum hafiften başım dönüyor, geçene kadar bekliyorum.

İyice kızaran patatesleri hatırlayıp, yağını süzdürüp, masanın üzerinde bulduğum gazete sayfasının üzerine alıyorum. Sağ elimin başparmağının üzerine bir damla yağ sıçrıyor tencereden. Koşup suyun altında bekletiyorum elimi. Çocuklar neşeli seslerle içerden koşup geliyor, birer patates kaçırıyorlar tabaktan. Uzaklaştıklarında sesler kayboluyor. Masaya tabakları koyuyorum, dört de çatal. Niye çocuk yaptım dediğim günlere inat, iyi ki doğurmuşum diye düşünüyorum. Ailem geçiyor aklımdan, içim bir an mutlulukla doluyor. Gazeteye yağlarını bırakmış olan patatesleri kayık bir tabağa alıp masaya koyuyorum. Gazeteyi alıp avucumda buruşturuyorum, elim yağ oluyor. Buruşturduğum sayfanın üstünde tanıdık bir şeyler çarpıyor gözüme, tezgaha koyup ellerimle düzleştirerek açıyorum sayfayı. Tır altında otobüs, memleket yolundaki ailenin feci sonu, bir baba ve iki çocuğu…

Fotoğrafın köşesine iliştirilmiş küçük bir fotoğraf daha. Küçük, yağlı bir aile fotoğrafı. Kenarında el yazımla, “Hatırla.”

Tarih 11.05.2018. Otogar, tütün kokusu, fren…

Hatırlıyorum.

Bir iç yanması.

Yine aynı kokuyu alıyorum.

Harmel. 

İçime çekiyorum ciğerlerime inene dek. Kendime geldiğimde her şey geçmiş içeri sesleniyorum.

“Yemek hazır.”

* Esra Deviren’in “Hatırla” adlı öyküsü İnebolu Kültür ve Sanat Derneği’nin düzenlendiği 2023 Oğuz Atay Öykü Ödülü’ne layık görüldü.

Yukarı