“Yanlış Soru Doğru Cevap”ta Çağla Çinili var

“Yanlış Soru Doğru Cevap”ta Çağla Çinili var

Utku Yıldırım‘ın yürütücülüğünde Yanlış Soru Doğru Cevap konuşmalarında Çağla Çinili’yle devam ediyor.

Tom Robbins’in benzetmeleri meşhur, anahtar sözcükleri versem bir tane benzetir misiniz onun gibi? Sözcükler: leğen, peri, meşrubat, mezbaha.

“…Kafasının içi o kadar çeşitli noktalarda belirip birbirine karışan sancılarla çınlıyordu ki bu ağrıların toplamı Kurban Bayramları’nın ilk ikindisinde mezbahadan eve gelen et leğeninin içindeki kol, bacak, döş, ense, sırt barındıran yığınlar kadar çiğ, iç bulandırıcı ve sarsıcı bir etki uyandırıyordu…”

Ecinniler’i matbaadan aldınız, araca yüklediniz, dağıtacaksınız. Yolunuzu öfkeli bir okur kalabalığı kesti, ne diye bağırıyorlar?

Tam Gökhan’ın pikaba bineceğim, balyaları yüklemişiz, elimde irsaliye. Bir de bakıyorum elinde dergilerin eski sayısıyla bir grup pala bıyıklı abi! Hemen araca binip kapıyı çekiyorum, açık camı manuel kolu çevire çevire kapatıyorum (çünkü hayatta kalma içgüdüsü, misal bu abiler bundan binlerce yıl önce T-Rex’miş ve atalarım onları görünce kaçmaya başlamış) Gökhan da yanımda, diyorum: “SÜRSENE YA SÜRSENE!” Fakat Gökhan’ı bilirsin, çok insancıldır. “Ezilirler yahu bir dur,” diyor. Ayrıca, “Bilirsin, ani karar versem dahi ben de insancılımdır,” diyorum. “E iyi dur o zaman bekleyelim.” Bunlar geliyorlar, ellerindeki sayıyı sallaya sallaya bağırıyorlar; “STEPHEN KING, PAULO COELHO, URSULA K. LE GUIN SAYILARI NEDEN YAPMIYORSUNUZ, REVA MI BU BİZE?!” Ben o an arka koltukta sanki hiç linç yemek üzere değilmişiz ya da sen hiç yokmuşsun gibi sessizce oturan sana ve sarma sigarasını ağzına sıkıştıran Gökhan’a dönüp “ALIN ABİ BEN SİZE DEMEMİŞ MİYDİM YAPALIM DİYE, HALK BUNU İSTİYOR, BEN BUNU İSTİYORUM, NEDEN BU DERGİNİN KADERİNİN ÖNÜNE GEÇİYORSUNUZ?” bakışı atıyorum. Sen sırıtıyorsun, Gökhan da sigarasını yakıyor. Diyeceklerim bu kadar.

Kâfi. Son zamanlarda yerli bilimkurgunun yükseldiğine dair nüveler var, sizce neyin alçaldığına dair nüveler de var?

Tansiyonumun.

Adapazarı’nın kültürel ortamları meşhurdur. Hani Adapazarı’na borçlu olduğunuz bir şey varsa nedir yazdıklarınızı düşününce?

Adapazarı benim aile ağacımın köklerini yalnızca son 100 yıldır besleyen bir konak. Baba tarafım Of’tan, anne tarafım Kozan ve Selanik’ten benim. Aslında Adapazarı zaten böyle bir yerdir, hemen herkes göçmendir. Batı ile doğu arasında kişiyi kültür ikileminden mantık çatışmalarına sürükleyen bir bariyer gibidir. Sayısız millet yaşar orada ve hepsi tek tipleşme için amansız bir ısrar güder, bakın bu da çok enteresandır. Ben Adapazarı’na bizleri buluşturduğu ve doğmama vesile olduğu için borçluyum. Oraya yahut olduğu iddia edilen kültür ortamına başka tek bir iğne borçlu değilim ama Adapazarı’nı da anlattığım öykülerim olduğu için Adapazarı bana borçlu bence. Tüm noksanlarına rağmen güzel şeylerini de görebildim çünkü.

Tangoyla öykü arasındaki o kırılgan ve serseri çizgide ansız bir boyun eğişle neyi yazmak isterdiniz?

Tangoyla öykü arasındaki o kırılgan ve serseri çizgide öğrendim hayatın akışına güvenen yetişkin bir kadın olmayı. Tango doğaçlama olarak yapılan sosyal bir danstır. Partner ve şarkı tamamen talih işidir, bu bilinmezliğin akışına uyum sağlamayı öğrenmek şüpheci ve kırılgan bir insan için oldukça büyük bir mesele olabilir. Öykü ve şiirlerimin yarısını tango gecelerinde bilet ve peçete sırtlarına karaladım ben. Zaten sürekli olarak ansız bir boyun eğiş halinde, hissettiğim her şeyi yürüyüp yazmayı alışkanlık edindim ve boyun eğişle yazdığım her şeye yine yazarak direndim.

Yukarı