Hepimiz Birer İbrahim’iz, Putları Kırabiliriz / GÜNEBAKAN 08 / Yaşar Ercan
22.04.2024
Her kitap okura yeni bir dünya sunar. Yeni bir atmosfer, yeni bir soluk. Dolayısıyla yazar bu dünyanın okuruna yalnızca seslenmez, onlara soluyacak alan sunar. Okura sunduğuyla kendi gücünü gösterir. Anlatımı, üslubu, tasarladığı ortam, yarattığı karakterler ve olay örgüsüyle kurmaca da olsa okurun zihnine yapay gerçeklik eker. Bu nedenle inandırıcılık konusu yazarın en gizemli gücüdür. Yazar kendine, yazdıklarına, kurduğu dünyaya inanmalı. Cesur, atak, özgüvenli olmalı. İnanmadığını yazmamalı. Kendi yazısına inanmayan bir yazarın okuru etkileyebileceğini sanmıyorum. Zira okur da yazarın yarattığı yeni dünyaya kendini kaptırdığında anlatılanın gerçekliğini değil kitabın kendi içindeki inandırıcılığını sorguluyor.
23.04.2024
Eğitim yönetiminde yapılan araştırmalarda öğrenci ve velilerin okulu tanımlamada en sık başvurduğu beş metaforun karınca yuvası, gündüz bakımevi, stadyum, fabrika ve hapishane olduğunu duyduğumda kısa bir şaşkınlık yaşamış ardından benzetimlerin kişisel olması nedeniyle durumu kanıksamıştım. Zira her bireyin okula bakışı farklıdır. Herkes kendi penceresinden bakar. Kimi ders odaklı, kimi öğrenme odaklı, kimi sosyallik odaklı gibi çoğaltılabilecek farklı görüş ve isteklerde olabilir. Okulun bileşenleri arasında uyum ve sürekliliği olan sağlıklı iletişimle hapishane gibi görülen okul, sıcak bir yuvaya da dönüşebilir; karınca yuvası gibi karmaşık, düzensiz ve aceleyle sağa sola koşturanların gözlemlendiği alan yerini birbirini dinleyen, sohbet eden, düzen içinde var olan bir sosyal yaşam alanına da bırakabilir. Bu tamamen güçlü okul kültürü ve okul-öğrenci-veli iletişimiyle mümkün olabilir. Tabii öğrencinin merkeze alınarak kendini birey olarak görmesi sağlanırsa okulun olumsuz metaforları sosyal gönüllü öğrenme ortamlarına bile dönüştürülebilir. Her şey iletişime dayalı etkili bir uygulamaya bakar. Bu nedenle öğrenci-öğretmen ilişkisini, öğrenci-okul ilişkisini, öğrenci-aile ilişkisinden daha hassas ve içten bulurum. Kendi okulumuzda da aşağı yukarı bu anlayışla çalışıyoruz. Dolayısıyla derslerin dışında çocuklarla paylaşım alanları oluşturarak onların da okulda söz sahibi olmalarını, sorumluluk almalarını, kendilerinin ve arkadaşlarının farkına varmalarını sağlamayı düşünüyoruz. Bunu da derslerin yanı sıra okul dışı etkinliklerde sözgelimi bayramlarda, kutlama ve anmalarda yapmaya çalışıyoruz. Örneğin bugün alışılagelmiş bayram kutlamalarının dışında bir etkinlik olarak çocuklarla okulun bahçesinde yemek yaptık. Oyunlar oynadık. Ağaçları suladık. Bulaşıkları birlikte yıkadık. Piknik havasında bir gün geçirdik. Birçoğunun ailesiyle böyle vakit geçirmediğine eminim. Okullar her ne kadar istenen düzeyde faydalı, etkili, kaliteli eğitim sunmaya tam anlamıyla sahip olamasalar da öğrencinin kendini okul kültüründe anlamlandırdığı bir ortam birçok sorunu kapı dışına itiyor.
24.04.2024
Sezonun son oyununa gittik. İzmir Devlet Tiyatrosunun oynadığı Münasebetsiz adlı oyunun tek dekorla iki oyuncu üstünden seyirciyi sahneye bağlamasını çok başarılı buldum. Yer yer komik, yer yer dramatik hatta gergin, bütünüyle değerlendirilince keyifli bir oyundu. Pignon karakterini canlandıran Özkan Gezgin ile Ralph (oyun boyunca Jan olarak tanıdık) karakterine can veren M. Asım Tuncay Aynur’un sahnede yakaladıkları sinerji oyunun geneline yansıdı. Tüm oyuncularıyla izlenesi bir oyundu.
Bazen tiyatro eğitiminin ilkokullarda müfredata alınması gerektiğini düşünüyorum. Zira çocukların duygu gelişimini, başkasını dinlemeyi, anlamayı, hak vermeyi, içsel bağ kurmayı desteklemesi bakımından değerli buluyorum. Ayrıca sahne sanatlarının küçük yaşlarda ilgi odağı olmasına zemin hazırlayabilir. İçimizdeki Homeros’u uyandırır belki, kim bilir.
25.04.2024
“Şu An Saat Kaç?”ı okudum. Halil Yörükoğlu’nun son öykü kitabı. Gurbet öyküleri. Daha doğrusu gurbete gitmek zorunda kalmışların, bir çeşit sürgünde olanların öyküleri. Özellikle Güvercin öyküsü beni çok etkiledi. Ülkesinden uzakta yaşayan insanların memleketlerinden bir yumurta olarak gelen güvercinle gurbetçinin memleket özlemi odağındaki ilişki insanı derinden sarsıyor. Yörükoğlu’nun yanılmıyorsam bu üçüncü öykü kitabı. Hayatın olağan akışında, kendi ironi anlayışı ve duygusallığıyla harmanladığı içten öyküler. Fırsat bulduğum ilk anda kitap üzerine bir yazı yazmak istiyorum.
26.04.2024
Put sözcüğü TDK sözlüğünde şöyle açıklanıyor: “Bazı ilkel toplumlarda doğaüstü güç ve etkisi olduğuna inanılan canlı veya cansız nesne; tapıncak, sanem, fetiş.”
Bunu biraz daha genişlettiğimizi itiraf etmemiz lazım. “El âlem ne der”, “Hayır diyemiyorum”, “Onu da öyle kabul ettik n’apalım”, “Gene biz iyiyiz, falancanın hâli daha kötü” gibi çeşitli putlar sosyal yaşantımızda kendimiz olmamızı engelliyor. Ne el âlem için yaşıyoruz ne de mevcut durumdan daha iyi olma imkânımız varken daha rezil şartlarda yaşamaya mecburuz. Hakla, hakça, hakkımız olanı istesek kimsenin hakkına girmesek ve kimsenin hakkında kalıp yargılara bürünmesek dünya daha yaşanabilir bir yer olabilir. Hepimiz birer İbrahim’iz. Putları kırabiliriz.
27.04.2024
“Üç tane devle savaşıyoruz sevgili Sancho: Adaletsizlik, korku ve cehalet.”
28.04.2024
Ferhan Şensoy katıldığı bir tv programında Haldun Taner’le arasında geçen yazı yazmayla ilgili bir anısını aktarıyor. Haldun Taner günde 20 sayfa yazı yazarmış. Ferhan Şensoy da o kadar yazılacak malzemeyi nasıl bulduğunu sorunca Taner şöyle yanıtlamış: Sabah 6’da kalkarım, daktiloyu balkona atarım. Aklıma bir şey gelmezse gördüğümü yazarım. Manzarayı yazarım. Bu 20 sayfayı kullanmak zorunda değilsin, belki bir gün bir işe yarar, içinden bir paragraf alırsın ya da atabilirsin. Ama nasıl bir marangoz sabah dükkanını açıp çalışmaya başlıyor, sen de her gün yazacaksın.
Günlük yazmanın sorunlarından biri de yazma disiplininden kopmadan yazı sürekliliğini sağlamaktır. Bu durum yazara yazma alışkanlığı kazandırırken aynı zamanda yazılacak konu bulamama kaygısı da verir. Oysa yazının amacı bilgi sunmak değil deneyim paylaşmak olmalıdır. En azından kendi günlüklerimi yazarken böyle düşünüyorum. Yazı da ilgi ister. Yazmanının sürdürülebilir bir eylem olması yaratıcı fikirlere, ilgi çekici konulara, yeni öğrenmelere elbette muhtaçtır ancak her yazının okura ya da yazara bir şey gösterme yükümlülüğü yoktur. Dolayısıyla yazma eylemi her seferinde bir amaç taşımaz. Bazen amaç yazma eyleminin devamlılığını sağlamak üzere öylesine bir kalem oynatış olabilir. Düşüncelerin kâğıda aynı düzlemde sağlıklı ve bilinçli dökülemediği açık. Yeri geldiğinde yazıyı sürdürmek için sadece yazmak gerekir. Düşünmeden, çalakalem, parmakların klavyede ya da kalemin kâğıtta özgürce gezinmesi gibi.