Ece veya Ece / Haydar Ergülen

ÜZ/GÜNLÜK

ÜZ/GÜNLÜK 2 – Ece veya Ece / Haydar Ergülen

Ece Ayhan ilk okuduğum şairlerdendir. Bunu birkaç yerde anlattım, kısaca değineyim yeniden. 1968 ya da 69 yılında Eskişehir’den İstanbul’a ilk yolculuğumda, Memet Fuat’ın Cağaloğlu Yokuşu’nun başındaki, Yeni Dergi’yi de yönettiği efsanevi DE Yayınevine gidip Cemal Süreya, Behçet Necatigil ve Ece Ayhan kitapları almıştım, Memet Fuat da “ağabeyine mi alıyorsun?” deyince hem bozulmuş hem de büyüklenmiştim, “Hayır, ben okuyorum!” demiştim de koca Memet abiyi gülümsetmiştim!

Bakışsız Bir Kedi Kara (1965) ve Ortodoksluklar’ı (1968) aldığımı hatırlıyorum, incecik şiir kitaplarıydı, neresinden okusam bir tad alıyordum almasına fakat anlamıyordum. Yine de başka şairlerle birlikte onu da elimden bırakmıyor ve belki diğerlerinden daha ilginç, zor, sarp geldiği için de bir başkalık hissediyordum Ece Ayhan’da. Şiirlerindeki Kınar Hanım, Cezayir Menekşesi, Karadağ, fayton, vb. adlar, yerler, olaylar ilgimi çekiyordu, gözümün önünde hemen Cumhuriyet öncesi zamanlar ve Cumhuriyetin ilk yılları beliriyordu. Çokkapılı bir han olarak İstanbul. Osmanlı’nın Batı kapısı Selanik’ti, Türkiye’nin Batı kapısı da İstanbul.

Bazı şehirleri evde tutamazsınız, eve de kapatamazsınız! Kapatmanız olmaz yani! İstanbul da bu şehirlerden biri, evet 1453’te Fatih tarafından fethedilmiştir ama ona tam anlamıyla nüfuz etmek imkansızdır. “Türkiye Türklerindir” diyenlere karşılık, “İstanbul herkesindir!” diyelim biz de! Dünya şehri dünyada kalır! Paris, Londra, Roma, NewYork, Madrid, Zagreb, Moskova, Tahran, Marakeş, Saraybosna, İstanbul, Viyana, Berlin, Budapeşte, Prag…

Mevzudan sapmayalım. Ece Ayhan’la İstanbul’da değil, Ankara’da tanışacaktım. “1980 öncesi hangi şiirimdi ve hangi dergide yayımlanmıştı unuttum, Bodrum’da, galiba Gümüşlük’te olduğu dönem Ece Ayhan, İlhan Berk’le birlikte okumuşlar, beğenmişler, İlhan Berk daha sonra bir yazısında da bu şiirden söz edecekti, Ece de öğrencisi olduğum ODTÜ Sosyoloji Bölümü adresine bir mektup yollamıştı. Mektup zamanlarıydı ama kaldığım ikinci yurt adresine gelirdi mektuplar. Mektubu verdi bölüm sekreteri, arkasında gönderen Ece Ayhan Çağlar yazıyordu. Çağlar’ı o yıllarda bilmiyordum sanırım, böylece öğrenmiş oldum Ece’nin soyadını da. Bu arada konudışı ama, Oktay Rifat’ın Horozcu diye bir soyadı olmadığını, fakat internet sitelerinde, ders kitaplarında ısrarla böyle bir soyadı varmış gibi yazıldığını da belirtelim.

Ece Ayhan aralarında benim de olduğum, o yılların pek çok genç şairine mektuplar yazdı, uzun uzun yazdı, hemen çoğu daktiloyla yazmış mektuplardır bunlar. Bu mektuplardan bazıları yayımlandı, kitap olarak yayımlananlar da var. Çoğunlukla komplo teorilerinden söz eder bunlarda. Mektup yazdığı kişiye özel şeyler de vardır tabii. Bana yazdığı ilk mektupta, İlhan’la şiirimi okuyup niye sevdiklerini anlatıyordu. Mektuptan kısa süre sonra da Ankara’ya geldi ve sanırım bir yıla yakın bir süre, Ziraatçılar Lokali olmalı, orada kaldı, hemen her hafta bir-iki kez buluştuk Ece’yle, diğer genç şair arkadaşlarla birlikte. Veysel Öngören de o dönem Ankara’daydı, bazen Veysel Baba da katılırdı bize.

Okul bitti, Eskişehir’e döndüm, bir yıl sonra da İstanbul’a taşındım, 2023 yılındayız, tam 40 yıl oldu taşınalı, reklam yazarlığına başladım. Kısa süre sonra da Ece Ayhan İstanbul’a geldi, çeşitli evlerde kaldı, Ada’da Sena ve Doğan Kemancı’da, Mustafa Irgat’la, Simurg Sahaf İbrahim Yılmaz’la ve son olarak da Nilgün Marmara ile eşi Kaan’ın evinde kalmaya başladı. Ada’da, Beyoğlu’nda, Cihangir’de, Nilgün’ün evinde görüşüyorduk. Bir-iki kez de yeğeni Ece Deniz’i görmüştüm, Ece dayısıydı, onunla aynı adı taşıyordu. Yoksul bir köylü çocuğuydu, zor yürüyen Ece’ye destek oluyor, yanından ayrılmıyordu, anladığım kadarıyla yapacak başka işi de yoktu. Ece’ye kurumlar, kişiler ve arkadaşları tarafından yapılana yardımlarla yaşamaya çalışıyordu dayı yeğen. Özellikle Özay hanımın desteği unutulmaz, tabii Nilgün Marmara’nın da.

O yıllarda oğlu Ege de ODTÜ Psikoloji’de okuyordu, ben okulu bitirmeden bölümde bir-iki görüşüp konuşmuştuk onunla. O nasıl geçiniyordu bilemem. Bir daha da Ece’yi toprağa vermek üzere gittiğimiz köyünde, Yalova köyünde mezarlıkta görecektim Ege’yi.

Nilgün’ün vedasından sonra Ece’nin de düzeni bozuldu, bir süre huzurevinde kaldı, Çapa Tıp Fakültesinde yattı, sonra Çanakkale’ye gitti, orada Belediye yardım etti ona, birkaç kez görmeye gittim, yeğeni Ece de yanındaydı.

Ece’yle son görüşmemiz İstanbul’da Cumhuriyet Meyhanesinde oldu. Yeğeniyle birlikte Çanakkale’den İstanbul’a gelmişti, önceden haberleşmiştik mektupla, akşama da meyhanede buluştuk. Mehmet Güreli, Yasemin Akbaş, Perihan Mağden’in annesi Tülay Tuna o buluşmadan hatırladıklarım. Eğer hala duruyorsa Cumhuriyet Meyhanesinin ikinci katında pencerenin yanında o gecenin fotoğrafı asılıydı, oradan bakılabilir.

O gün 18 Mart’tı Çanakkale’nin yıldönümü, Ece’yi espriyle kutlamıştım “Bugün Çanakkale senden kurtuluşunu kutluyor!” diye.

Çok zor yürüyordu, belli ki beynindeki tümör artık tüm bedene etkisini göstermeye, daha doğrusu artırmaya başlamıştı. Yeğeni onun eli ayağı olmuştu. Anımsadığım kadarıyla o yıl İzmir Belediye Başkanı Ahmet Pıriştina sahip çıktı ona ve bir huzurevine yerleştirildi, kısa süre sonra da, 12 Temmuz 2002’de yitirdik onu, 16 Temmuz’da da Eceabat’ın Yalova köyünde annesi Güzel Ayşe’nin yanına bıraktık.

Ece gitti, yeğen Ece ortada kaldı, birkaç arkadaşımla birlikte biraz yardım ettik ona, iş arıyordu, kalacak yer arıyordu, bulamadık, belki de kısa süreli bir-iki işte çalıştı, ama açıkçası Ece Ayhan öldükten sonra yeğeniyle kim ilgilenecekti? Bir süre sonra o da aramamaya başladı. Belki köyüne dönmüştü.

Aradan yıllar geçti, sanırım Hasan Öztoprak’tı, aradı ve Ece Deniz’in öldürüldüğünü söyledi, önce kim olduğunu anlamadım, Ece’nin yeğeni deyince Hasan, uyandım. İş aramaya gittiği Bodrum’da parası da olmadığı için gece bankta yatarken kendisinden bira parası isteyenler tarafından, param yok dediği için dövülmüş Sadık Ece Deniz, bıçaklanmış, 10 Ağustos 2010 gecesi sabaha karşı 4.30’da sahilde sürünerek yardım istemiş, ne var ki ambulans geldiğinde her şey çoktan bitmiş ve Ece 44 yaşında göçmüş dünyadan. Ece Ayhan ile Cemal Süreya son yıllarında çok yakın arkadaş oldukları için belki de, Memo geliyor aklıma Cemal Süreya’nın oğlu, babasına kötü davranan ve ölümünden birkaç ay sonra da av tüfeğiyle canına kıyan Memo. O canına kıydı, Ece Deniz’in canına da yoksulluk kıydı.

Yukarı