On Par’etmeyen Aşk / Ahmet Karadağ

SÜR/GÜNLÜK

Taş plak kayıtta, o siyah beyaz görüntüler eşliğinde ne güzel söyler Âşık Veysel Usta; “Güzelliğin on par’etmez/Bu bendeki âşk olmasa/Eğlenecek yer bulamaz/Gönlümdeki köşk olmasa.” Gözlerindeki karanlıktan yayılan ışık gönlümüzü aydınlatır, içimiz titrer dinlerken, bu derin sözler büyüler hepimizi. Ama büyük bir yanılgı içindedir büyük Usta.

Tam tersine güzelliktir aslolan, bütün aşklar güzellikten doğar. Güzellik olmazsa aşk on par’etmez. Güzellik olmazsa aşk olmaz çünkü.

Aşktan cinlenen Kays’ı çöllere düşürüp Mecnun yapan o kara kuru Leyla’daki kimselerin göremediği güzelliktir. Pervaneyi çılgın gibi ateşe koşturan şey de ateşin kızıl güzelliğidir. Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün, seherde beyaz gülün güzelliğini gonca gonca açılırken yakından izleyebilmek için dikeninden batan kanlarla, o beyaz gülü al kırmızı yaparken bülbülün keyfine diyecek yoktur. Kan revan içinde kalsa da gülün karşısında on par’etmez hisseder kendisini.

Aşk on par’etmez güzellik olmazsa. Güzellik olmazsa âşık aşkı ne bilecek? Aşkı doğuran da bizzat güzelin kendisidir. Hangi bebek biz sevdiğimiz için şirindir? Hangi ırmak, hangi bahçe, hangi mehtap bizim sevgimizle değer kazanır? Hangi kelebek, hangi kuzu, hangi dağ biz sevmezsek alınır? Güzelin sevilmeye ihtiyacı yoktur, güzeli sevmeye âşıkların ihtiyacı vardır.  

Binlerce yıl önce herkesin aşkı güzelliğin önüne koyduğu o salonda Sokrates, kendisine sevginin ne olduğunu soran Diotima’ya sevginin, “güzelliğin sevgisi” olduğunu söyleyerek cevap verir: “Sevgi, güzellik sevgisidir, güzelliğin sevgisidir, çirkinlik sevgisi diye bir şey yoktur. Sevgi, güzelliğin ve iyiliğin dışında düşünülemez” der.

Güzellik karşısında çaresizdir âşık. Âşık olmaktan başka, maşukunun uğruna yurdunu yuvasını terk etmekten, çöle düşmekten, malını mülkünü kaybetmekten başka çaresi yoktur. Canan, canı da dini de hiçe saymayı, burnunu sürte sürte öğretir âşığına. Mantık’ut Tayr’da Feridüddin Attar, bir Hristiyan dilber uğruna dininden vazgeçen, domuz çobanlığına, zünnar bağlamaya dünden razı, yüzlerce müridi, onlarca kerameti olan o mübarek ama bir o kadar zavallı şeyhin hikâyesini anlatır. Güzelliğin on par’etmez diyemez şeyh, güzeller güzeli Hristiyan kızın bir gülüşünün peşinde domuz yer, şarap içer, haç çıkarır, her türlü aşağılanmayı göze alır.

Güzellik sarsar insanı, yemeden, içmeden, makamdan mansıptan, şeref ve izzetten vazgeçirtir. Ola ki âşık, güzelliğin on par’etmez diyecek olursa, güzel sevgili bir daha yüzünü göstermemenin, gamzesinin çukurunu öptürmemenin müebbed cezasıyla infaz eder sevgiliyi.

Güzel mutlak anlamda hiçbir şeye ihtiyaç duymadan güzeldir. Varlığı tek başına yeter ona. Şöyle bir peçesini indirip ay yüzünün ışıltısı geceyi aydınlatsa krallar tahtlarından iner, kırk ipek libas altında bembeyaz incik kemiğini görmek uğruna, kapısında sultanlar yatar. Bir gülüşünün muhatabı olabilmek için, kılıçlar çekilir, kanlar akar, yuvalar, saltanatlar yıkılır, esir düşülür hiç pişmanlık duyulmadan. Güzelliğim olmasa hiç birinizin aşkı on par’etmez der güzel.

Aşkı kalbe veren de güzelin kendisidir. Bir güzele muhtaç olmayan âşık yoktur ama aşığa muhtaç olmayan güzel çoktur. Âşıksız yapar güzel, güzelsiz yapamaz âşık. Güzel yoksa aşk da yoktur, aşk olmasa bile güzel vardır. 

Ah Âşık Veysel Usta, kim bilir hangi aşkın kahrıyla bağlamandan döküldü o sözler, hangi vicdansız güzel seni böyle üzdü de, sitemle söyledin o acılı sözleri. Aslında içten içe, o hepimizden daha fazla gören kalbinin gözleriyle açık açık görüyordun ki, sevgilideki o güzellik olmasa sendeki aşk par’etmiyordu. Kim bilir senin gözlerin, tıpkı güneşe çıplak bakan gözlerin kör olması gibi, hangi güzele bakmaktan kör olmuştu. Hangi zalim güzel dertli dertli söyletmişti seni. Aslında şöyle söylemek istemiştin de kahrından mı söyleyememiştin; “Benim aşkım on par’etmez / Bu sendeki güzellik olmasa.”

Yukarı