Sophia Loren’den Fernando Pessoa’ya Uzanan Bir Deneme / Ercan y Yılmaz

Başarılı olamasam da İtalyancayı güzel bir nedenden öğrenmek istedim: Sophia Loren. Çocukluğumda aşkla izledim, gençliğimden beri de hayranlıkla izlerim filmleri. Altyazılı izlemeye başlamam aynı zamanda İtalyancayla tanışmam oldu. Tüm filmlerini izledim, en az izlediğim filmini üç kez izlemişimdir. Ahenkli ve bir inip bir çıkan ses tonu, dili bana çok tanış gelirdi. Bazen annemin kızmaları bazen mermerden bir anıtın dilinden dökülen tekerleme gibiydi sesi. Napoli balık pazarını gezerken o sesi bolca duydum.

Sesinin, tonunun kaynağını yerinde keşfettim Napoli’de. Bir konuşmasında “Non sono italiana, sono napoletana,” diyor. Yani “İtalyan değilim Napoliliyim.” “Napoli”liği milliyetin önüne koyuyor. Napoli biraz taşradır İtalya’da. Hor da görülür(dü). Öyle ki Maradona 1990 Dünya Kupası yarı final maçı öncesi formasını giydiği Napoli takımının taraftarlarından İtalya’ya karşı Arjantin’i desteklemelerini isterken şu ifadeyi kullanacaktı: “Maçtan sonra yine güneyliler diye sizinle dalga geçecekler.” Maradona’nın istediği oldu, 3 Temmuz 1990 tarihindeki maçta Napoli taraftarı ülkesini değil Arjantin’i destekledi. Arjantin penaltılarda İtalya’yı elemiş, finalde Batı Almanya’yla eşleşmişti.

Günlük alışveriş ve gezmelerime yetecek kadar öğrendiğim İtalyancayla Napoli sokaklarını arşınladım (2018). Şehrin duvar resimlerinde Maradona ve İsa başı çekiyordu. Elimden gelse yanlarına Sophia Loren’i de çizecektim. Elimde yazmaktan başka yetenek yoktu ve şehrini dolaşmadan yaklaşık bir sene önce Sophia Loren’in “konuk oyuncu” olduğu O Öyle Olmadı romanım yayımlanmıştı. Romanda Meçhul Dayı’dan Sophia’ya aşk mektuplarını yazarken çocukluğumda ona olan “aşk”ımı hissettim. Öyle yazdım.

İtalyancaya ilgim ve sevgimin nedeni Sophia Loren’di. Sürdürmek için başka nedene ihtiyacım olmamasına rağmen Pier Paolo Pasolini’nin Kapadokya şiirleri de ekledi hevesime. Şiirlerini internetten bulmuş, sözlük yardımıyla okuyordum. Dili ilerletip o şiirleri Türkçeye çevirmek istedim bir ara. Ama ne şiirleri rahat okuyabilecek bir İtalyancaya ne de çeviri becerisine sahip olacaktım.

Pasolini şiirlerini Medea’yı (1969) çektiği dönemde Kapadokya’da yazmış. Üç yıl öğretmenlik yaptığım Kayseri’de iki haftada bir Kapadokya’yı ziyaret ederdim. Bin yılların göz değmişliğinde yaşamışlığında adımlarken aklımda Medea filminden kareler olurdu hep. Kapadokya’yı en el değmemiş hâlini izlediğim filmdi çünkü. Ondan bir yıl önce (1968) çekilen Ertem Göreç’in yönettiği Şeyh Ahmet filmini henüz izlememiştim. Pasolini; Fikret Hakan, Cahit Irgat, Hulusi Kentmen’in oyuncu kadrosunda yer aldığı filmi izledikten sonra Kapadokya’ya karar verir ve filmin büyük bir kısmını Kapadokya’da çeker. Medea, Türkiye’de çekilen ilk yabancı filmlerdendir. Belki de ilk. Pasolini’nin Medea’sı sinema tarihi için önemli bir tragedya. Maria Callas’ın bir tanrıça gibi parladığı filmin üzerine rol arkadaşı Giuseppe Gentile bir daha da film teklifi kabul etmez. Gelen teklifleri hep Medea’yla kıyaslayacağı için hiçbir film projesi içine sinmez. Filmin arkaik görüntülerinde yöre halkından figüranlar da vardır. Baş cellat rolündeyse Şerif Gören, Ömer Lütfü Akad, Jules Dassin, Elia Kazan’la çalışmış, birçok yerli ve yabancı yapımda kamera arkasında emek vermiş bir sinemacımız olan Muzaffer Hiçdurmaz yer alır. Kapadokya filmde sadece bir mekân değil baş karakterlerdendir.

Şüphesiz bu film Kapadokya’yı ziyaret eden birçok insanın aklındadır. Bunlardan biri de Antonio Tabucchi’dir.

Antonio Tabucchi ve eşi María José Türkiye seyahatlerini Ankara’da bitirecekken Türkiye’yi iyi bilen “yarı Amerikalı yarı Floransalı” matematik profesörü, Kapadokya tarifine vurulurlar. Yolculuklar ve Öteki Yolculuklar kitabındaki ilgili metne de başlık olur bu tanımlama: Büyük Kanyon ve Sistine Şapeli Arasında.

Kapadokya’da mağaradan dönüştürülmüş bir pansiyonda kalırlar. Metninde bu pansiyonun ismini de veriyor Tabucchi: Esbelli Evi. Mağaraların zarafetini anlatır.

Kapadokya’dayken pansiyona gidip kaldıkları mağarayı bulmak istedim bir defasında. Ve bir plakaya “Antonio Tabucchi ve eşi María José bu mağarada kaldılar ve Pessoa’dan şiirler okudular” yazdırmak istedim. Belki ileride denerim bunu.

Bir Pessoa uzmanı olan Tabucchi’nin çok sevdiği bir dizeyi hatırlatır eşi, “Ah arpçı, ellerini öpmeden senin hareketini öpebilir miyim?” Tabucchi, Un baule pieno di gente: Scritti su Fernando Pessoa adlı kitabında bu dizeyi örnek göstererek “Pessoa’nın jestin ait olduğu eli değil, elin hareketini sevdiğini” söyler. Bunu “sözü canlandırmak” üzerinden okur Tabucchi. Pessoa’nın sözü bir kez de Kapadokya’nın bir mağarasında canlanmıştır.

Sophia Loren aşkından az biraz öğrendiğim İtalyanca, Lizbon’da bana Fernando Pessoa Evi’nin kapısını açtırdı. Lizbon’a Pessoa için gittim ama şansızlık bu ya evi tadilatta, “A Brasileira” adlı cafenin önündeki heykeli yol tadilatından dolayı sarınmıştı.

Lizbon güzel, harika şehir ama onca yolu Pessoa için gelmiştim. Pessoa evinin etrafını dolandım. İçeride boyacıları gördüm. Ben de uzun süre İstanbul’un inşaatlarında boyacılık yapmıştım. Yakın buldum kendime. El ettim, geldi. Çatpat İngilizce anlattım, olmadı. Portekizceye bir ara heveslenmiştim, başlarda bıraktım. İtalyancayla Portekizcenin benzerliği işime yaradı. Yazarı çok sevdiğimi ve Türkiye’den geldiğimi anlattım. Ve Casa Fernando Pessoa’nın kapıları açıldı. Bir teşekkürü boyacı meslektaşıma ederken bir teşekkürü de Sophia Loren ettim o gün.

O Öyle Olmadı adlı romanımda “konuk oyuncu” olan Sophia Loren’e Meçhul Dayı tarafından yazılan aşk mektuplarının ruhunda da Pessoa’nın aşk mektupları vardı zaten. Bende hep yakın yerdeler: Kalbimde.

Yukarı