Bir Sürgünlük Yurdu Olarak Dünya / Ahmet Karadağ

SÜR/GÜNLÜK

Veveya edebiyat sitesi genel yayın yönetmeni sevgili Ercan y Yılmaz’dan “ayda bir edebiyatla ilgili köşe yazıları yazar mısın” teklifi geldiğinde sevindiğim kadar endişe de ettim. Sevindim, çünkü böyle nitelikli bir edebiyat sitesinde köşe yazısı yazmak, birbirinden değerli birçok yazar ve şairle köşedaş olmak büyük bir onur olacaktı benim için. Endişemin sebebi ise, belli bir periyodda yazı yazmanın zorluğu kadar, aynı zamanda doğallıktan uzak, zorlama yazılar yazmayla neticelenebilecek risklere sahip olmasıydı.

Her ne kadar neredeyse ayda iki kez matbu ya da dijital ortamlarda edebiyatla ilgili yazılar yazsam da içimden geldiği gibi ve geldiği zamanda yazmak bana bir serbestlik kazandırıyordu. Ama ilk kez artık yetiştirmek zorunda olduğum, miadı olan yazılar yazacaktım. Bu zor bir şey olacak ama üstesinden gelmeye çalışacağım.

Gerçi ben de birçok yazar gibi ilham perilerinin varlığına inanmam. İlham perileri gelse de yazsam diye bekleyen, gelmeyince de bir türlü yazamayanlardan değilim. Yazmanın her şeyden önce bir disiplin işi olduğuna inanıyorum. Oturunca yazabilen insanlardanım. Aklımda yazabileceğim bir konu varsa, yazmadan önce onu kafamda biraz dolandırıp, az çok bir kıvama getirdiğimde yazmaya başlarım. Bu yazıda olduğu gibi yazmaya başlarken sadece ana fikri olan, kabaca sınırlarını zihnimde belirlediğim yazı -kimi zaman bir öykü- yavaş yavaş klavyenin tuşlarından dökülmeye başlar. Ben de kendi yazımın ilerleyişini tıpkı okurlar gibi şaşkınlıkla ve merakla izlerim.

Bir köşe yazısı yazmaya başlamayla ilgili ikinci önemli bir sıkıntı da köşenizin adının ne olacağı konusuydu. Edebiyat sitelerinde daha çok “Günlük” formatında yazılar yazıldığı ve bunların çoğunun adının içinde “günlük” lafı olduğu için köşemin adının günlük kelimesi içermesi çok klişe olacaktı. Üstüne üstlük Veveya’da başka bir köşenin adı Üz/Günlük konulmuşken ve bu köşenin sahibi değerli yazar ve şair Haydar Ergülen’ken köşemin adında günlük kelimesi olması çok riskli olacaktı. Ama bu riski aldım.

Çünkü sürgünlük benim birçok yazımda değindiğim ana konulardan biriydi. Siyasi zorunluluklar nedeniyle ülkesinden ve anadilinden uzakta olan yazarlar, gazeteciler kanayan yaralarımdan biriydi. Aslı Erdoğan özelinde tüm sürgünler için yazdığım birçok yazıda, hayatını yazarak kazanan insanlar için sürgünlük, sadece ülkesinden uzakta olmak değil, aynı zamanda onun yaşamında sahip olduğu şeylerden biri olan anadilinden, yazı yazdığı dilden uzak olması demekti. Bu nedenle sürgünlüğü hep gündemimde tutmak düşüncesiyle köşeme “Sür/Günlük demeyi uygun buldum.

Aslında o hepimizin bir elma ısırmak kadar basit olmayan ve ne olduğunu çok iyi bildiğimiz günahı işleyip cennetten kovulduğumuz günden beri dünya her birerlerimiz için bir sürgün yeri bir taraftan da. Bir sürgün gibi aslında yerlisi olmadığımız bir yurtta sürgünlüğümüzün bitmesi için dolanıp duruyoruz. Tıpkı siyasi sürgünler gibi sürgün yurduna ne kadar alıştık desek de, alışmaya çalışsak da alışamıyoruz bir türlü, olmuyor. Anadilimizi unutmaya başlayıp, bir süre sonra tüm uzun süren sürgünlüklerde olduğu gibi sürgün olduğumuz ülkenin diline, yani ki bu dünyanın diline ve haline alışmaya çalışıyoruz. Ama sonunda elimizden kalan anadilimizi unutmak ve dünyanın o çok çetrefilli, bin bir türlü grameri ve imlası olan dilini de tam manasıyla öğrenememek oluyor. Her sürgünlük gibi o da bitiyor sonunda.

Başta demiştim ya, yazının buralara gideceğini ben de bilmiyordum ve sonunda işte böyle bir ilk yazı oldu. Ayda bir kez burada edebiyatla ilgili bir yazıyla huzurlarınıza gelmeye çalışacağım. Umarım ki, yazılarımı okumakla değerli vaktinizi zayi etmiş olmam. Tekrar merhaba ey sevgili okur.

Yukarı