“Resimdeki Gözyaşları” / Haydar Ergülen

ÜZ/GÜNLÜK

Hangisiyle başlasam, Arif Damar’ın durup durup yinelediğim “Gitme Kal” şiirindeki, “ne çok severdik seni aklına getir dizesiyle mi yoksa Cem Karaca klasiklerinden, kim unutabilir, “Bir gün belki hayattan / geçmişteki günlerden / bir teselli ararsan / bak o zaman resmime sözleriyle başlayan “Resimdeki Gözyaşları” şarkısından mı?

Hangisi olsa olur aslında, ikisi de olur, sıralı sırasız, ama “geçmişteki günlerden / bir pişmanlık duyarsan diye değiştirmek kaydıyla şarkının ilgili dizelerini.

Bu yazıya vesile olan, aşağıda anlatacağım utanç ve pişmanlık nedeniyle elbette. Yaşarken kadir kıymet bilmemek ya da o kadar önem vermemek insansoyunun en eski geleneklerinden biri olmalı. Çok sevdiğiniz, değer verdiğiniz birini, lider olabilir, öğretmen, sanatçı, edebiyatçı, bilim insanı, arkadaşınız, zamanla giderek daha az önemsediğinizi fark edersiniz, önce bunu kabul etmezsiniz, ama ilginiz azalır, hele bir de bir kusur işlerse, bir hatası olursa, gözünüzden birden düşer, sanki hiç sevmemiş gibi olursunuz!

Benim başıma gelmedi demeyin, olmaz işlerden değildir, olmasın tabii, ama olursa da şaşırmayın, dedim ya göbek adımız ortak, insansoyuyuz! Artık bundan ne anlamamız gerektiğini size bırakıyorum!

Kendimi kadir kıymet bilenlerden diye bilirim, acı kahvenin hatırı da vardır ama gönül almaya, küs kalmamaya çalışırım, unutmamaya çabalamak, hatırdan düşürmemek de kadir kıymet bahsine dahildir elbette. Lafı uzattım farkındayım, ama galiba biraz suçumu hafifletecek sebepler arıyorum ki siz yazıyı okurken ‘yahu sen de pek fena adammışsın!’ demeyesiniz!

Sevmeyeni de vardır, ama çoğunluğun sevdiği sanatçılardan biridir Cem Karaca. Ne yazık ki pek kısa kalmıştır bu alemde, erken göçenlerden, yani ‘evvelgiden ahbap’lardandır. Benim de okumaya gözümü, dinlemeye kulağımı açtığım ilk anlardan, demek ki ilkokul çağlarım, şarkılarına bayıldığım müzisyenler arasındadır. O zaman çok severek dinliyordum ama şimdi külliyatına bakınca sahiden de çok çalışmış, çok güzel şarkılar yazmış, söylemiş ve 100 yıllık cumhuriyetin hakiki değerleri arasındaki yerini de hakkıyla almış diye düşünüyorum. Bu benim dinleyici olarak yorumum, müzik tarihçileri, yazarları kuşkusuz onun bestelerinin, yorumlarının ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlatacaklardır.

Eskişehir’deki aile evimizde, aramızda 1.5 yaş olan kardeşim Kemal’le aldığımız 45’lik plakların çoğu Cem Karaca’nındı. Evde ve serde solculuk var ya, Cem Karaca da rock müzisyenleri arasında şarkılarında olduğu gibi solculukta da 1 numara tabii gözümüzde. Yalnızca bizim mi, o zamanlar yoksul, ortahalli, varlıklı hemen her mahallede bulunan plakevleri de özellikle Cem Karaca şarkıları çalarlar, dışarıya da ses yükselticiyle verirler, böylece hep birlikte havaya girerdik? Ne havası mı, Aydın havası değil elbette devrim havası! Şimdi hava yerine kafa diyorlar sanırım.

Bu yazı Cem Karaca’nın müzikal değerini anlatmak için değil, üstelik anlatamam da, fakat rock tarihimizin en önde gelen, Barış Manço, Erkin Koray, Fikret Kızılok gibi adları arasında olduğu bir vakıa. Yalnızca müziğiyle, şarkılarındaki yeniliğiyle, şarkı sözlerindeki şaşırtıcılığı ve eleştirel tutumuyla, giyim kuşamındaki radikal üslubuyla değil, bir de devrimci tutumu, desteği ve bizim için çok değerli bir gösteri ögesi olarak sol yumruğunu havaya kaldırmasıyla, sosyalist kimliği ve düşünceleriyle de çok özel bir isimdi Cem Karaca.

Çok şarkı yaptı, çok çalışkandı, çok koştu, çok söyledi, çok yoruldu. Barış Manço gibi, Ahmet Kaya gibi geleceğe de kalanlardan oldu.

Hangisini saysam eksik kalır diyebileceğimiz öyle çok dönemi ve şarkısı var ki! “Emrah”, “İstanbul’u Dinliyorum”, “Oy Babo”, “Hikâye”, “Zeyno”, “Niksar”, “Bu Son Olsun”, “Felek Beni”, “Emmioğlu”, “O Leyli”, “Unut Beni”, “Muhtar”, “Erenler”, “Kendim Ettim Kendim Buldum”, “Dadaloğlu”, “Kalender”, “Demedim mi?”, “Kara Yılan”, “Lümüne”, “Kara Üzüm”, “Askaros Deresi”, “Denizüstü Köpürür”, “Üryan Geldim”, “El Çek Tabib”, “Obur Dünya”, “Acı Doktor”, “Gel Gel”, “Üzüm Kaldı”, “Namus Belası”, “Asri Gurbet”, “Beyaz Atlı”, “Yiğitler”, “Tamirci Çırağı”, “Nerdesin?”, “Mutlaka Yavrum”, “Kavga”, “Beni Siz Delirttiniz”, “İhtarname”, “Niyazi”, “Mor Perşembe”, “Bir Mirasyediye Ağıt”, “1 Mayıs”, “Durduramayacaklar Halkın Coşkun Akan Selini”, “Yiyin Efendiler”, “Bekle Beni”, “Bindik Bir Alamete”, “Yoksulluk Kader Olamaz”, “Nem Kaldı?”, “Parka”, “Hep Kahır”…

“Almış diskografisini yazmışsın!” diyebilirsiniz, öyle yaptım, önce bakayım, unuttuğum şarkıların adlarını hatırlayayım dedim, fakat meğer hepsini severmişim, dinlermişim, hepsini de çok özlemişim, işte benim sevdiklerim diye hepsini yazdım, yalnız beni değilim seven, biraz da onu bilmenin iyiliği var tabii…

Çok sevdim sevmesine de dünya gözüyle iki kez gördüm Cem Karaca’yı, ilkinde Pendik’te yazlık sinema konserinde, çocuk yaşta, 18, tren kazasında giden canım arkadaşım, yoldaşım Şahin’le, herhalde 16-17 yaşlarımızdayken, herkesin nerdeyse devrim şarkıları söyler gibi coşkuyla Cem Karaca’ya eşlik ettiği avaz avaz bir gecede dinlemiştik, o mutlulukla da birer tekel birasını yudumlamışızdır Şahin’le! 1973 olmalı. O yaz dinledik birlikte, o güz gitti Şahin!

Sonra da ikinci ve son kez gördüm Cem Karaca’yı, işte şimdi onu anlatacağım. Soner Olgun, çok eski arkadaşım, ilk eşi Filiz Olgun da öyle, onunla birlikte Admar reklam ajansında hayli zaman reklam yazarlığı yaptık. Soner Fethiyeli, Filiz de Karaburun’dan, Ege ve Akdeniz buluşması yani, kızları Ayşecan da şimdi Şan Profesörü sanırım. Soner o yıllarda henüz Ortaköy’deki mekana geçmemişti sanırım, Arnavuyköy’de, yanılmıyorsam Ezginin Günlüğü’nün çıktığı ve işletmesini de yine gruptan Nadir ya da Emin’in yaptığı kulüpte sahne alırdı Soner de. İlkakşamdan başlayıp sabahın ilk ışıklarına durmadan dinlenmeden saz çalıp, konuşup, şarkı söyleyip türkü okuyan bir sevimli, eşi benzeri yok adam. Sağolsun benim de bir-iki şiirimi besteleyip sevdirmişliği vardır. Meraklısına: “Haziran Gelini Çiçeği” şiirim ve Soner’in ona yaptığı şahane beste.

Şarkıcılığı, yorumculuğu, besteciliğiyle birlikte yayıncılığı ve edebiyat sevgisi de bilinir Soner’in. Karacan dergi grubunu yönettikten sonra, Boom müzik dergisini Genç İnsan ve Attila İlhan’la Cönk edebiyat dergisini de çıkardı 1990’larda. Bulursanız kaçırmayın, dönemin ruhunu en iyi yansıtan dergilerdir. Öyle yetenekli bir adam az bulunur, o yetenekte olup da o tevazuyu taşıyansa hiç bulunmaz!

Admar Reklam ajansına 1986’da başladım, sahibi, devridaim olsun Muammer Öztat’la iyi ağabey-kardeşler olarak 18 yıl çalıştım, onu yitirinceye dek. Ajansın yaratıcı yönetmeniydim, reklamda ekip çok önemlidir, herkes yaratıcı olduğu için! İyi ve yaratıcı insanlarla uzun süre aile gibi çalıştık. Dost olduk, ajans dışında da çok vakit geçirdik, birbirimize konuk olduk. Admar Gayrettepe’de Emniyet Müdürlüğünün sokağındaydı, Filiz ve Soner’in eviyse Yıldız’da. Filiz de gönlü şen, yüzü güleç bir arkadaşımızdı, bazen ajanstaki uzun çalışmalardan sonra onlara içkiye gider, bazen de içkiden dönerken geceyi sürdürmek için toplanırdık. Serpil, Aygen, Levent, Filiz, ben, belki bir-iki arkadaş daha gittik, içkiliyiz, genciz, konuşup gülünecek çağlardayız. Reklam ajansının da durumu iyiydi o sıralarda.

Gece 11’e doğru kapı çalındı, Soner geldi önce, selamlaşma sarılma ve yanında gözlerini kaçırarak, selamını da kaçırarak giren biri, Cem Karaca! Kafalar bulutlu, gözler de sisli ama o, eskiden sevdiğimiz Cem Karaca! Ama şimdi?

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinden sonra, cuntanın ‘yurda dön!’ çağrısına uymayarak Almanya’da kalan, aradan yıllar geçince de yurt özlemine dayanamayıp gelmek isteyen, herhalde bunu duyulsun diye gazetecilere de söyleyen ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın affıyla döndüğü için de solun bağışlamadığı efsane şarkıcı, efsane devrimci, gençliğimizin en kral abisi Cem Karaca! Özal’ın eşi Semra hanımın da elini mi öpmüştü ya da huzura mı çıkmıştı neyse işte gönlümüz bunu kabul edemiyordu, sindiremiyorduk. Dönek sayılırdı artık!

O dönekti de biz neydik? Diğer arkadaşlar daha gençti ama ben, akademisyen olmayı isteyen bir devrimci olarak reklam yazarı olmuş, kapitalistlerin ürünlerini, hizmetlerini, mallarını pazarlamak için reklam yazan bir … ne? Dönek değil de ne? İnsan kendini öyle görmüyor, o yıllarda sol dergilerde, gazetelerde yazıyor, sosyalizm ütopyasını diri tutmaya çalışıyordum ama aynı zamanda da reklam yazıyordum!

Soner’le Cem Karaca geniş salonun bir köşesine gittiler, usul sesle konuşup içkilerini yudumlamaya başladılar. Fakat ben hayatımdaki en büyük şımarıklıklardan birini o gece yaptım. Cem Karaca’ya duyuracak biçimde dönekliğinden, ihanetinden, düşünsel zayıflığından söz edip durduk, en çok da ben! Öyle ya en devrimci de bendim çünkü aralarında! Belki 2 saat sürdü bu gevezelik ve şımarıklık, attığımız kahkahalar da cabası! Bırakın konuşmayı, orada hiç yokmuş gibi hoş geldin dememek, onunla hiç konuşmamak bile saygısızlıktı!

Sonunda kalktı gitti Cem Karaca, biz de dağıldık.

Sonra 59 yaşında yitirdik onu. O zaman çok üzüldüm, çok düşündüm, bir hata yapmıştı ama düşüncelerini terk etmemişti bildiğim kadarıyla. İhanet etmiş de sayılmazdı. Sürgünü yaşamadığım için yurt özlemini de bilmiyorum kuşkusuz. Ama şimdilerde Türkiye’de yitirdiğimiz şeyleri gördükçe özlem ne demekmiş anlıyorum. İlkgençliğimden gençliğime dinlediğim şarkıları bile yeterdi onu anlamaya, ama reklamcı şımarıklığına kapılmıştım o gece!

Sonra onu savunan bir-iki yazı yazdım, Cem Karaca 59 yaşında göçtükten sonra, ama o gecenin pişmanlığı, üzüntüsü, onun sessizliği, durumundan ötürü çektiği acı hiç aklımdan çıkmıyor, gözümün önünden gitmiyor.

Şarkısının sözlerini biraz değiştirerek “Bir gün belki hayattan/geçmişteki günlerden/ bir pişmanlık duyarsan/dinle o zaman şarkılarını” diyebiliyorum ancak!

Yukarı