Romancı, Paralel Yaşamlar İcat Eder / GÜNEBAKAN 17 / Yaşar Ercan
24.06.2024
Güneşin tepe noktaya ulaştığı saatlerde asfaltın kenarında yolunu arayan yavru bir kaplumbağa buldum. Etrafta ulaşabileceği ve yaşamını idame ettirebileceği bir topraklı alan olmadığından bulduğum yerde bırakmaya gönlüm el vermedi. Eve getirdim. Manas’la birlikte salatalık yiyorlar. Normalde bizi gördüğünde kafasını içine çekmesi gerekirken fazlasıyla sosyal bir kaplumbağaya denk geldik sanırım, saklanmıyor. Ayrıca gayet hızlı hareket ediyor. Evde bir sağa bir sola gidip uygun yer bulduğunda uyuyor. Yarın yaşayabileceği kırsal bir bölgeye götürüp bırakacağım.
25.06.2024
Euro 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’nı izliyorum. Endüstriyel futbolun tek tipleştirdiği oyun anlayışı hemen hemen bütün ülkelere sirayet etmiş durumda. Kondisyonun yeteneği gölgelediği bir oyun hâline geldi futbol. Her on senede boyut atlıyordu ancak son on senede seyir zevki zayıfladı. Topun ayakta uzun süre tutulup sabırla pas yapıldığı, istatistik manyaklarının not defterlerini süsleyen zevksiz bir oyun anlayışı, dünyaya futbolu sevdiren efsane isimlerin mirasına ihanet gibi geliyor bana. Göze hoş gelmiyor. Çalım atmak, uzaktan şut atmak, kanattan orta yapmak, serbest vuruştan gol atmak nadiren görülen eylemler. Tribün şovları da önceki turnuvalarla kıyaslanmayacak kadar seyrek.
26.06.2024
İyi bir kütüphane oluşturmak modern zamanlarda kütüphane okuryazarlığı da gerektiriyor. Her kitap her okurun kitaplığına girmemeli. Okurun kitaplığı ona değer katabilecek konulara ilişkin olursa en azından ufkunu, algısını, zihnini genişletebilir. Kütüphane oluştururken açgözlü davranmak bana göre erdem dışı bir davranış. Okunmayacak kitaba da haksızlık sanırım.
27.06.2024
Gezi yazısı sevdiğim bir tür. Günümüzde yeni bir boyut kazandı. Gezi fotoğraflarıyla desteklenerek anlatılan mekânın insan zihninde çağrışımı kolaylaşıyor. Kimi zaman video kayıtlarında konuşmacının bakış açısına göre şekilleniyor, kimi zamansa oluşturulan uğraklarla gezi haritalarında işaretlemeye yardımcı oluyor. Ayrıntılarıyla betimlenen yerler, gezi yazısını çekici kılıyor. Yazıyı okurken zihnimde canlandırarak – daha önce görmesem de- gezmek ayrıca mutluluk konusu benim için. Daha önce hiç gitmediğim yerleri okuyup gezdiğimde başka, gezdikten sonra orayla ilgili gezi yazısı okumak başka, hiç gitmeyecek olup da ilgili gezi yazısı okumak başka haz veriyor. Başka insanların gözünden sözgelimi yazarın gezerken gördükleriyle kendi izlenimlerimin ortak yönleri, aykırı yönleri ortaya konunca mekânın çeşitli boyutlarıyla gözlemlenebilmesi bir anlam daha buluyor.
28.06.2024
Maraş ilginç bir yer. Akademik düzeyde okuru son senelerde artsa da memleketini terk etmeyen bir aidiyet hâkim. Burada yaşayanlar toprağından kopamıyor. Bir ağaç gibi kök salıyorlar. Maraş’tan kopamayanlarla manevi bir bağı olsa gerek Maraş’ta ağaç dikme gibi güçlü bir kültür var. Caddelerinde ulu çınarların, çamların, akasyaların boy gösterdiği yeşil alan konusunda Anadolu’nun diğer şehirlerine göre oldukça zengin bir yer Maraş. Bahçe, bağ, dağ, kaldırım fark etmeksizin bulunan her boşluğa ağaç dikiyorlar.
Şamanlar kötü ruhlardan arınmak için yaşadıkları yere ağaç dikerlermiş. İslam inancında da dikilen ağacın toprağa, doğaya, börtü böceğe, gölgesinde dinlenene faydaları dolayısıyla sevabının olduğu biliniyor. Ancak ağaç dikmek yalnızca bunlarla izah edilemez. Bana göre insanın doğayla bağ kurmak için uzattığı bir dostluk eli. Ağacın kökleri toprağa dolanıp boyu kuşlara yuva olacak kadar uzadığında insan kendini huzurlu hissediyor. Ağaç dikmek, dünya hayatında elle tutulur gözle görülür bir iyilik insanın kendi için.
Bir dönem Kahramanmaraş’ta valilik görevi yürüten İlhan Atış, şehrin merkezinin yeşile bezenmesine rağmen Milcan Dağı’nın eteklerinin çıplak olmasına şaşırıyor. Civar köylerin muhtarlarını çağırıp köylerden gündelik usulü işçiler topluyor. Dağın çıplak eteklerinden tepesine kadar muhtarlar aracılığı ile ağaçlandırıyor. Yirmi senede o dağın büyük kısmı ağaçla kaplanıyor. Vali bey belki burada böyle bir kültür olmasa çevreyollarında görmeye alışık olduğumuz ve hiçbir zaman büyüyüp serpilmeyen bir “hatıra ormanı” yapıp işine bakacaktı. Ancak bana kalırsa şehrin dokusu Vali beyi boş kalan toprakları da ağaçlandırma konusunda teşvik etmiş.
29.06.2024
Selim İleri’nin son romanı Yalnız Evler Soğuk Olur’u okuyorum. İlk bölümlerde usta, çiçek türlerini okura tanıtmaya kararlı. Okurun botanik bilgisini merakla buluşturup yüceltmeyi dolaylı yoldan başarıyor. Fakat bu kadar çiçek isminin cümlelerde üst üste geçmesi kafa karışıklığı yaratıyor. Yazar burada ne anlatmak istiyor diye kendi kendime sorarken usta yanıtını 37. sayfada veriyor:
“Mutlak güzelliği alımlayabilmek için bahçeler yazdım. Başlangıçta bilinçsizce. Bahçe hemen her öykümde, her romanımda var; birçok çiçek, bitki, ağaç.
Oysa doğduğumdan beri bahçesiz evlerde oturmuşuz; sonra da, bir ömür boyu. Bahariye Caddesindeki Geren Apartmanı bahçesiz, Cihangir, Teşvikiye, sonra tek başıma yaşadığım, Şişli’deki çatı katı, terasında bahçe yaratmaya çalıştığım. Sonra, şimdi, yine tek başıma, bu ev.
Teşvikiye’deki evin balkonundan bakımsız arka bahçeler görünürdü. Çatı katından, taa uzaklardaki ağaçlık mezarlık.
Galiba bir özlemi dindirmek, susturmak için yazıyordum bahçeleri.”
30.06.2024
“Romanın kendine özgü gereci diye bir şey yoktur; her şey romanın kendine özgü gerecidir, her duygu, her düşünce, kafayla ruhun her özelliği kullanılabilir; hiçbir algı işe yaramaz değildir. Roman sanatının gelip aramızda durduğunu düşünelim bir yol; hiç şüphesiz kendisini saymamızı, sevmemizi istediği ölçüde, dağıtmamızı, zorlamamızı da isteyecektir.” diyor Virginia Woolf. Ben de bu sözlere katılmakla birlikte birkaç cümleyle anlamı genişletmek isterim. Yaratılan karakterler, düzenlenen yerler, mekânın atıf yapılan zaman içerisinde kurgulanması yazarın kaleminden önce düşünce dünyasından çıkar. Romancı, aynı malzemeyle farklı dünyalar kurabilir. Bunu yaparken gördüğü, bildiği, hissettiği ya da düşündüğü her şeyi kendine malzeme edebilir. Romancı, insanların gerçek yaşamına paralel yaşamlar icat eder.