Sevgili Loukianos / GÜNEBAKAN 11 / Yaşar Ercan
13.05.2024
Facebook’ta bir gönderi düştü önüme. İlgi çekici bir anıdan kesit. Yunus Yaşar’la Erdal Öz arasında 2005 yılında geçiyor. Konu Can Yayınları’nın şiir kitabı basmaması. Yunus Bey soruyor; “Can Yayınları arasında neden şiire yer yok? Uzun süredir şiir kitabı basmıyorsunuz?” Erdal Bey, “Doğrudur” diyor “Şiir kitabı basmıyoruz artık. Türkiye’de iki yüze yakın edebiyat dergisi çıkıyor. Bu dergilerde de her ay iki bine yakın şiir yayımlanıyor, dergilerde yer almayan ancak şiirle uğraşan bir o kadar kişinin de var olduğunu sayarsak, Türkiye’de ortalama dört-beş bin kişi şiir yazıyor demektir. Bir şiir kitabı bin adet basılıyor. Bu bin adet şiir kitabı üç yılda satılmıyor. Sadece şairler birbirlerini okusalar bile basılan bin kitabın en fazla üç ay içinde tükenmesi gerekiyor. Demek ki şairler birbirlerini bile okumuyor. Okumadan yazıyorlar. O hâlde okumayan, okumadan yazan bir şairin kitabını ben neden basayım? Yayınevleri ticari kuruluşlardır. Şiir kitabına yapacağım yatırımı öyküye, romana kısacası düzyazıya yapıyorum ve satıyor. Çoğu kitabevlerinde şiir rafı bile yok. Belli başlı şairlerin kitaplarını bile köşe bucakta bir yere koyuyorlar. Sadece Can Yayınları değil, diğer büyük yayınevleri de basmıyor artık şiir kitaplarını. Amatör ve küçük yayınevleri (çoğu yazarından kitap parasını peşin alarak) büyük özverilerle şiir kitabı basmak suretiyle direnmeye çalışıyorlar. Ama nereye kadar?”
Şu cümle günümüz edebiyat okur ve yazarını özetliyor: Sadece şairler birbirlerini okusalar bile basılan bin kitap en fazla üç ay içinde tükenmesi gerekiyor. Demek ki şairler birbirlerini bile okumuyor. Okumadan yazıyorlar. Ne yazık ki edebiyat dünyasının gerçeği budur. Yazar ya da şairin ilk kitabı 500 adet basılır. Genelde ikinci baskıyı görmez. Belli başlı isim yapmış yazarlar dışında bu işten para kazanan da yok. Okur da kalmadı zaten. İnsanlar çok satanlar rafında kendilerine pazarlanan kitaplarla çoktan rahmetli olmuş ve yapıtları klasik hâline gelmiş yazarların kitaplarını satın alıyorlar. Okuyorlar mı emin değilim.
14.05.2024
Antonio Tabucchi’nin Ufuk Çizgisi (Çev. Münir H. Göle, Everest) romanını okuyorum. Okuduğum ilk Tabucchi kitabı bu. Dilin akıcılığı ve sadeliği okuru rahatlatıyor. Psikoloji ve polisiye konularının birleştiği, ipuçlarıyla bezeli bir kitap. Yazar, kitabın sonuna şöyle bir not eklemiş:

15.05.2024
Sabit gelirli insanların maaşı olmaz, borcu olur. Bu borç aylık gününde biraz azalırmış gibi görünse de ay sonuna doğru büyümesini devam ettirerek varlığını korur. Gedik bir kere açıldı mı asla kapanmaz. İlginç bir kısır döngüdür bu. Sabit gelir, kölelik sisteminin günümüze uyarlanmış kırbacıdır. Sabit gelirli ne uzar ne kısalır. Ortalamanın altında bir yaşam kalitesiyle hayal içinde yaşar. Gelecek planları bile ertelemelidir. Gelecekten tek beklentisi emekli olup dinlenmektir. Emekli olsa da dinlenemeden ölür. Sabit gelir, “Buna da şükür” diyenlerin dişlerini gıcırdatarak çektikleri tespihtir. Varlığı da yokluğu da derttir.
16.05.2024
Sevgili Loukianos,
Senden on dokuz yüzyıl sonra, yaşadığın bu coğrafyada yaşıyorum. Senin gözünle olmasa da Adıyaman’ı, Malatya’yı, Maraş’ı, Antakya’yı gördüm. Başka bir dili konuşup başka bir dine inanıyoruz. Toprağı sizden başka şekilde kullanıyoruz. Bambaşka bir dünyanın insanıyız. Ancak sana söylemek istediğim şeylerin bunlarla hiçbir ilgisi yok. Tarihe ilk bilimkurgu yapıt olarak geçen ve dilimizde Hakiki Hikâyeler (Çev. Erman Gören, Ertuğrul İnanç, İş Bankası.) olarak yayımlanan kitabını okudum. Konuları eleştirel bir gözle, ince alaycı mizah anlayışıyla, yaratıcı ve gerçeküstü kurgularla ele alışından dolayı seni kendime yakın buldum. Eski bir dostla ayaküstü edilen kısacık bir sohbette yâd edilen anıların verdiği içten tebessüm oturdu yüzüme. İyi ki yazdın. İyi ki okudum. Çağlar ötesinden yolladığım bu teşekkürü kabul etmeni diliyorum.
Bir gün başka bir zaman diliminde, başka bir evrende görüşmek dileğiyle,
Okur dostun Yaşar.
17.05.2024
Depremde yıkılan ve/veya ağır hasar alan binaların enkazı kaldırılırken işçiler tarafından tarihi Kuyucak Hamamı da yıkılmış. Enkazı kaldırılmış. Oysa bu hamam koruma altında olan kültürel miraslardandı. Kültür Bakanlığı sorumlular hakkında dava açmış. Yahu koskoca hamam ortadan kaldırılırken hiç kimse “Burası kültür mirası, yıkım kararı yok, kafamıza göre mi yıkacağız” demedi. Dememiş. Kendilerine yakışan şekilde bodoslama dalıp yerle yeksan etmişler hamamı. Yerle yeksan etmek de kültürdendir. Şehir imar edemeyen, mimari ahlakı bulunmayan, etik değer tanımayan, estetik algıdan yoksun bir milletin yetiştirdiği işçi ve mühendisten tarihsel değer beklemek budalalıktır. Çevreyi alabildiğine betona boğan bir zihin yapısından ancak betonlaşmış bir düşünce kalıbı çıkabilir. Bu nedenle bizde kültür varlığı, medeniyetlerin ortak değeri, mimari değer vesaire söylemlerin hiçbir geçerliliği yoktur. Gerçi bizde paraya çeviremediğiniz herhangi bir şeyin değeri yoktur; ne yazık ki.
18.05.2024
Yayına girdiği ilk tarihte fazlasıyla konuşulan, sokak ağzıyla tarif edecek olursak gazı kaçırılan, filmleri uzun süre izlemiyorum. Başkasının duygu ve düşüncelerinin filmin bende bırakacaklarını etkilemesini istemiyorum. Bu nedenle Quentin Tarantino’nun Kill Bill filmlerini ancak bugün izleyebildim. Tam anlamıyla hikâye anlatıcılığının görsel temsilini sağlayan Tarantino, neden tüm dünyada hayranlık duyulan bir yönetmen olduğunu da bu filmlerle beyan etmiş. Sekanslar arası geçişler, çok açılı ve başka bir görüntüyü çağrıştıran anlık sahne fotoğrafları, sesler, ışıklar, gizil bir mesaj olarak verdiği alt metinler, her ayrıntısı düşünülmüş bütüncül bir görsel işitsel tamamlama… kısacası bir yazar kadar detaylı tasvir, bir fotoroman kadar keskin göz, bir müzisyen kadar derin işitme duyusu Tarantino’yu büyük yönetmen yapan etmenler arasında bir çırpıda sayılabilecek özellikler. Bu nedenle Tarantino filmleri göz ucuyla değil kitap okur gibi dikkatle ve herhangi sahne atlanmadan izlenmeli. Ucuz Roman, Rezervuar Köpekleri, Jackie Browni, Soysuzlar Çetesi aklıma gelen diğer filmlerinin de senaryosu kendine ait. Hem yazıyor hem yönetiyor. Tam anlamıyla bir sinema virtüözü. Hakkında kısa bir araştırma yapılınca bulunabilecek röportajları okudum. Çocukluğunda yazar olmak istediğini ancak bu isteğinin annesi tarafından hoş karşılanmadığını söylüyor. Üstelik öğretmenleri de yazar olma isteğinin ödevlerden kaçmak için edindiği bir uğraş olduğunu söylemiş. Quentin Tarantino, eğitiminde rol alan anne ve öğretmenleriyle bir çeşit inatlaşmaya girişmiş. Bu inatlaşma Tarantino’nun yazıya tutkuyla sarılmasına neden olmuş. Hatta okulda hikâye yazdığını öğrenip yazarlık girişimi engellemek için alaycı bir dille kendini eleştiren annesine küçük Tarantino, “Pekâlâ, hanımefendi. Başarılı bir yazar olduğumda, tek bir kuruş bile görmeyeceksin. Sana alınan bir ev olmayacak. Çıkabileceğin tatiller olmayacak.” diyerek yanıt vermiş. İsyanı bile sanatsal.
19.05.2024
Bir roman yazmaya başladım. Aslına bakılırsa çok uzun zamandır zihnimde yazıyor ve yaşıyordum. Konu net, olaylar değişken, karakterler çoğaltılabilir olduğundan bu romanın yazımı, düşüncesinden altı-yedi yıl sonraya sarkmış oldu. En zoru da ilk cümleyi yazmaktı. İlk cümle barajda delik açmak gibiydi. Delik açılınca barajın tüm suları dışarı çıkmak istercesine beni yazmaya zorluyor. İşten ve ailemden zaman ayırdığım tüm anlarda artık beslemem, büyütmem gereken bir romanım var. Onu şimdilik geniş bir saksıya attığım çiçek tohumu olarak görüyorum. Yeşerip toprağı yardıktan sonra kim bilir nasıl uzayıp serpilecek. Nihayetinde çiçek açtığında okuruna sunacağım.