Hiçlik ve Diğer Şeyler / Yaşar Ercan

06.05.2024

Necip Tosun, “Okurluk ve yazarlık hep yan yana yürüyen eylemlerdir.” diyor. Doğrusu okuma alışkanlığı oluşturmadan, iyi bir okur olmadan, okur ve eleştirir duruma gelmeden yazar olmaya çalışanların ortaya koyduğu kalitesiz metinler Necip beyi destekliyor. Günümüz yazarlarının bir kısmının ya da daha doğru bir ifadeyle kitabı basılmış zoraki yazarların ne klasikleri ne de çağdaş yapıtları okuduğunu düşünüyorum. Bunu şu nedenle söylüyorum: Kısır döngüye düşen konular, dil ve anlatımdaki özensizlik, sözlük bilgisi zayıflığı, türler arasında ayrım yapamama, tekrar eden anlatım bozuklukları günümüz basılı kitaplarında sıklıkla karşılaştığımız kusurlar. Eğer yazar, yazarlığının gelişiminin öncülü olarak okurluğunu görseydi, okurluk deneyimi için güçlü ve seçkin bir kütüphane kursaydı sözünü ettiğim kusurlar en aza inecekti. Zira okurluk da deneyimle gelişen, ilerleyen, güçlenen bir uğraş.

07.05.2024

Çıtırtı.

Bu mevsim firik mevsimi. Tarhananın güneşte tam kurumadan toplanıp hafif ıslak ve bir yufka gibi esnek olduğu hâli. Aslında firik olgunlaşmak üzere olan tahıl için kullanılır. Burada tarhananın bir önceki hâline adını vermiş. Hayranlık duyulası bir gastronomi mirası. Modern insanla aynı topraklarda yüzlerce yıl önce yaşamış insanların ortak damak tadı. Mutfak kültürünün sanatsal sunumlara evrildiği çağımızdan konargöçerlere uzanan eşsiz deneyim.

Tarhana hakkında çokça rivayet var. Hepsinin ortak noktası tarhananın konargöçerler tarafından bulunup kullanılması. Gerek Orta Asya gerekse Anadolu’da özellikle kırsal ve zorlu iklim koşullarına sahip yerleşkelerde çok yaygın bir gıda türü tarhana. Yoğurt ve buğdayın uzun soluklu saklanmasının mümkün hâli. Tarhana Maraş’ta ise bambaşka boyutları ulaştı.

Çocukluğumdan hatırladığım kadarıyla buğdayın değirmende kabuğu kavlayacak kadar dövülmesiyle (ki bu buğdaya işlemden sonra dövme adı verilir) elde edilen dövmenin büyük kazanlarda, odun ateşinde kaynatılıp dinlendirildikten sonra ekşi yoğurt, kekik ve tereyağ ile karıştırılmasının ardından tarhana harcı elde ediliyor. Bu harç fazla suyunu salması için bir gece bez marifetiyle süzülmeye bırakılıyor. Ertesi gün eskilerin kuruyan sazları kilim gibi dokuyarak bir örtü hâline getirdiği ve adına çığ (bkz. halk ağzında bölme veya paravan) dediği serginin üzerine elle, malayla ya da spatulayla seriliyor. Serilen tarhanalar damlarda birkaç gün güneşletildikten sonra toplanıyor. Güneş olmayınca tarhana da olmuyor.

Nişanyan Sözlük’te tarhananın Farsça “kurutulmuş yoğurttan yapılan çorba” anlamına gelen aynı adlı sözcükten alıntı olduğu yazılıyor. Köklerinin bu bölgede olduğu kesin. Zamanla görüntüsü değişime uğrasa da içeriği aynı.

08.05.2024

Telefon rehberimde numarası kayıtlı kişilerin bir kısmıyla yıllardır görüşmediğimi fark ettim. Bir dönem sık sık iletişim kurduğum insanların sadece numaralarının kalması süreğen bir iletişimsizliğin göstergesi elbet. Birçoğunu sildim. Bir kısmı var ki yokluklarına hâlâ alışamadım. Depremden sonra çok defa arayıp ulaşamadım. Ölümün soğuk elleri onları bizden koparıp sonsuzluğa hapsetti. En zoru da onların numaralarını silmekti. Sonrası derin bir sessizlik.

09.05.2024

Bir metnin son cümlesini yazıp noktayı koyduktan sonraki rahatlama hissi, insanın iç huzurunun anında yükselmesine neden oluyor. Hele yazıyı eleştirel gözle okuyup içeriğiyle, biçimiyle “güzel oldu” diyebilmek insanın hem okuma hem de yeniden yazma konusunda isteğini artırıyor. Sanırım okuryazarlığın en güzel yanı da bu. Bence bu rahatlama ve iç huzur ânı; düşünen, üreten, eleştiren, geliştiren ve kendini gerçekleştiren insanın altıncı duyusudur.

10.05.2024

Öğrenciliğini de sayarsak ömrünün neredeyse tamamını okulda geçiren bir öğretmen, okulundan bir süre önce uzaklaştırılan bir öğrenci tarafından katledildi. Bir sürecin sonucudur bu olay. Aileden, çevreden, politikadan, eğitime yön verenlerden pay alarak büyümüş, sonuçta ortaya çıkmıştır. İnsan yetiştirme politikalarının giderek büyüyen başarısızlıklarının tezahürüdür. “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” anlayışından “Aman çocuklara bir şey demeyin, psikolojileri bozulmasın.” anlayışına gelirken çok şeyden taviz verildi. Özellikle ülkemizde öğrenci yetiştirme politikaları kâğıt üstüne indirgenip sürekli değiştirilen müfredat ve eğitim bakanlarıyla yamalı bir bohçaya döndü. Öğretmen merkezli öğrenme gelenekselci sayıldı, kötülendi, terk edildi. Elbette yeni uygulamalar denenmeli, eğitimi daha iyiye götürecek yeni anlayışlar bizim çocuklarımıza göre uyarlanmalı. Ancak bu yapılırken alt yapı, coğrafya, okulların fiziki şartları, öğrencilerin yaşadığı ortam, sosyokültürel ve sosyoekonomik durum göz önüne alınmalı. Eğitim, sonuçlarını çok uzun yıllar sonra veren bir yatırımdır. Her iki senede bir bakan değiştirip her gelen bakanın kendi uygulamasını dayatması eğitimin içinin boşalmasına önayak olurken ortaya millî bir eğitim koyulamıyor. İnsancıl, çocuk merkezli, somutlaştırılmış eğitim içerikleriyle sunulan son yıllardaki eğitim anlayışı ne çocuklara ne de eğitimin diğer paydaşlarına katkı sundu. Sorunun yanlış yerde arandığı gibi çözümü de daha yanlış yerde bulunup oldubittiye getirilen eğitim, sonuç olarak tarihimizin en vasat dönemini yaşıyor.

Ülkelerin hümanizmi adaleti sağlamaktır. Politik kaygılarla velilerin de öğrencilerin de hatta öğretmenlerin de gönlü olsun, okullar bir şekilde diploma versin, öğrenen öğrensin metodu tamamıyla fiyasko. Günün sonunda eğitim paydaşlarının en büyüğü olan öğretmenin saygınlığı yitirilirken öğrencisi öğretmenini öldürecek duruma geldi. Meslek hayatımda ilk kez bütün öğretmen sendikalarının iş bırakma eylemi yaptığına tanık oluyorum. Bu işler buraya kadar gelmeden önce siyasi partilerin arka bahçesi hâline gelen sendikalar neredeydi? Varlıkları koca bir boşluk. Ölen öldüğüyle kalıyor.

11.05.2024

Netflix’te rezil bir film izledim. Barbarian. Ömrümden 1.5 saatlik süre çaldı bu film. Emeği geçenlerin sinema sektöründen azledilmesini diliyorum. Aslında bu tür platformlardaki filmlerin geneli kötü. Hiçbir sanatsal yönleri olmadığı gibi sinema sektörüne de olumlu katkıları olmuyor. Senaryoları ilkokul öğrencilerince yazılsa daha etkili ve yaratıcı olur. Bilgisayar başında kurgu ve montaj yapamasalar ortaya film de koyamayacaklar. Görsellik çorbası sunuyorlar. Gerçi insanın ilgisini çeken her şeyi zamanla böyle berbat etmediler mi. Küresel sermayenin eline geçen her şey doğallığını ve samimiyetini kaybetti. Her şeyi insandan, insanın gerçekliğinden, yaşamdan uzaklaştırdılar. Dolayısıyla insanı da her şeyden.

12.05.2024

Stefan Zweig’ın tüm kitaplarını, onun iç dünyasından aktardıklarını okuyan birisi olarak şu günlerde onu daha iyi anlıyorum. Bir yanda İsrail’in Filistin halkına uyguladığı toplu katliam ve şiddet olayları, diğer yanda Çin’in Doğu Türkistan halkını asimile politikası ve açık hava hapishanesinde tutması. Her iki faşist anlayışın savaş hukukunu hiçe sayan uygulamaları artık soykırıma dönmüş durumda. Dünyanın gözünün önünde her gün yüzlerce insan katlediliyor. On binlerce insan topraklarını terk etmeye zorlanıyor. Orta Doğu’dan Batı’ya göç dalgasının insani değerleri alaşağı eder şekilde sürmesi körükleniyor. Yaşadığımız coğrafyada ve çevresinde her gün yeni boyutlara ulaşan insanlık dışı uygulamalara tanık olmak bizim büyük çaresizliğimizi yüzümüze çarpıyor. Dünyanın çeşitli ülkelerinde özellikle üniversitelerde protesto yürüyüşleri düzenlenip soykırıma dikkat çekiliyor. Konunun gündemden düşmemesi ve kalıcı çözüm amaçlanıyor. Bunların haricinde elden gelen tek şey boykot. Katliama destek veren şirketlerin, devletlerin ürünlerini boykot. Doğrudan ve etkili yöntemlerle zulmü durduramamak birçoğumuzun içinde koca bir hiçlik oluşturuyor. Stefan Zweig’ın Satranç adlı kitabında Nazi zulmünü yaşayan başkarakter Dr. B. şöyle diyordu: “Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler. Çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz.”

Yaşadığımız hiçliğin ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Savaş meraklıları kana doyduğunda belki insanca yaşamak için uygun bir ortam bulunabilir.

***

Stefan Zweig’ın yaşama veda etmeden kaleme aldığı mektup:

“Özgür iradem ve açık bir bilinçle bu yaşamdan ayrılırken, son bir sorumluluğu yerine getirme isteği yakamı bırakmıyor: Bana ve işimi yapmama huzurlu bir ortam sunan harika ülke Brezilya’ya içten teşekkürlerimi sunmak. Her yeni günle bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim, ruhsal anavatanım Avrupa kendi kendini yok ettikten ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. Ama altmışıncı yaştan sonra tam anlamıyla yeniden başlamak çok özel bir güç gerektiriyor. Ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi. Bu nedenle hayatımı doğru zamanda ve doğru bir şekilde sonlandırmamın iyi olacağına inanıyorum. Ki hayatım boyunca tinsel uğraşım en büyük haz kaynağım ve kişisel özgürlüğüm en yüce değerim oldu.

Bütün dostlarımı selamlarım!

Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızıllığını görmek nasip olsun!

Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.”

Yukarı