Yazmak Sözcük İşçiliği / Semrin Şahin

1 Nisan 24

Seçim gecesinin ardından bin yıl sürecekmiş gibi bir sevinç var içimde. Hem uyanışın hem de baharın sevinci.  Kabustan uyandığım ilk an gibi. Rahatlama ve huzur.

Bugün Ülkü Tamer’in ölüm yıldönümü. İstanbul şiirinden,

“Şimdi yalnız balıklar boğulmuyor İstanbul’da,

Şimdi çocuklar sıra olmuş giderler denize,

Ağır ağır boğulurlar, çünkü dalgalar İstanbul’a yakındır,

Görünür kayboldukları kulelerden, ağlanır anıldıkça,

Yüreklerden gemiler, kamyonlar, insanlar geçer,

Çiçek yüklü ölümler taşınır İstanbul’a.”

Bugün “Çiçek yüklü umutlar taşınıyor İstanbul’a ve tüm yurda” şairin anısına saygıyla.

2 Nisan 24

Marlen Haushofer’in Die Wand (Duvar) romanını okuyorum.

Yakın arkadaşları Luise ve Hugo’nun davetini kıramayıp onlarla av köşküne giden kadının yaşamı birdenbire bambaşka bir hal alır. Av köşkünde kaldığı ilk gecenin sabahında artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. İlk akşam Luise ve Hugo av köşküne yakın bir köye içmeye giderler. Ancak o gece eve dönmezler. Onları beklerken uykuya dalan kadın, sabah olunca ikisini de av köşkünde bulmaz. Hugo’nun av köpeği Luchs’ı yanına alarak köye gitmeye karar verir. Köye doğru giden geçidin sonuna geldiğinde köpek acı acı havlar. Ne olduğunu anlayamayan kadın birkaç adım sonra başını sert bir biçimde saydam bir duvara çarpar ve cam bir kürenin içinde hapsolduğunu anlar. Köşke dönüp kendine yeniden bir hayat inşa etmeye başlar. Hayvanlar ve bitkilerle örülü, yalnızlığın ekseninde yeni bir dünya kurar.

Roman baştan sona okuru can evinden yakalayıp derin sorgulamalara götürüyor. Romanı bir kenara koyup Marlen’in bu kitabı yazarken yaşadığı ruh halini arkadaşına yazdığı mektuplarda okuyunca bu beni derinden etkiledi. Evi, çocukları çekip çevirmeye devam etmesi, diş hekimi olan kocasına sekreterlik yaparak onun yanında çalışması ve herkes uyurken mutfak masasında yazmayı sürdürmesi. Bunların yazarda yarattığı baskı bir var olma mücadelesinin sancıları bana kalırsa. Duvar kitabını feminist okumaların yanı sıra yeniden var olma hikayesi olarak da okumanızı öneririm.

3 Nisan 24

Geçenlerde yazdığım öykülerle ilgili bir tez yazılsaydı hangi konuda yazılmasını isterdiniz, diye bir soruyla karşılaştım. Bunun yanıtı eko feminizm açısından öykülerimin incelenmesi oldu. Bu dünyada en çok zulme uğrayanlar kadınlar ve çocuklar. İnsanlar kadınlara nasıl davranıyorlarsa doğaya da öyle yaklaşıyorlar bana göre. Onu kontrol etmeye, ele geçirmeye çalışıyorlar. Kadın ve doğa arasındaki bağ o kadar güçlü ki ikisini de ehlileştirmeye çalışmak doğalarına aykırı. Bu nedenle kadın hareketi dünyanın kurtuluşu için elzem bence.

4 Nisan 24

Yazmak, sözcüklerle kendi yurduma dönüş aslında.

5 Nisan 24

Bir yazar çağının yaşadığı sorunları yazma meselesi haline getirmeli midir? Sanatın burada işlevi ne olmalıdır? Bireyin kurtuluş mücadelesinde yazarın konumu nedir? Bu soruların girdabında savrulurken Albert Camus’ nün Denemeler kitabını okurken şu satırlara denk geldim:

 “Yaşadığımız dünyada en göze çarpan şey, çoğu insanların, her çeşit inanç sahipleri dışında, gelecekten yoksun olmalarıdır. Geleceğe el atmayan, gelişme, iyileşme umudu olmayan bir yaşamın ne değeri olabilir? Aşılmaz bir duvarın önünde yaşamak köpekçe yaşamaktır. Doğrusunu isterseniz, benim kuşağımdakiler ve bugün atölyelere ve fakültelere girenler köpekçe yaşamış ve yaşamaktadırlar.” (s.57/58)

“Sanatçı herkesin ortasında, bütün çalışan ve savaşanların ne üstünde ne altında, onların tam hizasındadır. Yapmaya geldiği iş, baskı karşısında zindanları açmak, herkesin derdini ve sevincini dile getirmektir. Bu işte sanat, düşmanlarına karşı, kendinin kimseye düşman olmadığını göstererek haklı çıkar. Elbette sanat tek başına doğruluk ve özgürlük getirecek bir dirilişi sağlayamaz ama, sanat olmadıkça bu diriliş biçimini bulamaz, bulamayınca da hiçbir şeye benzemez. Kültür ve onun gerektirdiği bağıntılı özgürlüğün bulunmadığı toplum ne kadar düzenli olursa olsun bir vahşi ormandır. Onun için de her gerçek sanat yaratışı yarın için bir muştudur.” (s.72/73)

6 Nisan 24

“Kültürlü olmak şu ya da bu kitabı okumuş olmak değil, kitapların bütünlüğü içinde kendini bir yere konumlandırmasını bilmektir…” der Pierre Bayard.

Düşünsel gelişimin yanında nitelikli ve disiplinler arası okumanın önemini de vurgulamaz mı bu söz?

7 Nisan 24

Yazma teknikleri her zaman ilgilimi çekmiştir. Önceden İntihal kitabında bir dipnotta karşıma çıkan Oulipiyen yazma tekniği olan “S+x “yöntemi benim gibi meraklı yazarlar için bir yazma egzersizi veya yöntemi olabilir. Peki nedir bu yöntem? Her bir sözcüğü, gelişigüzel kararlaştırılmış veya sabit bir rakamla (çoğunlukla 7) belirlenen sözlükteki başka bir kelimeyle yer değiştirmesi yöntemiyle var olan metni yeniden yazma yöntemidir “S+x”.

Örnek verirsem, “S+7” yöntemini uygulayarak yazmak, metinde geçen her sözcüğü sözlükte kendisinden sonra gelen yedinci sözcükle değiştirerek kullanmak aslında. Bu yöntemle yazmak çok eğlenceli olacaktır.

8 Nisan 24

Sözcükleri saçlarına dize olarak takan kadın, Didem Madak. 41 yaşındayken kaybettiğimiz, yaşasaydı bugün 54 yaşını kutlayacak olan Madak’ı bir şiiriyle anayım.

“Sonra gittin.

Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.

Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini

Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.

Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.

Sonra gittin.

Çocuk oldum bir daha, ağladım.

Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.

Kitaplar, aşk, her şey.

Her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım.

Keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğaydım”

(Bıraktığın Şeyler ve Yeşil Fanila)

9 Nisan 24

Oulipo (Potansiyel Edebiyat İşçiliği) Raymond Queneau ve François Le Lionnais kurulan edebiyat araştırma topluluğu. Kimler yok ki aralarında, Georges Perec, Italo Calvino, Oskar Pastior, Jean Lescure…

Yaklaşık elli yıldır buluşan yazarlar bir yazım projesi geliştirirler. Perec “Kayboluş”u Oulipiyen teknikle yazar. Calvino da “Kesişen Yazgılar Şatosu”nu bu akımdan etkilenerek yazar.

Bizde de Ferit Edgü’nün Yazmak Eylemi adlı kitabı Oulipo etkisiyle yazılmıştır.

Yazmak, sözcük işçiliği aslında. Büyük bir emek.

Yukarı