“Yanlış Soru Doğru Cevap”ta Merve Yakut var

Utku Yıldırım‘ın yürütücülüğünde Yanlış Soru Doğru Cevap konuşmalarında Merve Yakut’la devam ediyor.

Hava yağmurlu, deniz gri, Küçükyalı Marmaray’da curcuna, Merve Yakut soruları cevaplıyor.

Paris’in en güzel yeri Eyfel Kulesi’yse Eyfel Kulesi’nin en güzel Paris’i nerededir?

Paris’in en güzel yeri kesinlikle Eyfel Kulesi değildir. 🙂 Roland Barthes “Eiffel Kulesi” adlı yazısında şöyle der: “Hiç sevmediği hâlde sık sık öğle yemeği yermiş Maupassant, Kule’nin lokantasında: Paris’te onu görmediğim tek yer burası, dermiş.” Kuleye bu derece nefret beslemediğimi söyleyemem; Eyfel’in en üst katından Paris’in parklarını, bahçelerini, eski yapılarını, muntazam apartmanlarını minyatür inceler gibi seyretmek hoş. Fakat Eyfel Kulesi için “en güzel yer” diyemem. Bana kalırsa Paris’in en güzel yeri Saint Germain des Prés bölgesidir. Bu bölgede, sevdiğim yazarların zaman zaman yazdığı, zaman zaman dostlarıyla sohbet ettiği Café de Flore, Les Deux Magots gibi kafelerde oturup yazmak bana hep ilham verir. Bu bağlamda, ünlü Shakespeare and Company kitapçısını da “Paris’in en güzel yerlerinden biri” olarak tanımlayabilirim. Paris, daha önce de dile getirdiğim gibi bir “açık hava kütüphanesi”. Férou Sokağı’ndaki, Rimbaud’nun pek uzun şiiri “Le Bateau Ivre (Sarhoş Gemi)”in yazılı olduğu duvarı, Oscar Wilde’ın son nefesini verdiği “Hôtel d’Alsace (şimdiki adıyla L’Hôtel)”ı, Balzac’ın ve Victor Hugo’nun müze evlerini, Georges Perec’in müdavimi olduğu Café de la Mairie’deki “Plac  G org s P r c” tabelasını, en sevdiğim şairin, Baudelaire’in uyuduğu Montparnasse Mezarlığı’nı, garsonların birinden “Hemingway barın işte şu iskemlesinde otururmuş” bilgisini aldığım Le Select’i, Seine Nehri kıyısındaki “bouquinistes” adı verilen sahafları, ilk romanım “Godard Makinesi”nin önemli bir kısmını yazdığım Sainte Genevieve Kütüphanesi’ni, Hugo’nun Notre Dame de Paris adlı romanıyla ölümsüzleştirdiği Notre Dame Katedrali’ni de “Paris’in en güzel yerleri”ne eklemek isterim.

Öykülerinizde cinsel gerilimler cinsel olmayan gerilimler kadar gerilim âdeta, germeyi sever misiniz?

“Germeyi” severim, doğru. Hem Godard Makinesi’nde hem öykülerimden oluşan ikinci kitabım Caravaggio Kırmızısı’nda cinsel gerilimler var. Yazarken okuru rahatsız etmeyi, insan ruhunun zaaflarını, tutkularını, hırslarını, zayıflıklarını göstermeyi, cinselliği yazmanın önemini vurgulamayı severim. Edebiyat tarihinde Marquis de Sade, D.H. Lawrence, Vladimir Nabokov, Henry Miller, Anais Nin gibi yazarlar kitaplarının yasaklanması ve/veya yok sayılması pahasına bunu yaptılar. Ben de çok sevdiğim, kitaplarını okuyarak büyüdüğüm bu yazarların izinden gitmeyi seçtim. Şu an yazdığım, yakın zamanda bitireceğimi umduğum romanımda da cinsel gerilim çokça bulunuyor.

Romanımızın pek bir şeye benzemediğini söyleyen eleştirmenlere katılmıyorsanız neye benzetirsiniz romanımızı? (Nesne olması şart değil ama olursa katı bir nesneye benzetiniz.)

Romanımızı elmaya benzetiyorum. Bazıları olgun, nefis, tadına doyulmaz. Bazıları ham, tatsız, bir ısırıktan sonra hayal kırıklığı yaratan. Roman yazmak müthiş bir emek ve sabır istiyor. Romanı kırmızılaştırmak, lezzetlendirmek için aylarca, yıllarca çalışmak gerekiyor elbette. 

Ders başına ücret ödenen atölyeler türemeye başladı, bu konuda fikirleriniz nedir? Bir atölyenin bütün derslerini almak lazım mı?

Bir atölyenin bütün derslerini almak lazım değildir. Bir atölyeye katılmak da lazım değildir bana kalırsa. Atölyeler kimseyi “yazar” yapmaz. Birtakım kuralları, kuramları öğrenmekle yazar olunmayacağını yazmakla uğraşan herkesin bildiğini varsayıyorum. Orhan Pamuk’un Saf ve Düşünceli Romancı adlı kitabında sıkça vurguladığı gibi yazmanın “saf” tarafı mühimdir. Atölyelerde “düşünceli romancı” olma yoluna girebilirsiniz ancak romanın lezzetini, üslubunu, ruhunu belirleyen şey “saflığı”dır.

Sevmeye niyetlenip de sevemediğiniz kitapları ne yaparsınız?

Başladığım bir kitabı mutlaka bitiriyorum, sevmesem hatta nefret etsem dahi. Elbette heba olan vaktime üzülüyorum fakat bu alışkanlığımı yıllardır bırakamadım. Beri yandan kitap seçimlerimde çoğunlukla yanılmıyorum. Ya arka kapak yazısıyla ya arkadaş tavsiyesiyle ya da sezgi yoluyla iyi kitaplara ulaşıyorum; sahip olduğum, klişe tabirle “yılların okurluk tecrübesi” de bunda etkili. Okumayı öğrendiğim beş yaşımdan beri sürekli okuyorum; sokakta oyun oynamayı reddettiğim için diğer çocuklarca “tuhaf” yaftası yememin, okulda derslerimi ihmal etmemin -matematik çalışmayı da reddetmiştim-, çalışırken işlerimi aksatmamın nedeni olan okuma açlığım hiç azalmadı.

Yukarı