Kuru Otların Yeşerme Şansı Yoktur / Meltem Kofoğlu

Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren “Kuru Otlar Üstüne” filminin, insanın karanlık taraflarının ve çelişkilerinin yansıtıldığı en iyi Nuri Bilge Ceylan filmi olduğunu söyleyebiliriz.  Yönetmenin sinemasındaki en karanlık hikâyelerinden birini anlattığına tanık oluruz. Bu filmde, daha önce Ceylan’ın sinemasında görmediğimiz türden, karakterlere ve bazı biçimsel denemelere de rastlarız.

Başrollerini Deniz Celiloğlu, Merve Dizdar ve Musab Ekici’nin paylaştığı filmde, zorunlu hizmetle öğretmenlik yapan Samet’in dünyası anlatılmaktadır. Filmde, Doğu Anadolu’nun kırsal kesiminde çalışan ve İstanbul’a atanmayı ümit eden bir öğretmenin öğrencisini taciz etmekle suçlanması ile durumların içinden çıkılmaz bir hal alması konu edilmektedir.

Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinin genellikle sanat filmi olarak bilinmesine rağmen, Türkiye coğrafyası ve toplumsal gerçeklikleriyle organik bir bağa sahip olduğu ifade edilir. İzleyicilerine, gerçekliği fotoğraflayarak onları derin düşüncelere sevk eder. Filmleri, ülkemiz gerçeklikleri ile bağ kurmamızda etkin rol oynarken taşıdığı mesajlarla da politik etkiler yaratır.

Yönetmenin filmografisinde; insan, doğa ve mekân gibi temalar ön plandadır. Filmlerinde edebi göndermeler, alıntılar ve imgeler sıkça kullanırken temalar genellikle tanıdık coğrafyalar, hepimizin bildiği konular ve insan hikâyeleri etrafında şekillenir. Özgün bir sinema diline sahiptir Nuri Bilge Ceylan. Bununla birlikte, final sahnelerindeki belirsizlikleri de tartışmaya açıktır. Dünyayı, Çehov’un filtresinden gören yönetmen, izleyicisine de Çehov’un yaşadığı dönemin karamsar gerçekçiliğini yaşatır.

Etkileyici kar ve manzara görüntüleriyle başlar “Kuru Otlar Üstüne”. Hobi olarak fotoğrafçılıkla ilgilenen Öğretmen Samet’in çektiği fotoğraf kareleri tam ekran olarak burada yansıtılır perdeye… Bu şekilde, Nuri Bilge Ceylan filmlerinde daha önce hiç rastlamadığımız bir anlatım şekli dikkatimizi çeker. Seyircisini bir anda bu karelerle filmin karanlığından çıkarır yönetmen.

İç ve dış mekânların, tüm Nuri Bilge Ceylan filmlerindeki gibi ustalıkla verilmiş olduğunu görürüz. Okulun etrafına serpiştirilmiş öğretmen evlerini, merkezden uzak olan taşra okulunu ve sınıflarını, iç daraltıcı öğretmen odalarını, başka oyun şansı olmayan çocukların okul bahçesindeki kartopu sahnelerini… Bunlar, gözümüze çarpan bazı ayrıntılardan birkaçı. Nuray’ın ailesiyle birlikte yaşadığı evin tasarımı, fotoğraflar, duvardaki resimler ve eşyalar da, kareyi birdenbire dondurup inceleme isteği uyandırır izleyicisinde.

Film akışında, Ankara Gar patlamasında bacağını kaybeden öğretmen Nuray, Samet’in ev arkadaşı Kenan, veteriner Vahit, dağa çıkmayı düşünen Feyyaz ve Samet’in en sevdiği öğrencisi Sevim’i ön planda görürüz. Her birinin hikâyeleri de ayrı ayrı didiklenmeye değerdir. Hele, filmin küçük oyuncusu Sevim, tüm başarılı olan oyunculardan belki de en başarılı olanıdır. Bu çocuk, ikna olmayan tavrı, ısrarı ve bakışlarıyla etkiler bizleri film boyunca…

Samet’in görev yaptığı okuldaki öğretmenler arasında geçen samimiyetsiz diyaloglar da dikkatimizi çeken bir başka ayrıntıdır. Başta, Samet olmak üzere hepsinin ahlâklı olduklarına inansak da, her birinin art niyetli davranışlar gösterdiğine şahit oluruz. Bunlar, birbirlerini yargılamaya hazır, sadakat duygusunu yitirmiş insanlardır. Maalesef bir bakıma, gündelik hayatta etrafımızda sıklıkla görmeye alıştığımız karakterlerdir.

 Filmin sonlarına doğru Samet ile Nuray’ın masa başındaki sohbeti iki farklı zihniyetin karşılaşmasını gösterir bizlere. Yönetmenin diğer filmlerinde olduğu gibi uzun diyaloglar kullanmış olduğunu da görürüz burada. Hem izleyicinin kendiyle yüzleştiği hem de derinlemesine tartışmanın içinde belki biraz da yorularak bu hızlı giden diyalogları takip etmekte zorlandığı Samet ve Nuray’ın yemek sahnesi filmin en dikkat çeken sahnelerinden biridir. Bir tarafta düşündüğünü dosdoğru söyleyen, toplumsal bakış açısıyla, politik kimliğiyle Nuray; diğer tarafta bireysel özgürlüğünü savunan sinik karakter Samet… 

Nuray ile Samet’in sohbetlerinde Nuray’ın duygularını açığa vurarak seyircide empati duygusu uyandırır Nuri Bilge Ceylan. Ankara’daki patlamada kaybettiği uzvu sadece o bölgeyi değil, ülkenin tamamını ve hatta tüm dünyada yaşananları da hatırlatır bizlere… Son günlerde de Filistin’deki yaşanan acı olaylarda olduğu gibi dünyadaki organize kötülüğün ne denli yıkıcı olduğunu bir kez daha görürüz. Tüm umutları çalınan insanlar gibi mutsuzdur Nuray. Aidiyet duygusunu da çoktan yitirmiştir.  Ancak, tüm bu yaşadıklarına rağmen Nuray, umut dolu bir tutum sergiler hep.

Samet ise evrenle olan bağını kesmiş, güvensiz, sadakatsiz yapıya dönüşmüş bir bireydir. Yaşama coşkusu, sorumluluk ve sevebilme cesareti… Samet sadece bunları yitirmekle kalmamış, neyi yitirdiğini bilmeyen, yani neyi kaybettiğini hatırlamayan biridir. Bu yitirilmişlik ihtimali de onda benciliğe yol açar. Bu nedenle içinde oluşan tüm olumsuzlukları da bulaşıcı bir hal alır. Nuray’la yatması, bacağıyla ilgili duygusal sözler etmesi, onu anlamaya çalışması oradan çıkıncaya kadardır.

Sevim, Samet’in gözünde sıradan bir öğrenciden çok fazlasıdır. Bencillik, ihanet, hatta ruhsal yönden kullanma Samet’in konfor alanından çıkmamak için kaçamadığı şeylerdir. Filmin sonlarında uzun uzun Sevim’in gözlerine bakan Samet, ne kendini onda görür ne de kendindeki onu çıkarmaya çalışır. Sevim’de tam olarak ne aradığını veya ne bulmak istediğini kestiremez bir türlü.

 Uzun bir kışın ardından ansızın yaz gelir. Bu coğrafyaya ne ilkbahar ne de sonbahar uğrar. Yakıcı yaz güneşi eriyen karın altındaki otları yakarak sarartır. Otların bir daha yeşerme gibi bir şansları da yoktur. Filmin, insan egosuna yatırım yapmanın, bencilce sonsuza dek kalmanın sonucu olarak da görebilecek Nemrut’ların ve heykellerin ören yerinde bitmesi de oldukça anlamlıdır.

Finalin uzaması ve final sahnesinin havada kalması, kimine göre kurgusal bir hata gibi görünse de bu bir tercih meselesidir. Seyirci, bu tercihi farklı şekillerde değerlendirebilir. Ayrıca, Deniz Celiloğlu’nun performansının son derece takdir topladığı ve filmin yükünü üstünde taşıdığı düşünülürse, finaldeki sahnelerin inandırıcılıktan uzak olması, onun ödül almasına engel teşkil etmiş gibi görünüyor. Buna karşın, Merve Dizdar’ın daha kısa süren sahnelerdeki derinlikli oyunculuğu onun ödül almasını sağlamış olabilir. Siz ne dersiniz…

Yukarı