Üçü de TİP Eminönü İlçe’dendi…  / Haydar Ergülen

TİP ya da Türkiye İşçi Partisi. Sovyetler Birliği döneminde hep yeraltında kalan TKP Türkiye Komünist Partisi’nin yanında, yasal olarak memlekette sosyalizmi temsil eden, bilinen, işçi önderlerinin, bilim insanlarının, edebiyatçıların, aydınların kısa ya da uzun süreli uğrağı olan, 1965’te Milli Bakiye Sisteminin de katkısıyla Meclis’e 15 vekil sokan, Rıza Kuas, Behice Boran, Mehmet Ali Aybar’ın başkanlık ettiği, 1980 öncesi son döneminde Yalçın Küçük’ün başını çektiği Sosyalist İktidar grubuyla birlikte koptuğu parti. Anımsadığım kadarıyla Ankara’da Semih Gümüş ve başka edebiyatçı arkadaşlar da katılmışlardı bu girişime. (Ayrıntılar için bkz. sevgili hocamız Artun Ünsal’ın 1961-1971 dönemini incelediği Türkiye İşçi Partisi: Umuttan Yalnızlığa (Kırmızı Kedi Y.)

Ben o partiyle, birkaç yerde daha yazdım, onu destekleyen oto tamircisi babam Kel Hasan’ın Vilayetin orda avukat Turgut Kazan’ın bürosuna beni de götürmesiyle tanıştım. Avukatlık bürosu muydu yoksa o zaman Eskişehir İl Başkanıydı sanırım, Gündüz Mutluay’ın bürosu muydu, TİP il başkanlığı mıydı, karıştırıyor olabilirim. Ama Mustafa Kemal’in kalpaklı resmiyle Lenin’in kalpaklı resminin yan yana asılı olduğu o duvar bugün bile aklımda, artık hangisindeyse! 1968 dolayları olduğunu düşünürseniz Kemalizm ve Sosyalizmin nerdeyse aynı kalpaktan çıktığını anlarsınız!

Sovyetler’deki değişimlerin sosyalist ülkeler kadar başka ülkelerdeki komünist ve sosyalist partileri, örgütleri, hareketleri nerdeyse birebir etkilediği dönemleri ergen, genç ve yetişkin olarak yakından izledim, okudum, yaşadım. TKP ve TİP’le eskiden yeniden, soldaki hemen herkesin yolu kesişmiştir, bir bağlantısı olmuştur. Ben küçüktüm babam TİP’liydi, üniversitede Troçkist oldum, Devrimci Marksistler grubundan öğrenci temsilcisi seçildim, koca ODTÜ’de, galiba İnşaat’tan bir arkadaş daha vardı bizim siyasetten, o kadar! Fakat tüm siyasetlerle aram iyiydi, uzlaşmacı yapımdan olsa gerek, hem de zaten kaç kişiydik ve “kaç kişi kaldık şimdi?”

Sol Parti üyesiyim ama tıpkı ODTÜ’deki gibi düşünüyorum, hepsi bizim partilerimiz,

TİP de TKP de EMEP de DEM de ve diğer sosyalist örgütlenmeler, partiler, hareketler de. Bilenler duyanlar olmuştur, bir zamandır “belediye şairi” olarak anılıyorum, az kaldı “belediye başkanı” olarak da anılacaktım, geçenlerde TİP Sarıyer Belediye Başkan Adaylığı için yokladılar, çok sevindim, onur duydum ama hem çok işim var hem de daha gençler aday olsun istedim!

TİP-TSİP-TKP diye sıraladığımız partilere “revizyonist” der ve onları biraz küçümserdik 80 öncesi. Ankara’da faşist çetelerin vahşice katlettiği 7 TİP’li öğrenci hâlâ içimi acıtır, Türkiye’deki en korkunç siyasi cinayetlerdendir. 80 öncesinde bu partileri biraz pasif bulur ve faşizme karşı örgütlü mücadelede daha aktif olmaları gerektiğini düşünür, tartışırdık. Behice Boran’ın önderliğinde, eski adıyla Boğaz Köprüsü’nde 1 Mayıs yasağını delen bir eylem yapmaları umut vermişti bize. Gerçi hepsi gözaltına alınmıştı, ama kolay ne vardı ki? Çok sevdiğim, şiirimizin, özellikle de 80 şiir kuşağının değerli eleştirmeni, sevgili ağabeyim Mehmet H. Doğan’ın oğlu Fikret’le ODTÜ 2. Yurtta farklı odalarda kalıyorduk, Mehmet ağabeyin yolundaki Fikret de bu eylem için İstanbul’a gitmişti. ODTÜ Yurtları jandarma ve Etimesgut’taki askeri birlikler tarafından sık sık basılır, arama yapılır, kimi arkadaşlar gözaltına alınırdı. Behice Hanımla birlikte Fikret’in de aralarında olduğu 300 kişi Köprüde gözaltına alınınca, hemen odasına gitmiş, Türkçe İngilizce siyasi kitaplar ve dergilerini alıp zulaya koymuştum. Fikret birkaç gün sonra serbest bırakılıp yurda döndüğünde jandarma baskınında gittiğini sanmış kitapların, akşam odasına paketle gidince çok sevinmişti!

1983 yılında üniversiteden ayrılıp İstanbul’da reklam yazarlığına başladığımda da TİP’lilerin arasına düştüm! Bunu sevgiyle söylüyorum, o zamanlar aralarına düşecek miktarda sosyalist vardı hangi partiden olursa olsun! Şimdi nerde?

Efsanevi Ajans Ada Ersin Salman’ın kaptanlığında müthiş kampanyalar yapıyordu, başta Efes Pilsen reklamları. “Bu kapağın altında bira vardı” ve bu memlekette bira reklamı yapılırdı! Anadolu Üniversitesi Reklam Halkla İlişkiler Yüksek Lisans’ta reklam yazarlığı hocam olan Ersin Salman beni Ada’ya götürdü. Gittim ki 100 çalışanın yarısından çoğu TİP’li, bazıları TKP’den, biz birkaç kişi Halkın Kurtuluşu, Troçkist, vds, yani ve diğer sollardan! Başta Ersin Salman, TRT’den atılma, Behice Boran’ın metin ve konuşmalarını yazan, hâlâ örgütçü Nesteren Davutoğlu…

Bekardım, ev arıyordum, Alper Uygur da Fransa’dan yeni gelmiş ajansa girmişti. İki bekar yazar Kuzguncuk’ta bir ev bulduk. Bağlarbaşı mezarlığının karşı köşesi, yeri şahane, yol üstünde, tenekeden bir ev! Yanda da ev sahipleri Karadenizli aile oturuyordu, anlaştık, tuttuk, ikinci gün hırlaşmaya başladık ev sahipleriyle, bekardık ya!

İki oda vardı deniz üstündeki oda ve arkaoda. Alper dönüşümlü oturalım dedi, önce sen otur hep otur dedim. Bir çingene sobası aldık kurduk salona, hemen parlıyor ve geçiyor. O zamanlar ajanslarda dergi, gazete kıyamet! Hafta sonu gazetesi vardı magazin ve gazetelerin ekleri, onları getirip atıyorduk sobaya, odun da almıştık tabii. Sabahları kapının önüne çıkıyor Beylerbeyi’nden gelen vapur bizim evin hizasına gelince biz de Kuzguncuk iskelesine yürümeye başlıyorduk, portakal yiyip sigara içerek. Kimi akşamlar da erken çıkabilmişsek ajanstan yine aynı vapurla Kuzguncuk’ta iniyor, iskeledeki meyhane İsmet Baba’da yarım küçük rakıyla birer balık bir-iki meze atıştırıp öyle gidiyorduk eve.  

Güzel günlerin sonu. Birazdan anlatacağım Mehmet Günsür, Mehmet Kök ve ben asker kaçağı olarak yakalandık, 2 ay sonra filan da askere! Günsür nereye gitti aklımda kalmamış, ben Kıbrıs Lefkoşa’ya asteğmen! Ev Alper’e kaldı, kimseyi almak istemedi, Kıbrıs’tan telefon iletişimi hele askeriyede çok zordu, ayda bir arıyordum Alper’i ajanstan. Evsahiplerinin tacizlerine dayanamamış, çıkmış. Döndüğümde evim yoktu, bir ay Alper’in evinde Şişli’de kaldım.

Titiz, duyarlı ve yalnız bir insandı. Nev’i şahsına münhasır diye biri varsa o Alper’di. Görsel yeteneği kadar yazıyla ilişkisi de müthişti. Sonradan şahane kitaplar yazdı, çocuklar içindi, ben de okudum, “Bizim Korsanlar – Akdeniz’i Köpürten Osmanlı Leventleri” ve “Yemeğe Kurt Gibi Saldırılır mı?- Çocuklar İçin Görgü.” Özellikle ikincisini herkese önerdim.

Ajans yemekleri, reklam ödül gecelerinde “her şey ne sıkıcı” derdi, “şöyle küçük bir skandal çıksa!” Sonra da o yumuşak sesiyle “hadi var mısın bir skandal yaratalım!” derdi, gülüşürdük.

Mehmet Günsür’le arkadaşlarmış. Günsür’de ilk dikkatimi çeken ışıklı gözleri, itinayla yana taranmış saçları, beyaz gömleği ve gözalıcı parlaklıktaki siyah pabuçlarıydı, gülümsemesi de güzeldi ama zaten bu saydıklarımın hepsi de onda gülümseme gibi duruyordu. Ünlü ressamımız Nedim Günsür’ün oğluydu. İlk eşi Emel Şahinkaya Günsür de Mehmet gibi ressamdı, kızları oldu, adını Yazgülü koydular. Emel, Nilgün Marmara’nın en yakınıydı, ben de Nilgün’le tanıştıktan sonra daha sık görüşür olmuştuk. Ece Ayhan da Nilgün’ün evinde kalmaya başlayınca, Seyhan Erözçelik de hepimizin çok yakını olunca, özellikle 1984-1987 arası, içtiğimiz rakı ayrı gitmiyordu demeliyim, eh Hatay meyhanesi de o yıllarda Kadıköy sahildeydi daha.

Mehmet de çok yaratıcı bir reklam yazarıydı, espriliydi, “Ece dün senin için Pazar şairi dedi!” deyip gülerdi, ben de “haklı bir tek Pazar günüm var şiir yazmak için!” derdim. Önce Caique, sonra da İçeriye Bakan Kim adlı öykü kitaplarını yayımladı, Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. Bir kayığı oldu, deniz sevdası öykülerinde dalgalanıp durur. Şimdi kült bir yazar olarak okunuyor, seviliyor, seviniyorum. TİP’in Eminönü İlçe Başkanlığını yapmış. 1955’liydi, 49 yaşında yitirdik, yanılmıyorsam kalbi onu yorduğunda Salih yanındaymış.

Salih Ecer’le birlikte çalışmadık, o kurucularından da olduğu Ajans Ultra’da çalışıyordu, kardeşi Sinan Ecer’le çalıştık Ajans Ada’da. 1954’lüydü Salih. Türkçenin en sıkı şairlerinden. Fransızca ve Türkçe şiirler, anlatılar yazdı. Şimdilerde yok kitapları. Saadet Özen’e bir daha hatırlatayım Salih’in yeni baskılarını. Böyle bir şiir görülmemiştir. Çok yazardı. O zamanlar PTT, kurye filan şimdiki gibi pahalı değildi ama, Salih üşenmez güzel zarflara el yazısı şiirlerini, metinlerini koyar, kapıyı çalar, bırakır giderdi. Hayatta tanıdığım en diğerkam insanlardandı, şiiri de bunun için yazıyor, hatta bunun için yaşıyordu sanırım! TİP Eminönü İlçe’den. Bende de birkaç el yazısı şiiri, metni durur. Bir toplansa da bunlar dünya gözüyle okusak, yutkunsak gitmeden! Salih’le Fransa’da gezmek isterdim, aylaklık yapmak, içmek, ayılmak… Kızkardeşi Sedef Ecer Fransa’da çok tanınan bir oyun yazarı oldu. Lalezar kitabının önsözünde şiirinin ve Salih’in iyiliğini yazmaya çalıştım, şiiri Salih’ten, Salih şiirinden iyi, ikisi de birbirinden iyi yani. Tanıyaydınız keşke! 59 yaşında göçtü gitti Günsür’ün Demirciköy’deki mezarının yanına kondu.

26 Ocak 2024 Cuma da Alper’in 40’ı. Bir Pazar öğlesi uzanmış dinlenirken usulca gidiverdi o da 67 yaşında, 1956 doğumluyuz ikimiz de.

Üçü de Galatasaray Lisesi’nde, üçü de TİP Eminönü İlçe’dendi, üçü de reklam yazarıydı, ben üçünün de arkadaşıydım, üçünü de çok severdim, seviyorum, Seyhan hepimizin kardeşiydi, Nilgün kızkardeşti, Ece Ece’ydi, Onat Kutlar Salih’in on numara arkadaşıydı ve daha kimler kimler…

TİP Eminönü İlçe, başın sağolsun, güzel arkadaşlarımın devridaim olsun.

Yukarı