Postmodern Bir Dervişten Öyküler: Dervişin Kulağı / Turhan Yıldırım

Postmodern Bir Dervişten Öyküler: Dervişin Kulağı

Doğukan İşler’in Mart 2024’te İthaki Yayınları tarafından yayımlanan öykü kitabı Dervişin Kulağı, temel meselesi dil ve anlatımla olan bir yazarın metinlerini barındırıyor. Yetmiş sekiz sayfalık yapıtın içinde on altı öykü bulunuyor. Kitaba ismini veren öyküde olduğu gibi eserde daha hacimli metinler olsa da genel olarak üç-dört sayfalık öyküleri görüyoruz. Bunla birlikte kısa metinlerinde dahi zihni farklı anlatım tarzlarına çalışan bir yazarla karşı karşıyayız. Öykülerin çoğunda epigraflar bizleri karşılıyor. Mevlana’dan Piyade Marşı’na, İlhan Berk’ten Tristan Tzara’ya kadar enteresan bir epigraf kadrosu mevcut. Ağırlığın din-tasavvuf ekseniyle şairler arasında olduğunu görüyoruz. Bu da bizleri yazarın deyimiyle, “postmodern bir derviş” ifadesine götürüyor. Öykülerdeki tasavvuf ve tarih anlatılarında günümüz dilinin izlerini görebiliyoruz. Bu kullanım tabii ki yazarın bilinçli bir seçimidir. Bir diğer konu da düşle gerçekliğin iç içe geçtiği öyküler. Bunu daha ilk öykü “Perde”den görebiliyoruz. Bu metinde hem yazarın mizahi dilini hem de gerçeküstünün kurguya dahil oluşunu görüyoruz. Onat Kutlar’ın “Kediler” öyküsünü hatırlatırcasına, metinde gerçekliği kıran bir kedinin varlığı oluyor. Öncelikle “Perde”ye yazarın dili açısından bakmak istiyorum.

“Kapı çalıyor, tüh. Bu kapılar neden hep çalıyor, o parmaklar neden her seferinde onun zilini buluyor? Yan komşusuyla zilleri yan yana çünkü, hep karıştırıyorlar zili. Yan yana, yan yananın ayrı yazıldığı gibi ama ayrı da, dolaylı tümleç zarf yüklem.” [1]  

Şu kısa alıntıdan görülebileceği gibi anlatıcı üçüncü şahıs olmasına rağmen daldan dala ilerleyen, sıçramayla hareket eden bir yapıda. Bu değişik anlatım tarzı öykünün sonuna kadar devam ediyor. “Perde”nin açılışı İncil’den bir epigrafla yapılmış. “İnsanoğlunun başını yaslayacağı yeri yoktur,” ifadesiyle kullanılan epigraf, mana olarak öyküyle buluşsa da daha çok metinde gerçekliği kıran kedinin anlatımında devreye giriyor.

“Selam size haşmetmeap! Zamanın ışığı! Yedi kıtanın, yedi iklimin, yedi kat göklerin koruyucusu! Dağlar diz çökmeli önünüzde, nehirler tersten akmalı saygısından, yağmurlar sizi ıslatmaktan, güneş narin teninizi yakmaktan korkmalı, tir tir titremeli karşınızda!” [2] 

Finali de düşle gerçekliğin iç içe geçtiği muğlak şekilde biten “Perde”den sonra, kitabın ikinci öyküsü olan ve esere adını da veren “Dervişin Kulağı”na geçmek istiyorum. Bu metindeki epigrafsa Halveti tarikatı şeyhi Şemseddin Sivâsî’den. Öyküdeki dervişin anlatımı her ne kadar geçmişin tasavvufi diline yakın olsa da bir sonraki öyküde yer alan “postmodern bir derviş” sözüne yaraşır şekilde bugünün ağzını argoyla karışık olarak görüyoruz.

“Lakin şimdi fakir nasıl çıkıp da anlatayım, efendim bir rüya gösterildi ki ben kulunuza, siz bir eşekmişsiniz… Yuh, hoşt ulan, destur, köpek, o nasıl laf, edep nerede, utanmaz pezevenk!” [3]

Öykü, bir müridin şeyhini rüyasında eşek olarak görmesiyle başlar. Sırayla müritler şeyhe rüyalarını anlatırken anlatıcımızın zihninden geçenleri yukarıdaki alıntıda görüleceği gibi argoyla karışık bir dille okuruz. Öykünün finali de yazarın mizahi anlatımına uygun şekilde sona erer. Sonraki metne geçtiğimizdeyse bu sefer çok daha değişik bir anlatımla karşılaşıyoruz. “Afarüz’ün Tufan Kopartması Hakkındadır” adlı metin zaten ismiyle farkını ortaya koyuyor. Mevlana’dan yapılmış bir epigrafla açılan öyküde, başlıklarla bölümlendirilmiş şekilde üç ayrı birinci şahıs anlatıcı bulunuyor. Karşımızda bodrum kat bir evde yaşadığını düşündüğümüz isimsiz bir anlatıcı ve onun, “Kendi iradesiyle yaptığı saçmalıklarla postmodern bir derviş mi olmaya çalışıyor yoksa?” diye nitelendirdiği ev arkadaşı Münif’i görüyoruz. Kitaptaki üçüncü anlatıcımızsa genç bir erkek zürafa. İsimsiz anlatıcıyla zürafanın anlatımı başlıklar yoluyla ardı ardına giderken sonda da kendine Afarüz diyen Münif’in anlatımı görüyoruz. Şimdi, öyküdeki üç anlatıcıya da dili itibarıyla bakmak istiyorum.

ayakkabılar görüyorum

Ayakkabılar görüyorum, sadece ayakkabılar. Çizgili pantolon paçaları, pileli etek uçları, renkli renksiz her türden çorap da tabii. Şanslıysam, mevsim de yazsa, güzel ayaklı kızlar terliklerini geçirmişlerse ayaklarına… Kıllı ve tırnaklarını kesmekten âciz erkekler midemi bulandırıyor ama yine de seviyorum penceremi.” [4]

İsimsiz anlatıcımızın, bodrum katı öğrenci evinden dışarıyı gözlemi böyledir. Gelelim zürafanın anlatımına:

afrika’dan abim gelmiş

Bir de baktım ki ne göreyim: Afrika’dan abim gelmiş! Yok canım, benziyor olmasın? Aa, olur mu canım hiç öyle şey, insan abisini tanımaz mı? Tanımaz. Bu insanoğlu denen yaratık, kendi çıkarına bir şey yoksa ortada, abisini bile tanımaz. Ama biz zürafalar tanırız, biz insan mıyız?

Tövbeler olsun.” [5] 

Karşılıklı ilerleyen iki anlatıcı, öykünün finalinde Münif yani namı diğer Afarüz’ün anlatımıyla buluşmaktadır.

afarüz

Hokus pokus! Benim adım Afarüz. Hem sihirdir hem keramet, el çabukluğunu bebelere yutturun siz! Tabii bilmeyen bilmez, sanır ki benim adım Münif. Hem de öğrenciymişim, hem de yer altında bir bekâr evinde, boş konuşmayı felsefe yapmak sanan bir ev arkadaşım bile varmış.” [6]

Bunca şaire epigraflarla gönderme yapan yazar, öykünün sonunda yer alan “afarüz’ün zürafaya binip şahlanışıdır” adlı şiirinde halk ozanı Köroğlu’nun “Benden Selam Olsun Bolu Beyi’ne” şiirinin parodisini yapmaktadır. Postmodern edebiyatta kullanılan metinlerarası yöntemlerden biri olan parodi, Afarüz’ün Tufan Kopartması Hakkındadır öyküsünde yazarın meselesini anlatmaya vesile oluyor. Üç kıtalık şiirin ikinci kıtasına bir bakalım:

Hayvanlar hey tabur tabur dizildi

Alnımıza kara yazı yazıldı

Modernite çıktı insan bozuldu

Kalpler göğüslerde paslanmalıdır” [7]

Kitaptaki öykülere devam ettiğimizde Soner Karakuş’un dizelerinden yapılan epigrafla açılan “Açık Kalp” adlı öyküde, bu sefer de italik olarak yazılmış yazarın ifadesiyle “kıssadan hisseli hikâye”nin parodisini görüyoruz. Bir kalp doktorunun hikâyesinin anlatıldığı metinde, Doğukan İşler’in mizahi diline yeniden denk geliyoruz.  

Hani neredeyse, ölüme bile çare bulacakmış biraz daha uğraşıp didinip ter dökse! Öylesine çalışkan, öylesine ilmi ile amil, gözlere sürme, hoşafa üzüm tanesi bir hekimmiş.

(Maşallah.)” [8]

 Kitapta, postmodern edebiyatın alt türlerinden biri olan tarihsel üstkurmacayla kaleme alınmış, “Taaşuk-ı Peri vü Çelebi” adlı öyküye değinmek istiyorum. Osmanlı yazarı Şemseddin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat romanıyla isim bazında metinlerarası ilişkide bulunan öykü, Hezârfen Ahmet Çelebi’nin hikâyesine odaklanmaktadır. Tabii ki bu hikâye anlatılırken yazarın her zamanki mizahi, günümüz dilini ve peri figürüyle gerçekliği kırdığı anlatı yapısını görebiliyoruz. Metnin biçiminde, kitapta yer alan önceki öykülerde kullanılan başlıkla yapılan bölümlendirmelere ve italik anlatıma denk geliyoruz.

“Ah, dilim kopaydı da demez olaydım ‘Uçacağım!’ diye… Girdik işte bir boka, söz ağızdan çıktı bir kere. Öyle mi böyle mi derken, gece gündüz demeden çalıştım, bir güzel kanatlar yaptım kendime, ahaliye tellal çıkardım da haber saldım, şu günün şu saati Galata Kulesi’nin tepesinden pervaz eyleyeceğim deyyu…”[9]

İncelememin finaline doğru gelirken kitabın sonunda yer alan “Bir Öykü Yazıyorum” adlı metne değinmek istiyorum. Enis Batur’dan bir epigrafla açılan öykü, koyu fontla yazılmış giriş paragrafıyla okuru selamlıyor:

…çünkü doğacaksa bir öykü, bilinir ki karnında taşır onu müellifi, belki dokuz aydan, dokuz yıldan da uzun, onun içindir bu söz cambazlığı, asıl hikâyeye girmeden evvel…”[10]  

Yazar, “Bir öykü yazıyorum”, “Bir öykü olsun”, “Yazıyorum” başlıklarıyla öyküsünde hem kitap boyunca kullandığı tekniklere değinmiş hem de poetikasını anlatmış. Öykünün sonundaysa kendisini kurgusal bir karaktere dönüştürmüş.

“Bunu okuyacaklar. Hiçbir şey anlamasınlar diye yazıyorum. Anlarsanız, hiç yoktan bir ben daha yaratırsınız. Ben kendimden daha fazla ben istemiyorum. Adam olmak, kadın olmak, kedi olmak istemiyorum. Ama yapamıyorum da adam olmadan, kadın olmadan, kedi olmadan.” [11] 

Sonuç olarak günümüz öykücülüğünde sıra dışı bir noktada duruyor Doğukan İşler. Sırf bundan dolayı bile Dervişin Kulağı okunabilir.  

KAYNAKÇA

İşler, Doğukan. Dervişin Kulağı. İstanbul: İthaki Yayınları, 2024.

Kutlar, Onat. İshak. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2009


[1] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 12

[2] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 13

[3] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 20

[4] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 24

[5] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 26

[6] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 28

[7] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 29

[8] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 31

[9] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 38

[10] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 74

[11] Doğukan İşler, Dervişin Kulakları (İstanbul: İthaki Yayınları, 2024), s. 77

Dervişin Kulağı
Doğukan İşler
İthaki Yayınları
Öykü / 80 sayfa

Veveya Kitap 18 / 05 Mayıs 2024

Veveya Kitap 18 / 05Mayıs2024
Yukarı