Biçimin ve Dilin Meydan Okuyuşu: Hiçkuşu / Turhan Yıldırım

Melike Koçak’ın Aralık 2022 tarihinde Can Yayınları tarafından yayımlanan ilk öykü kitabı Hiçkuşu, dört başlık altında on dört öyküyü barındırıyor. Kitapta yer alan metinlerde biçimin ve özgün bir dilin birbirinin önüne geçmeden yan yana gittiğini görebiliyoruz. Eserin kapağında alışılmamış bir görsel bulunuyor. Büyükçe bir kuş, kanat kenarlarında dallar, balıklar, incirler, karıncalar ve kozalaklar. Hiçkuşu’nun kapağı bize tıpkı ismi gibi hem doğayı hem de imgesel anlatımı niteliyor. Kapağın ifade ettiklerini kitabın giriş öyküsü olan “Kıyamet”ten görebiliyoruz.

 “İşte bu haberci kör karga tam da böyle bir vakitte ağzındaki defi çala çala ceviz ağacı ölü doğurmuş ceviz ağacı ölü doğurmuş diye çığırmaya başlamış. Olanlar olmuş.” [1]

Kapaktaki görseli aşıp yapıtın içine doğru ilerlediğimizdeyse karşımıza dört şairden içinde balina geçen mısralar karşılıyor bizi. Sırasıyla Didem Madak, Gülten Akın, Elif Sofya ve Asuman Susam’dan okuduğumuz balina dizeleri, belki de yazarın Herman Melville’in meşhur romanı Moby Dick’le kurduğu bir bağlantının eseridir. Ne olursa olsun öykülere giriş yaparken değişik bir yapıyla karşılaştığımızı söylemeliyim. Kitaptaki öyküler sonlanırken de bu sefer Elif Sofya ve Asuman Susam’dan “dil” ve “ses”le ilgili mısralara denk geliyoruz. Dizelerle başlayan kitap, anlatımda şiirin diliyle karşılaşacağımızı da bizlere bildiriyor. Bunun küçük bir örneğini eserin üçüncü öyküsü olan “Yas”ın girişinde görebiliyoruz.

“Kar durmadan yağıyor. Harfler dallardan. Güvercinler harfleri taşıyor.                                                                        Yağıyor kar. Düşüyor harfler. Taşıyor güvercinler.                                                                          Kar. Harfler. Güvercinler.                                                                                                                          Köpekler hiç susmuyor.” [2]

İçindekiler kısmına baktığımızdaysa günümüzde yazılan pek çok öykü kitabından farklı olarak dört başlık bulunuyor. “Kuş”, “Çan”, “Tel” ve “Masal”, barındırdıkları metin sayısıyla da yazarın yapı üzerine düşündüğünü görebiliyoruz. Birinci ve dördüncü başlıkta dört öykü bulunurken üçüncü ve dördüncü başlıktaysa üç öykü yer alıyor. “Kuş” başlığındaki üç metinde doğanın başat rol alışına tanık oluyoruz. “Ceviz ağacının dibinde bir ceset bulunmuş,” diye başlayan “Kıyamet” öyküsünü, “Sardunyaların kahkahalarıyla inlettiği mahalleye uyku erken indi bu gece,” diye devamı geliyor “Kuyu” öyküsünde. “Yas”ın başlangıç cümlesindeyse “Güvercinlerin titrek fısıltıları dolaşıyor avluya bakan evlerin pencerelerinde,” ifadesini görüyoruz. Kör karga, ceviz ağacı, tek gözlü ceviz, sardunyalar, kırkayak, güvercinler, kar, köpekler ve incir ağacı öykülerde rol oynuyor. Bu bölümün son öyküsü olan “Şakkıdı da Şakkıdı” adlı metindeyse Mukadder’in hikâyesine şahit oluyoruz.

“Hafize ve Yusuf’u nasıl ki tuuuuu demiş tükürmüşse aile ve mahalle, zınk demiş yapışmış Mukadder’e. İpotek etmişler hayatını ve de hayalini.” [3] 

Hayatına ailesi tarafından ve mahalleli tarafından ipotek konulmuş, sesini bastırmış Mukadder’in öykünün finalinde sesini müzikle ortaya çıkarışını, kendini belki de ilk defa tam manasıyla serbest bırakışını görüyoruz. “Şakkıdı da Şakkıdı” kitapta bulunan en hacimli öykü olmakla birlikte, kitapta yer alan diğer öykülere göre daha farklı bir anlatıma da sahip. 

“Çan” adlı kısımda bulunan üç öykünün isimleri de hayvan adlarıyla bezeli ve oldukça imgesel. “Filtre Kahve İçen Serçe”, “Gözde Yüzen Balık” ve “Kuş Doğuran Karınca”, birbirlerine yakın hacimlere sahip üç-dört sayfalık öyküler. İmgesel anlatımın sadece metinlerin isimlerine sirayet etmediğini, kurguların kendilerinde de görebiliyoruz. Bölüme adını veren çan gibi karşımızda sesle ilerleyen öykülere denk geliyoruz.

“Çan çalıyor. Bir serçe düşüyor. Kara gözünde bir kurt. Gözü, kuyu. Kımıl kımıl. Serçe üşüyor. Göğsünde bir tuzlu bıçak. Yenmiş tırnak izi. Batıp çıktığı yer incecik kan. Titriyor. Kurt, değil. Titreyen kurt değil. Tuzları yalıyor. İşte yalayan kurt, tuzları yalayan. Yeşil, sarı bir sıvı. Bıçağın saplandığı yerden sızıyor.” [4]  

“Ten” adlı bölümdeyse içeriğe bağlı olarak sertleşen anlatım göze çarpıyor. Örneğin “orospu” kelimesini bu kısımda bulunan üç öyküde de görebiliyoruz. Kitapta yer alan diğer metinlere göre cinselliğe dair anlatımın daha fazla bulunduğuna, argonun çok daha fazla kullanıldığına şahit oluyoruz.

“hangi yüzle oturursun orospu karı hadi çek git duymadın mı söylediklerini utanmaz ne demeye durursun hâlâ öyle sokak ortasında belli yollu olduğun (…)” [5]  

“Masal” bölümüyse tıpkı adının nitelediği gibi masalsı anlatıma sahip ama yazarın özgün diliyle yeniden kurulmuş dört öyküden oluşuyor. Bu kısımda da tıpkı “Çan” bölümünde olduğu gibi hacim olarak küçük öykülere denk geliyoruz. Kitaba ismini veren “Leyal ile Hiçkuşu” isimli öykü de bölümün sonunda yer alıyor. Masalsı anlatıma “Bulut ile Kuyu” öyküsünün ilk paragrafından bir göz atalım:

“Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develerin tellallıktan, pirelerin berberlikten zorunlu emekli edildiği; sığırcıkların leyleklerin göç yollarının kesildiği; ırmakların kuruyup denizlerin doldurulup suların çekilip rüzgârın betonlara çarpıp yere düştüğü, göğün renginin uçtuğu; sözün de kanın da ölümle bolca akıp gittiği vakitlerden biriymiş.” [6]  

Yazarın öykülerindeki dil kullanımına ve içeriğe biraz olsun değindiğime göre şimdi de biçimle olan ilişkisine geçmek istiyorum. Melike Koçak’ın yapıya olan düşkünlüğü daha içindekiler kısmından görebiliyoruz. Buradaki matematik, öykülerde bulunan farklı biçimsel deneyişlerle kendini daha fazla gösteriyor. Metin içi başlıklarla ilerleyen öykülerden, manzum formdaki anlatıma, noktalamanın yatık çizgiyle yapılmasından düşen ve uçuşan kelimelere, harflere, bilinç akışından, a, b, c şeklinde şıklar halinde yazıma kadar çok çeşitli biçimci anlatıma şahit oluyoruz. Özellikle yatık çizgi kullanımına geçmişte Sevim Burak’ın Afrika Dansı kitabındaki öykülerde rastlıyoruz.

“Yalnız şu perdeler/perdeleri kapadım/iyi mi/bu kadar karanlık yeter mi/perdeler açık dursun demedim ki/ben size ille de sargılarınızı çıkarın/yalnız şu perdelerin üstündeki kâğıtları ne yapacaksınız/nereden çıktı bu kâğıtlar şimdi/ne yapıyorsunuz bu kâğıtlarla/bu iğneler batmadı mı size hiç/o iğneli kâğıtlar hiç rahatsız etmedi mi sizi/” [7]  

Sevim Burak’ın üstteki yatık çizgi kullanımının bir başka benzerine Melike Koçak’ta şu şekilde denk geliyoruz:

“Gökdenelere / reklam tabelalarına / trafik ışıklarına / arabaların farlarına / dımtıslarla çıstaklara / yıkılmış binalara / yarım kalmış inşaatlara / yıkık gecekondulara / kimseli kimsesiz avlulara / yaşamasız evlere / bakışsız gözlere / kopkoyu öfkelere (…)”[8]  

İki yazar arasındaki bir başka biçim akrabalığına, öykülerde düşen, serpiştirilen harflerde, hecelerde, kelimelerde tanık oluyoruz.   

“                         KÂĞITLAR                                                                                                             HIŞIRDIYOR                 KÂĞITLAR

                  HIŞIRDIYOR                        “ [9]                                                                 

Yukarıda Afrika Dansı’nda gördüğümüz alıntının biçimsel benzerine bir de Hiçkuşu’ndan bakalım.

“                     çan dan çan dan çan dan                                                                                                            d                            Ç             d                    ç                                                                                                                 A                                       A                                                                                                              n                            n             n                     n                         

                    nnnnn                            nnnnn

                                                   nnnnnn

                                                   nnn

                                                   …                                       “ [10]

İki yazar arasında gösterdiğim biçimsel yakınlığa Ali Teoman ismini de ekleyebilirim. Melike Koçak’ın edebiyatımızda deneyselliğin önde gelen yazarlarından Sevim Burak ve Ali Teoman yolunda yürüdüğünü Hiçkuşu’ndaki öykülerinden rahatlıkla anlayabiliyoruz. Yazarın özellikle Sevim Burak ismine önem verdiğini bir röportajında şu şekilde görüyoruz:

“Yeniye/başkaya duyduğumuz ihtiyacı, söylemin, sözün dışına çıkarıp çıkarmadığımızla. Radarlarımızın ayarlarının bozulmaya, bozuk addedilene açık olup olmamasıyla. Tüm bunları denerken dün bugün, eşsiz benzersiz, biricik olduğumuz yanılsamasına kapılmamamızla. Yalnız hissetmememizle ki değiliz de. Mesela Sevim Burak bir işaret fişeği olarak hep yanı başımızda.” [11]

Özgün anlatımı ve biçimsel deneyişleriyle her ne kadar Sevim Burak ve Ali Teoman’ın öykü evrenleriyle benzerlik bulunsa da Melike Koçak meselesini çok daha açık eden bir öykücü olarak karşımızda duruyor. İncelemenin başında, yazarın doğayı anlatımında kullanmasına ve meselesinin odak noktasına almasına değinmiştim. Öykülerinde tabiata çokça yer veren yazarın başka nelerden bahsettiğine de bir bakalım.

“(…) kulağı delik köpekler toplanıp öldürülmemiş, kedilerin bacakları kesilmemiş, bebek doğurmak istemem diyen tartaklanmamış, transın döner bıçağıyla kafası kesilmemiş, küfürler edilmemiş, zam da yapılmamış, yeni yasaklarımız da yok. Yok valla! Oh âlâ! Kalplerimiz kadar temiz bir gün.” [12]

Üstteki alıntıdan da görülebileceği gibi yazar çevresel sorunlarla birlikte ötekilerin hikâyesine de odaklanıyor. Tüm bunları da oldukça net ifadelerle çekinmeden söylüyor. Kullanılan kimi sert ifadeler, argo deyimler bazı okurları belki rahatsız edebilir ama bu anlatım tarzı belli ki yazarın öykü dünyasının bir parçası.

Sonuç olarak Melike Koçak’ın özgün dili, yer yer deneysel anlatımı, kullandığı farklı biçimler ve derdini ifade ediş şekli, çağdaş edebiyatımızda Hiçkuşu’nu oldukça farklı bir yere koyuyor. Zaten bunlar da eserin hem 69. Sait Faik Hikâye Armağanı’nda hem de 34. Haldun Taner Öykü Ödülü’nde kısa listede yer almasına sebep oldu.

KAYNAKÇA

Koçak, Melike. Hiçkuşu. İstanbul: Can Yayınları, 2022.

Burak, Sevim. Afrika Dansı. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2018.

Koçak, Melike. “Hiçkuşu Melike Koçak Röportaj” (Söyleşen: Aynur Kulak), Litera Edebiyat (2023), erişim 01 Ocak 2024, https://www.literaedebiyat.com/post/hickusu-melike-kocak-roportaj. 


[1] Melike Koçak, Hiçkuşu (İstanbul: Can Yayınları, 2022), 18

[2] Melike Koçak, Hiçkuşu (İstanbul: Can Yayınları, 2022), 27

[3] Melike Koçak, Hiçkuşu (İstanbul: Can Yayınları, 2022), 37-38

[4] Melike Koçak, Hiçkuşu (İstanbul: Can Yayınları, 2022), 49

[5] Melike Koçak, Hiçkuşu (İstanbul: Can Yayınları, 2022), 62

[6] Melike Koçak, Hiçkuşu (İstanbul: Can Yayınları, 2022), 77

[7] Sevim Burak, Afrika Dansı (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2018), 14

[8] Melike Koçak, Hiçkuşu (İstanbul: Can Yayınları, 2022), 52

[9] Sevim Burak, Afrika Dansı (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2018), 16

[10] Melike Koçak, Hiçkuşu (İstanbul: Can Yayınları, 2022), 57

[11] Melike Koçak, “Hiçkuşu Melike Koçak Röportaj” (Söyleşen: Aynur Kulak), Litera Edebiyat (2023), erişim 01 Ocak 2024, https://www.literaedebiyat.com/post/hickusu-melike-kocak-roportaj. 

[12] Melike Koçak, Hiçkuşu (İstanbul: Can Yayınları, 2022), 30

Hiçkuşu
Merve Koçak
Can Yayınları
Öykü / 96 sayfa

Yukarı