Samanta Schweblin ile Karanlık Deliliklerin Yedi Boş Ev’i / Başak Canda

Öykü, hayatın akışı içinde kavranılan anlamlar gibi küçük aydınlanmalar yaşanmasını sağlar. Yaşamımızdaki sıkışmışlıklarımıza karşı hayal dünyasının sınırlarını zorlamanın ve farklı hayatları öğrenmenin bir başka güzelliğidir. Olay anlatabilir, hayattan bir kesit sunabilir, yepyeni bir teknikle yazılmış bir iç döküş olabilir. Ama ne olursa olsun yaşamımıza değer, oradan yaşanmışlıkları getirir koyar önümüze. Aile, evlilik, arkadaşlık, dostluk gibi bağlara farklı bir gözle bakmamızı sağlar. İlişkide kişiye biçilen roller, beklentiler üzerine yeniden düşünme gereği hissettirir. Temel olarak hayatın ufak anlarına sıkışmış önemli-önemsiz birçok detayı anlatan bir sihirbaz gibidir. Bunu başarıyla yapmış Arjantinli Samanta Schweblin, Yedi Boş Ev kitabında. Kitap, Can Yayınları’ndan Emrah İmre’nin çevirisi ile 2022’de çıkmış. 2015 Ribera del Duero Öykü Ödülü’nü kazanan kitaba dâhil edilen Şanssız Bir Adam isimli öykü 2012 Juan Rulfo Öykü Ödülü’nü de ayrıca almış.
Kitaba adını veren bir öykü yok. Ancak kitabın adı tüm öykülerde bir bütünlük oluşturuyor. Her öykü kendi içerisinde farklı bir olay örgüsüne, ilginçliğe, gerilime sahip. Ortak noktalarıysa çok. Tüm öykülerin benzer şekilde rahatsız edici yanını en başa koymak gerekiyor. Çünkü öykülerin ana konusu akıl sağlığı pamuk ipliğine bağlı insanlar ve hayatlar üzerine kurulu. Bu öykülerin hemen hepsinde ev, ana imge. Aile ilişkileri, eşyaların insan tabiatındaki yeri, kadın (çoğunda anne) gözünden anlatımlar bu imge çevresinden örülüyor. Tekinsizlik, gerçekliğin sivriltilmesi, ebeveyn-çocuk ilişkilerinin çıkmazında çiftlerin birbirleriyle ya da çocuklarıyla ilişkileri üzerinden yabancılaşma ve yalnızlık, öykülerin hepsinde farklı yanlarıyla var. Bu kapsamda yıpranmış ilişkiler, takıntılı eşler, ortadan kaybolan çocuklar, aklını kaybeden yaşlılar, evladını yitirmiş anneler bizi karşılıyor. Tedirginlik, üzüntü ve yalnızlık da hâliyle kaçınılmaz oluyor. Biraz abartırsam belki de yedi öykünün her biri, film repliğinden dilimize yerleşmiş “Evim evim, güzel evim,” sözünün en iyi ironik varyasyonudur. Bence evde kapalı kapılar ardında olmanın temsil edebileceği karanlığı gösteriyor yazar. Karakterler ve çevresinde açıklanamayacak kadar tuhaf (tanımsız) olayların yaşanması, onların kendilerini deliliğe iten gündelik yaşamın ayrıntıları, kurtulmaya çalıştıkları kendileri oluyor. Hapsedilmenin katılığı, davranışlarına kadar yansıtılmış karakterlerle örtüşür. Varoluşun istikrarsızlığının ve onun güven verici işaretlerinin belirsiz hatlarının tezahürleri olarak ortadan kaybolan, bir kenara bırakılan, aranan, paketlenen, sergilenen nesnelerin peşine düşüyoruz. Bazı karakterler evlerini terk ediyor veya ayrılmaya (ölüme) hazırlanıyor. Bazıları ise iki kasaba arasında transit hâlinde veya başkalarının evlerine giriyor. Dolayısıyla karakterler artık destekleyemedikleri gerçek veya zihinsel bir alandan isteyerek veya istemeyerek kaçmayı yeğliyor. Buradan bakıldığında kitap, hem karakterlerin bu ortamdan kaçma isteminin bir yansıması hem de varoluşlarının anlamsızlığının bir metaforudur. Burada gelecek kaygısından ziyade kendi çıkmazında boğuşan insanın bugününü yitirmesine neden olan kaygıları görüyoruz.
19. yüzyılın Avrupa fantastik öykü geleneğinin bir parçası olan ve Arjantinli kısa öykü ustalarının uzun çizgisine sahip Schweblin, gerilim ve etkilerini yönlendiriyor bir nevi. Böylece en sıradan günlük yaşamın merkezinde ağır ve rahatsız edici bir atmosfer yaratıyor. Bunu en çok da karakterler ve mekân üzerinden yapıyor. Bu etki altında kalan okuyucu sürekli bir şüphe içinde olsa da en çok merak uyandıran küçük ayrıntıların peşinden gidiyor. Bu yüzden birbirlerini yakından veya uzaktan izleyen karakterler, bazen komşu, bazen aile üyesi ya da tamamen yabancı biri olan öteki için bir büyülenme (çekim) ya da tam tersi uzaklaşma / kabuğuna çekilme oyununa dönüşüyor.
Anlaşılır dili sayesinde okuması kolay ancak aynı anda spesifik şekilde felsefi cümleler tekrar tekrar okumayı gerektiriyor. Bazen öykünün sonuna ulaşmadan paragraf ya da cümleyi baştan okumanız gerekebilir. Bazen de aynı öyküyü üç kere okurken bulabilirsiniz kendinizi. Bir mantığı yok bunun çünkü odaklanmayı şart kılıyor. Bu yanıyla öykülerin her biri başlarken sizi hemen içine alan ve bitirmek için yarışır gibi okutan türden. Belki de bu yüzden kitap Andy Warhol Felsefesi’nden şu alıntıyla başlıyor.
“A: Bu daireyi sevdim.
B: Güzel olmasına güzel, ama büyüklüğü bir kişiye ancak yeter, ya da birbirine gerçekten yakın iki kişiye.
A: Birbirine gerçekten yakın iki tanıdığın var mı ki?”
Andy Warhol’un en büyük yeteneklerinden biri, sıkıcı, banal ya da sıradan görünen şeylerin gizli çekiciliğini keşfetmekti. Kapitalizmin seri üretim mallarını arzu nesnesine dönüştürdüğü tüketim toplumunda, sanatçı nicelik ve değer arasındaki karışık orantıyı sorguluyor. (https://vogue.com.tr/metropol/andy-warholdan-5-sanat-dersi) Samanta Schweblin’in öykülerinde yaptığı tam da bu: insan-mekân-eşya ilişkileri ve bu ilişkiler üzerinden birçok duyguyu bir arada yaşamamız. İzleyen ve izlenilen olmayı, teknoloji-birey ilişkisinin nasıl da toplumsal bir çerçevede incelenmesi gerektiğini, sınırları, şeffaflaşmayı, bireyin yalnızlığını ve güvensizliğini, sevgi eksikliğini, karanlık sokakları-evleri ve maskelerin ardındaki kokuşmuşluğu kurguladığı bir kitapla sunuyor bize. Yine yukarıda belirttiğim rahatsız ediciliğe burada gerilim, öfke ve korkuyu da eklemek isterim. Ancak korku bildiğimiz türden bir korkma değil. Daha çok tekinsizlik ve gerilme tarzı üzerinden bir yürüme var. En yoğun duyguysa yalnızlık. Yalnız kalma duygusunun beraberinde getirdiği korku. Çünkü sanki kitap okuyormuşsunuz gibi değil, orada, yazarın oluşturduğu karakterin yanındaymışız gibi bir his veriyor. Bu da hep bir tetikte bulunma hâlini doğuruyor. Bir sonrasını beklediğimiz.
Güncel sorunların ayrıntısında sınıf çatışmasının arka planını en iyi veren öykülerden biri kitabın ilk öyküsü olan Hiç Alakası Yok. Buradaki incelikli anlatımda gördüğümüz özel yaşamın her an istila edilebilir oluşudur. Başkalarının evlerini gözetleyen, gözetlemekle kalmayıp kendini tutamayıp bu evlere giren ve eşya çalan bir anneyi görüyoruz. Kadının ötekiyle ilişkisi, ev ve eşya kıyaslaması üzerinden kuruluyor. Zengin evlerine duyduğu haset sınıfsal ayrımı gösteriyor. Zengin ev ve eşyalar karşısında insanların bunları nasıl elde ettiğini sorguluyor. Kadın gördüğü zenginlik karşısındaki duygusunu “Öyle üzülüyorum ki ölmek istiyorum,” diye anlatıyor. Ölme istemiyle anlatılan aradaki farkın keskinliği. Öyküde kadının son girdiği evden çaldığı şekerlik ise bu çatışmanın kırılma noktası. Çünkü aile yadigârı şekerliğin peşine düşüyor ev sahibesi.
“Böyle Şeyler Evimizde Olağandır” öyküsünde ise ölen çocuğunun eşyalarını görmeye dayanamayan kadının dramının ayrıntılarında boğuluruz. Karısının her gün yan bahçeye attığı kıyafetleri toplayan adam ile çocuğunun eski kıyafetlerini vermekte güçlük çeken bahçe sahibi arasındaki ilişkinin duygusallığında roller arası gidiş gelişlere tanık oluruz.
Kitabın novellası denilecek uzunlukta olan “Mağaramsı Ses”te Alzheimer hastası olan ve ölmek isteyen yaşlı kadın Lola’nın ölümünden sonrasını kolaylaştırmak için evdeki eşyaları kutulaması ve kutuları etiketlemesi dikkat çeker. Ancak kadının ev, bahçe, garaj dışında bir alanı yok. Kendine çizdiği bu sınırları ara sıra bahçelerine uğrayan komşu çocuk bozar. Kadının gözünden nesneler, sesler velhâsıl dıştakiler birer tehlikedir. Özetle karakterler arasındaki zor iletişim kadar onları kısıtlayan korku ve olası deliliğe doğru kayışı adım adım izleriz.
“Kırka Kırk” öyküsünden şu alıntıyla bitirmek istiyorum:
“Kayınvalidemi böyle şeyler söylerken hayal etmek zor, ama aynen böyle dedi: Kırk santime kırk santim bir yerde oturuyormuş, bedeninin dünyada kapladığı alan bundan ibaretmiş.”
Dünyadaki yerimizi ve gerçeğimizi Samanta Schweblin’in bu sözlerinden daha iyi anlatan ne olabilir. En zor yapabileceğimiz bir eyleme çağırıyor burada yazar bizleri. Kendi gerçeğimizle yüzleşme cesaretine. Zaaflarımızla, deliliklerimizle, eşyaların kişilik kazandığı kişilerin eşyalaştığı bir hayatta korkmadan kendi gerçeğimize bakmaya. Eşya mıyız, kişi miyiz?

Yedi Boş Ev
Samanta Schweblin
Çevirmen: Emrah İmre
Can Yayınları
Öykü / 128 sayfa

Yukarı