Heder Ağacının Gölgesinde Tükenen Hayatlar / Dilek Karaaslan

Heder Ağacı, Ataşçı’nın, 2018’de yayımlanan ve 2019 yılında Atilla İlhan Roman Ödülü’ne değer görülen Yara Bende’den sonra 2022 yılında Everest tarafından yayımlanan son romanı. 

Roman 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Abdülhamit döneminde başlar. Romanın uzamı Doğu ve Güneydoğu’dan başlayıp İstanbul’a kadar ulaşır. O dönemde Ruslara destek verdiğine inanılan Ermeni çetelerini yok etmek için Doğu’da Hamidiye Alayları kurulur. Aşiretlerin savaşabilen unsurlarını bu amaç doğrultusunda kullanmak esastır ama Saray bir taşla iki kuş vurulmak ister. Uzun vadede padişahın hayalini kurduğu İslam birliği için gerekli askeri kaynağı oluşturacaktır eğitilen milis kuvvetler. Romanın en temel tarihsel gerçeği bu diyebiliriz. Hikâyenin kendisi (yaşantılar, olaylar, alışkanlıklar, öğreti, felsefe) gerçeğiyle benzeşebilecek bir kurgudur elbette. Ataşçı’nın Heder Ağacı için aşiretleri ve tarihi gelişimlerini, yaşamlarını, yörelere dağılımlarını, vb. konular üzerinde ciddi bir araştırma yaptığını gözlemleriz kitap boyunca.

Ana fikir, hikâyeden bağımsız, iyiyle kötünün, güçlüyle güçsüzün, masumla şeytana dönüşenin ezeli mücadelesidir. Kahramanların bir hikâyenin çevresinde ortaklaşıp adaleti arama çabasıdır. Roman boyunca aslında eşitliği, adaleti, eşit paylaşımı, insana insanca değer verilmesini, o güzelim coğrafyadaki türlü olanaktan herkesin payını almasını, karnının doymasını amaçlayıp bunun için mücadele eden kahramanın/ kahramanların yolculuklarına tanıklık ederiz. Bu yolculukta çoğu karakter, kişiliğinin, kimliğinin, insani özelliklerinin, halk, saray, aile, ya da köy hayatına yansıyan karşılığı tam tersi olsa bile kendini haklı ve kahraman kabul eder, öyle de davranır. Bazı iyiliklerin aslında kötülük olduğu sonradan anlaşılır ya da bazı iyiliklerin kötülük kisvesi altında geldiğinin altı çoğu kez çizilir.

Metnin temel izleği, padişahın bahsedilen arzusu doğrultusunda siyasal ikbal vadedilen, güç devşirilen, para, altın, silah, temin edilen aşiret reislerinin aşırı güç zehirlenmesi ve kibir yüzünden duracağı varsayılan çizginin git gide bulanıklaşmasıdır. Aşiret reislerinin, önderlik ettiği bu milisler aracılığıyla çizgiyi aşıp suçlu, suçsuz ya da masum olup olmadığına bakmaksızın herhangi bir konuda takıntılı oldukları Kızılbaş ya da Ermeni köylerini canlarının istediği gibi yaktırıp yıktırması ve köylünün, tarlasına, malına çökülmesine, kızların, kadınların ırzlarına geçilmesine göz yumması dolayısıyla hiç kimsenin can, mal emniyetinin kalmamasıdır. Üstelik Saray’ın paşalarının olayları, şikayetleri görmezlikten, duymazlıktan gelmeleri, üstünü kapatmaları da cabasıdır. Bu durum zamanla tepkiyi ve karşıt çeteleri doğurur. Birtakım gençler dağa çıkarlar ve kendi ölçeklerinde padişah destekli aşiret milislerinin aksine disiplinli yöntemlerle hayatta kalma ve intikam mücadelesine başlarlar.

Bu anlamda Heder Ağacı bir yin ve yang savaşıdır. Roman boyunca İyilik ve kötülük birbirinin karşıt kutuplarıdır. Zaman ve mekâna göre geçişir, dönüşürler. Ezen ve ezilen, iyilik ve kötülük ve bunların birbirine dönüşmesine neden olan kibrin, güç dengelerini birbiri lehine ya da aleyhine sürekli değiştirmesi üzerine kurulan bir iskelete sahiptir hikâye. İntikam duygusu hemen her karakter için temel motivasyondur.

Roman Kefaret ve Değirmen olmak üzere iki bölümden oluşur. Nitelik olarak, giriş, serim düğüm, çözüm prensiplerini hakkıyla karşılayan klasik bir roman yapısına benzemekle birlikte, her şeyi gören bir tanrının gözüyle anlatan bir dil tercih edildiğinden epik bir destana daha yakın durur. Üstelik sahnelerin atmosferi, kadın kahramanların güzellik ya da çirkinlikleri, aşk, ölüm, kişisel hırslar ya da zayıflıklar, duygular, doğanın, dağların, günün gecenin özellikleri neredeyse lirik denebilecek şekilde incelikle anlatıldığından destansı özellikler kuvvetlenir. Yaratılan karakterler romanın kurgusuyla bütünleşir. Gereksiz karakter yoktur, hepsi üzerinde çalışılarak tasarlanmıştır. Tüm özellikleriyle romana hizmet ederler. Yazarın, kahramanlara belli bir mesafeden bakmasına olanak sağlayan bir anlatıcı tipi ve dil seçimi sayesinde kendi sesi neredeyse hiç duyulmaz. Dolayısıyla metinde objektif bir anlatıcı vardır, kahramanlarını yargılamaz, metni basitleştiren bir iyi, kötü sınıflandırması yapmaz. Karakterlerine eşit mesafede durur. Onları anlamaya, davranışlarının altındaki motivasyonu bulmaya, her birinin diğeriyle empati yapmasını sağlamaya çalışır.

Roman, Palu’ya bağlı Ziver’de yerleşik P. aşiretinin adamı olan üç atlıya emanet edilen parayı başka bir aşirete teslim etmek üzere yola çıkmasıyla başlar. Adamlardan ikisini İshak’a bağlı çete öldürür, taşıdıkları paraya el koyar, kaçmayı başaran sonuncusunu ise ormanda dolaşan ayı sürüsü parçalar. Parayı bekleyen aşiret ile P aşireti arasında sürtüşme başlar. P. Aşiretinin reisi Zülküf Ağa’dır. Kenan ve Hüseyin isminde iki oğlu vardır. İlk karısı Zübeyde ve ondan olan oğlu Cemal romanda muğlak bırakılan bir şekilde ölmüştür ama okur onların bir şekilde başlarına bir şey geldiğini sezer. Ağanın kardeşi Esat ise bu muğlak ölümden sonra yine muğlak bir şekilde oradan uzaklaşıp bir tarikata, tekkeye sığınır. Ağanın küçük oğlu Hüseyin, büyük aşiretlerde adet olduğu üzere İstanbul’a okumaya gönderilir. Buradan murat, ilerde o çocuğun saraya girebilecek kadar ilerlemesi ve aşirete Saray desteğinin en yüksek seviyeden kesintisiz sağlanmasıdır. Zülküf Ağa, allem eder kallem eder, Hamidiye Alayları’na Müşir Mehmet Zeki Paşa’nın desteğiyle bağlanır. Saraya yaklaşmanın ilk adımı atılmıştır ama bu ona yetmez, çeşitli bahanelerle başlar köyleri yakıp yıkmaya. Bir zaman sonra Mehmet Zeki Paşa’nın desteğiyle İstanbul’a Saray’a davet edilir. Sarayda ağırlandığı ve İstanbul’da geçirdiği günler Zülküf Ağa’nın tüm dengesini ve ruh halini bozar. Güç ve hükmetme arzusu onu delirtmeye başlar. Köyüne döndükten sonra haftalar boyu onu ziyarete gelen tebaasına İstanbul günlerini ve Saray’ı, ne kadar önemli bir adam haline geldiğini, neler yapabileceğini anlatır, durur. Kibri ve kapıldığı büyüklük kompleksiyle her anlattığında daha büyür, daha güçlenir, öyle ki, artık anlatabileceği tek bir kulu kalmayana dek devam eder. O son kul da konaktan ayrıldıktan sonra aslında ortada eskisinden farklı hiçbir şey olmadığını ayırt ettiği an tükenir. Elinde, zihnindeki büyüklük duygusunu gerçeğe dönüştürecek hiçbir şey yoktur. Bence romandaki en etkileyici kısımlardan biri bu. Yazar bunu o kısmın sonunda durup üzerinde düşünmek isteyebileceğimiz denli canlandırmayı başarmış. Kendi adıma o kısmı iki kez okuduğumu söyleyebilirim.

 Daha fazla ipucu verip okurun iştahını kaçırmamak adına burada noktalayalım. Zülküf Ağa’nın, İshak’ın Delal’in, Hristo’nun, Hüseyin’in, Melahat’in, Kenan Ağa’nın, Akif’in, Müşir Mehmet Paşa’nın, Hatice Hanım’ın, Kahya’nın ve daha onlarca kahramanın Birinci Dünya Savaşı öncesine dek süren bu epik hikâyesinin devamını okura bırakalım. 

Heder Ağacı
Abdullah Ataşçı
Everest Yayınları
Roman / 372 sayfa

Veveya Kitap 17 / 20 Nisan 2024

Veveya Kitap 17 / 20Nisan2024
Yukarı