Onların Hikâyeleri / İlhan Durusel

Rusları da Ruslardan nefret edenleri de en iyi biz anlarız.
Oğuz Atay

Gidiyorsun, onların yaşadığı yerlerde yaşıyorsun. Onları takip ediyorsun, sokaklarını seyrediyorsun, gittikleri kahvelere takılıyorsun, soğuk çeşmelerinde ağzını üç kere suyla çalkalıyorsun, müdavim oldukları meyhanelerde içiyorsun, kavga çıkardıkları birahanelerde pinekliyorsun, “patates tava” istiyorsun, aynı onlar gibi, yoğurt döktürüyorsun üzerine, “sos” diyor garson… “sus” diyorsun…  Fabrikalarına, lokantalarına girip çıkıyorsun, otobüs duraklarında bekliyorsun ümitsiz ikide birde saatine bakıp, sinema çıkışlarında sakız satan çocuklarla beraber yollarına çıkıyorsun, önlerini kesiyorsun, nişan tepsilerini, düğün alaylarını takip ediyorsun uzaktan, yatırlara mum yakıyorlar, tren hareket halindeyken vapur karaya varmadan atlıyorlar, müzelere bedava girmeye çalışıyorlar, taksiciye bahşiş vermemek için seslerini yükseltiyorlar… ama hikâyelerini anlatmıyorlar, rivayetlerini nakletmiyorlar sana. Gizliyorlar sırlarını senden. Sır kâtibi hepsi. Gizli dünyalarını açmıyorlar sana, bir çiçek var orda derin karanlık.

Kapatıyorlar konuyu sen gelince. Elleri yüzleri işliyor arkandan senin, sen görmeyesin diye, kaş göz işaretleri. Üzülmeyesin diye söylemiyoruz, diyorlar. Yoksa seni severiz bilirsin, ne gizleyeceğiz senden? Anlatacak bir şey yok ki! Hep aynı. Canını sıkmak istemiyoruz. Her şeyimiz ortada işte. Söylemek istemediğimiz, kalbimizi kıran, bizi canımızdan bezdiren, başımızı sızım sızım sızlatan, yüreğimizi sıkıştıran, kulaklarımızda zonklayan şeyleri liste yapıyoruz, sana malzeme olsun diye ama sonra bakıyoruz ki bunlar çoluk çocuk mevzuları.

Kim bunlar, diyorsun, kim? Kimsiniz siz? Hikâyeniz olmadan kimse değilsiniz. Ben sizi anlamaya geldim. Hikâyenizi anlatmaya sizin. Niye hikâyenizi vermiyorsunuz bana? Anlatıp duruyorsunuz bir şeyler ama hikâye yok söylediklerinizde. Donuyorlar, yüzüne bakıyorlar, sanki başka bir şey görüyormuş gibi. Keşke görseler başka bir şey. Şair kimileri. Kitapları var. Büyük kalın kitapları. Kalın kitaplardan taşırmışlar arzularını, mesela yaşlı bir adamdan gelen mektup, bir meridyen, bir zindan, ağacın üstündeki ev, Arap mahallesi, Köroğlu parkı, talebe kartı, iki tam bir şebeke, 4:45 seansı, çiçekseven bir kuşak, son 30 yılın en iyi 40 şiiri derlemeleri… o kadar. Ardından Kordon’da bira.

Sonra kızıyorlar sana.

Niye bizi anlatmıyorsun ki? Seversin bizi halbuki. Bir gelsen, görsen nasıl yaşıyoruz. Biz kimiz, neyiz biz, bir bilsen. Bilsen neler çekiyoruz kimsenin haberi olmadan. Birbirimize bile söylemiyoruz aslında nedir başımızdan geçen, mahçup yaşamışlığımız nedir bizim, anlatsan, biz de okuruz seni. Bizi anlatmadığın için okumuyoruz seni. Bak sana bir şey diyelim mi, oğlun bile okumayacak seni. Annen okumayacak mesela. Okuyor mu? Oğlun, o da okumuyor… Kimin için yazıyorsun o zaman? Bizi niye anlatmıyorsun? Bizimle daha içten neden ilgilenmiyorsun, niye anlamaya çalışmıyorsun bizi?

Sen kendini anladın mı ki bizi öyle uzaktan anlayacaksın. Aradan yıllar geçmiş, hâlâ aynı şeyleri okuyorsun, anlatıyorsun. Aynı masal. Aynı Keloğlan hâlâ gurbette yılan başı eziyor, ejderha kafası kesiyor, Harun Reşit’i değnekle dövüyor. Ne bitmez çilesi varmış! Ne bitmez binbaşlı ejderhalarmış!

“Binbaşım, bize iki bira!”

Bize ne anlatmaya çalışıyorsun?

Bırak hocam, boşversene, hadi gidelim, diyorsunuz.

Hiç gelmiyorsun, diyorlar.
Geliyoruz surat yapıyorsunuz, şimdi kalkıyorduk, diyorsunuz.

İyi, bana müsade o zaman diyoruz, dur yahu nereye, hesaba yardım etsene biraz, diyorsunuz.

Sizin içtiğinizi içiyoruz, bizi taklit ediyor diyorsunuz. Ben içmeyeyim diyoruz, yavşak mı olmuş lan bu, diyorsunuz. Ben başka bir şey içeyim o zaman, diyoruz; oyunbozanlık etme ama şimdi diyorsunuz.

Senin yazdıklarını anlamıyoruz, diyorsunuz, siz kimi anlıyorsunuz, en son okuyup anladığınız kitap hangisi diyoruz, cevap vermiyorsunuz.

Bizi yaz, diyorsunuz

Bize yaz.

Bizimle ilgili olmasa da anlattığın hikâye bilelim biz okuyalım diye yazılmış olsun.

Bil, geceleri herkes uyurken, sen defterinin başında, iki cümleyi yanyana getirdiğinde nasıl gözlerinde sevinç parlıyorsa, bil ki seni omzundan seyreden, senin edebiyatının nöbetini tutan bizim sayemizde bu.

İçinizi acıtan, sizi utandıran, yerin dibine geçiren, eğer olmamış olsaydı bambaşka biri, mutlu biri olurdum dediğiniz, aklınıza her geldiğinde içinizdeki nefesi kesif bir sise çeviren, ama unuturum diye korktuğunuz, unutursam kendime ihanet etmiş olurum, unutursam beni ben yapan sebebi de kaybetmiş olurum dediğiniz o acınızı yazmak isterim ben. Bana anlatın onu. Siz öbür odada tokat yiyip, duvarları yumruklayıp, birilerine dayak atarken, ben burda olayım, bu odada, burdan dinleyeyim. Sesinizi yükseltmeye gerek yok: Tokat sesi başka sese benzemez.

Bütün derdi okuyucusunu, yani sizi, anlamak olan biriyim ben. Okuyucumun beni nasıl okuduğunu, nasıl anladığını, alımladığını, nasıl değerlendirdiğini, okurken hangi dünyalara gittiğini, metindeki ilişkileri kafasında nasıl kurduğunu  anlamaya çalışan…  ünlü yazar GG şöyle bir karar verdi: Kasabamızın dışında yeni açılan bir mega alıveriş merkezinde iş bulacaktı. Orda kitap satışını öğrenecekti ve kitap almaya gelen okurlardan birinin peşine takılıp takip etmeye başlayacak ve fark ettirmeden onu tanıyacak, onun kim olduğunu anlayacak ve kitabının nerelere gittiğini öğrenecekti. Nerelere kadar uzandığı, bizim bilmediğimiz, belki de anlamadığımız o sıradan okurun dünyası, yalanın bittiği, hikâyenin kahramanlarına yürekten sevgi duydukları, soluklarının hızlandığı, gözlerinin hafifçe kısılıp düşlere gülümsedikleri, çok geçmeden gerçeklerin ortaya çıkıp kimseyi korkutmadıkları bir dünyaydı orası. Orada karşılaştık. Bizim farkımıza varmadın. Tanımazdan geldin bizi. Onların yanına koştun hemen seni onlar anlıyor diye. Öyle sanıyorlar sandın. Ama seni unutup hemen ucuzluk reyonuna koştular. Bize kaldın, bizle kaldın yine sonunda. Şimdi onları bize anlat. Biz anlarız onları. Onları kendilerine anlatma. Seni anlayamaz onlar. Seni anlayacak olanlara anlat onları. Yani bize. Biz anlarız, onları da, seni de.

OKU ve/veya İNDİR ▼

SAYI 8 / 01 Mayıs 2024

Öykü Gazetesi 08 / Mayıs2024
Yukarı