Özgür Çırak’la Söyleşi / Arzu Anlar Saraç

Edebiyat anlama değil anlam arayışı üzerine kurulu.

10. Türkan Saylan Sanat Ödülü’ne değer görülen Sıcacık Bir Ev ve 2021’ de yayınlanan Ormandan Gece Gelen adlı kitapların yazarı Özgür Çırak’la yeni öykü kitabı Biz de Yarın Güleriz hakkında söyleştik. Kendine has üslubunu konuşturduğu, karakterler aracılığıyla kuantumun sınırlarını yeniden çizdiği ve okuyucuların zihninde olası evrenlerin kapılarını araladığı Biz de Yarın Güleriz’de öyküler arası sarmal geçişler yapan yazar, son öyküyü zekice bir üst kurmacayla sunmuş ve bütünsellik hissi veren etkileyici bir eser ortaya çıkarmış.

Arzu Anlar Saraç: Biz de Yarın Güleriz’de birbirinden farklı hikâyelerin ve karakterlerin iç içe geçtiği bir atmosfer yaratmışsın. Özellikle “Ense”, “Kimseye Anlatılmayacağına Dair Söz Verilen Hikâye” ve “Ayna ve Ustura” gibi öykülerinde karakterler arasında sarmal geçişler yaparak okuyucunun zihninde derin izler bırakıyorsun. Ormandan Gece Gelen kitabında da böyle bir durum vardı. Öykülerden puzzle yapmayı seviyorsun. Ne dersin?

Özgür Çırak: Ormandan Gece Gelen novella olması hasebiyle karakter ortaklığı ve bu tür bağlantılar türün de gereğiydi, lakin müstakil hikâyelerden oluşan bir kitapta bu bir tür zorunluluğu değildi. Birincisi benim öykü estetiğime oldukça uyan bir durum, bir kitaptaki birkaç öykü arasında kurulan belli veya apaçık kurulan bağlantılar. Sevdiğim bir öykü inşa etmeye çalıştım, bir de bu kitaptaki dokuz öykü bir apartmanın dokuz katına tekabül ediyor ve bilirsiniz İstanbul’da biraz da sur dışında, hadi açık söyleyeyim varoşta bir apartmanda bazı katlar birbiriyle akrabadır; akrabalar, anneler, çocuklar dayılar altlı üstlü otururlar. Ben de İstanbul’da bir apartman yaratmaya çalıştığım için arka arkaya üç öykünün akraba olmasını istedim.

A. A. S: Biz de Yarın Güleriz’de klasik bir anlatımdan ziyade sıklıkla post modern teknikler kullanmışsın. Öykülerin alt metninde yatan bazı karmaşık felsefe ve teorilere az da olsa okuyucunun hakîm olması gerekir diye düşünüyorum. Anlatmak istediğinin karşı tarafa geçmesini sağlayacak o dengeyi oluşturmak için nasıl bir yol izlersin?

Ö. Ç.: Post-modern tekniklerden yararlandım, anti kahramana yaslandım, metinler arası göndermeler yapmaya çalıştım. Marx’ın yabancılaşma fikri bazı öyküler için felsefi altyapıyı oluşturdu. Edebi metinler, özelinde öykü, okurundan fazladan bir dikkat talep eder. Lakin metinleri okumak için kürsüye, öncüllere, açıklamalara gerek olmadığı kanısındayım. Edebiyat anlama değil anlam arayışı üzerine kurulu. Metnin sesini nasıl ve ne kadar duyduğu, okurun yolculuğunu belirler. Yazar burada bulunmasını istediği anlamları okura ulaştıramazsa da galiptir bu yolda mağlup değil, deyip arkamıza yaslanırız.

A. A. S: “Bir taş sekti içimde, kalbimdi belki de bilmiyorum.” cümlesi tıpkı hareketli bir nesne gibi birçok öykünün içinden geçerek, bu geçiş sırasında karaktere göre şekil değiştirerek bize göz kırpıyor. Kitabın genelinde buna benzer bağlantılarla ilerliyor öyküler ve nihayetinde durmadan seken o taş son öykü ile yerine oturuyor. Öyküler kurmaca elbette fakat anladığım kadarıyla Özgür Çırak kitaptaki bütün öyküleri asıl kurmaca olan kitabın alt elemanları gibi şekillendirmiş. Bu oldukça fazla efor gerektiren bir düzenek gibi. Bu düzeneği kurarken nasıl bir yol izledin?

Ö. Ç.: Sanırım okuması ekstra bir dikkat ve enerji istediğinden okuyacak dostlardan peşin peşin özür dilemeliyim. Çok güzel ifade ettin, kitap bütün bütüne bir üst kurmaca ve her bir öykü hem müstakil olarak kendine hem de yapının bütününe hizmet ediyor. Ben bu kitapta biraz da anlatıcıyı belli belirsiz ortaklaştırarak, aynı benzetmelerin yinelenmesi, imgeler ve kurulan dille, bütün hikâyelerin anlatıcısı aynı kişi ve çatı katında demeye çalıştım. Beyhude bir iş anlatıcının işi, hikâyeleri sırtında taşımakla yükümlü.

A. A. S: Ben Özgür Çırak kitaplarını okurken çok keyif alıyorum. Okuyucuyu yormuyor, zekice kurgulanmış bir filmi izlemenin verdiği hazzı veriyor. Peki Özgür Çırak yazarken eğleniyor mu yoksa bir mühendis gibi ince ince çalışmak onu strese mi sokuyor?

Ö. Ç.: Yormuyorsam bahtiyarım. Yazmak eylemi çok konforlu bir eylem değil benim için. Ne anlatacağım, iyi anlatabilecek miyim (inandırabilecek miyim okuyucuya) ve estetik bir ses rengi bulabilecek miyim diye çok tedirgin oluyorum. Hatta sanırım bu tedirginlikten ötürü bilgisayar başına çok az geçiyorum. Her yazma girişimimin büyük bölümü de hüsran oluyor benim için. Saatlerce boş sayfada yanıp sönen imlece bakıp duruyorum, çoğu zaman ne yazacağımı bilmeme rağmen nasıl başlayacağıma çok zor karar veriyorum. Belki süreçte keyif alarak yazmayı da öğrenirim.

A. A. S: Öykülerini okurken, yazarın iyi bir dizi ve film izleyicisi olduğunu düşündüm. İzlediklerin mi, okudukların mı seni yazarken daha çok etkiler?

Ö. Ç.: Üstüne kafa yorduğum bir ayrım değil Arzu. Muhakkak hepsi karınca kararınca etkiliyordur, ama her şeyden evvel beni etkileyen şey insanların maişet derdi. Yaşam deneyimlerim, yeni tanışıklıklar, gazete haberleri, duygu değişiklikleri belki hava durumunun seyri bile daha çok etki sahibi olabilir yazdıklarımda.

A. A. S: Sekiz öyküye çerçeve olan kitabın dokuzuncu ve son öyküsünde kucağında kedisiyle Özgür Çırak’a rastlıyoruz. Çok güzel bir sürpriz. Fakat aynı zamanda kıvrak bir hareketle öykülerin bütününü bir üst kurmacaya evirmiş bu karşılaşma. Acaba Özgür Çırak bu hamleyi daha ilk öyküden mi planlamıştı, dokuz öyküyü bir apartmanın dokuz katı olarak mı tasarlamıştı?

Ö. Ç.: Kervan yolda düzüldü Arzu. Bu öyküleri peyder pey, farklı zamanlarda yazmıştım, birbiriyle ortak ögeleri olan öyküleri bile sonradan birbirine bağladım. Ama elbette kitap kafamda noktalanmadan bu apartman fikri, yazarın kendini açık etmesi ve ortak anlatıcı fikri olgunlaştı. Hangisi tasarı diğerinin öncülüydü ben de unuttum.

A. A. S: Birçok yazar için kitabın editörden geçtiği aşama sıkıntılı olabiliyor. Senin için bu süreç nasıldı?

Ö. Ç.: Ben şanslıydım bu konuda. NotaBene’den çıkan iki kitabımda editör Arzu Eylem’di. Çok uyumluyduk. Zaten bir dosyayı baskı aşamasına getiren de doğru editörle karşılaşmaktır. Biz de Yarın Güleriz’de Emre Bayın’la çalıştık. Dünya tatlısı bir adam. Ortak bir dil geliştirmek önemli. Yani bir de metnin yazarını, ürününe uzaktan bakmasını sağlayan editördür. Yazarın kendine ve metnine sadakatini bir tarafa bırakması gerekiyor. Bırakalım editörler işlerini yapsınlar ve fikir versinler. Bunlar yazarın şahsına veya becerisine bir itiraz değil daha iyi bir kitap çıksın diye verilen ortak emektir. Ben hayatımın bir evresinde iyi bir şeyler yapmış olmalıyım ki şansım genelde yaver gidiyor.

A. A. S.: Biz de Yarın Güleriz, umut ve iyimserlik vadeden bir kitap ismi. Hâlbuki öykülerinde memleketin sosyal ve sınıfsal mevzularına didaktik olmayan bir şekilde başarıyla dokunuyorsun. Özgür Çırak’ın bu ismi seçmesinin bir sebebi olmalı. Peki soruyorum; yarın biz de güler miyiz, bu memleketin yüzü gülecek mi Özgür?

Ö. Ç.: Bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde beni seçerseniz, bundan daha kötü bir ülkeye uyanmayacağınızın garantisini verebilirim. Elbette umut sürecek, biz muhakkak güleceğiz ara ara tebessüm ediyoruz zaten ama kocaman, gürül gürül bir kahkaha da atacağız, insan tarihin öznesidir, değiştirir diyen Marx’a kulak verirsek.

A. A. S.: Samimiyetin ve sıkılmadan cevapladığın için teşekkür ederim. Biz de Yarın Güleriz’e ve sana güzel bir yolculuk dilerim.

Ö. Ç.: Söyleşi ve emeğin için teşekkür ederim.

Biz de Yarın Güleriz
Özgür Çırak
İletişim Yayınları
Öykü / 103 sayfa

Veveya Kitap 15 / 20 Mart 2024

Veveya Kitap 15 / 20Mart2024
Yukarı