Kafka Değil, Franz / Gaye Keskin

Fotoğraf: Ali Altuntaş

Uluslararası PEN Yazarlar Birliği Başkanı Burhan Sönmez’in son kitabı Franz K. Âşıkları, önce Kürtçe sonra da Türkçe olarak okuyucuyla buluştu.

Türkçesi İletişim Yayınları etiketi taşıyan Franz K. Âşıkları; Batı Berlin’de işlenen bir cinayetin ve yaralamanın perde arkasına eğilerek, Polis Merkezi, Mahkeme Salonu ve Cezaevi arasında geçen sekiz bölümden oluşuyor.  

Yarı Alman, Yarı Türk: Ferdy Kaplan

“Berlin, ortasından duvarla bölünmüş bir kent.”

Batı Berlin Polis Merkezi’ndeki ilk sorguda, Komiser Müller ve zanlı Ferdy Kaplan arasındaki diyalogla açılıyor ilk bölüm. Annesi Alman, babası Türk olan Ferdy Kaplan’ın otobüs durağında bulunan genç bir öğrenciyi öldürüp yaşlı bir adamı yaralayan kişi olduğunun bilgisine hemen ulaştığımız birkaç sayfadan sonra, olay mahallinde bulunan ve Ferdy Kaplan’la kaçtığı öne sürülen gizemli bir kadının suç ortaklığıyla ilgili şüpheye düşüyoruz.

Sorgulama ve mahkeme boyunca sürecek bu gizem örtüsünü ve cinayetin sebeplerini arka plana alıp, öncelikli olarak Ferdy Kaplan’ın çocukluğunun acı gerçekliğine bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Kaplan, II. Dünya Savaşı sırasında Berlin’in ve Nazi Almanya’sının kaderini değiştiren Sovyet bombardımanında, henüz küçük bir çocukken Nazi taraftarı anne babasının öldürüldüğüne şahitlik ediyor ve kendisi de bombardıman sonrasındaki yıkıntıların arasında kalıyor. Adolf Hitler’in intiharına da önayak olan bu saldırı, Ferdy Kaplan’ın Berlin’deki hayatını uzun bir süreliğine sekteye uğratarak, onu, babasının ailesinin yanında geçecek günlere, Türkiye hayatına sürüklüyor. Böylece, tıpkı Berlin gibi, Ferdy Kaplan da ortasından bölünmüş bir hayat yaşamaya başlıyor. Almanya’da Türk, Türkiye’de Alman olmanın zorbalıklarına katlanmak durumunda kalan Ferdy, Komiser Müller ona, “Siyasi kargaşa sizin hayatınızı nasıl etkiledi?” diye sorduğunda şöyle cevap veriyor: “Beni her şey etkiledi, Almanya’yı yıkan savaş, Türkiye’yi sarsan siyaset, Fransa’yı altüst eden olaylar…”

Tek Bir Harf

“1955 yılının Eylül ayında İstanbul’daki gayrimüslimlerin saldırıya uğraması, 17 kişinin öldürülmesi, 60 kadının tecavüze uğraması ve 5.317 ev, işyeri, kilise ve sinagogun yağmalanması sırasında Ferdy’nin Almanlığı da anımsandı. Mahalle meydanında dayak yedi, bacağı kırıldı. Lisedeyken aynı sınıfta olduğu bir arkadaşı dahil herkes onunla dalga geçti. Adını duvara Ferdi diye yazdılar.”

Yukarıdaki pasajdan birkaç sayfa öncesinde, Ferdy Kaplan, ölümüne sebep olduğu Ernest Fischer’ın annesine şöyle soruyor: “Bayan Fischer, oğlunuzun adını neden Ernest koydunuz? Oysa Almanya’da bu ad genelde Ernst diye yazılır, ortada e harfi bulunmaz.”

Zanlının, kurbanına dair bu ayrıntıya dikkat çekiyor olması, onunla empati kurması; kendisinin de işaret ettiği gibi, Ernest’e karşı vicdan azabı çektiğinin, acılarını özdeşleştirdiğinin, zorbalığa uğrayan bir insan olarak, zorbalık yapana dönüşmenin ağırlığını hissettiğinin göstergesi.

Peki, Ferdy Kaplan, Ernest Fischer’ı neden öldürdü?

Öğrenci liderlerine dönük saldırıların merkeze alındığı, zanlının bununla suçlandığı birkaç sayfadan sonra, Ferdy Kaplan bakmamız gereken yeri gösteriyor bize. Onun başarılı bir manipülasyon ustası mı yoksa tamamen saf duygularla hareket eden, manipülasyona uğramış biri mi olduğunu anlayamadığımız, arafta yön bulmaya çalıştığımız hikâye de tam burada başlıyor. Ve Ferdy Kaplan bize diğer kişiyi, yaralanan adamı işaret ederek, yolumuzu Franz Kafka’yla kesiştirecek o ismi fısıldıyor: Max Brod.

Hedef Tahtasındaki Yazar

“Benim gözümde Max Brod Yahudi bir yazar değil, Franz Kafka’nın en güvendiği arkadaşıdır.”

Ferdy Kaplan’ın bu cümlesine Komiser Müller sayfalar sonra şöyle cevap veriyor: “Bu ülke büyük yazarların ölümüne hazır, ama eski yaraların yeniden açılmasına değil.”

Batı Berlin’in bir Yahudi’nin ölümüne ev sahipliği yapmanın kıyısından dönmesi, tedirgin edici bir gerçeklik yaratıyor. Ferdy Kaplan, işin içyüzünün bu olmadığına değinirken, su altında kalmış her şeyi ortaya çıkarmayı ise Müller’a bırakıyor.

Ernest Fischer’ın ölümünün arka planda kalmaya başladığı ve Max Brod’a dair ayrıntıların usul usul ortaya çıktığı bu sayfalar boyunca, Franz Kafka ve Max Brod arasındaki ilişkiye diyaloglarla, Amalya ve Ferdy Kaplan arasındaki aşka ise Tanrısal anlatımla tanıklık ediyoruz. Amalya’ya az sonra değineceğimi belirterek, yeniden Max Brod’a çevirmek istiyorum kalemimi. Ferdy Kaplan, hedef tahtasındaki bu Yahudi yazar için şunları söylüyor: “Dinlerde, biliyorsunuz, ‘büyük günah’ listesi bulunur. Edebiyatta da büyük günahlar varsa, Bay Brod ne yazık ki o günahlardan birini işledi, bir yazarın iradesini yok sayarak onun ruhunu ezdi.”

Max Brod’un Franz Kafka’nın kitaplarında ve dahi kitap adlarında değişikliğe gittiğine, Kafka’nın vasiyetine uymayarak onları basıma verdiğine de değinilen satırların ardından, aklımızda şu soru yanıyor: Franz Kafka okurken, aslında gerçekte ne kadar Kafka okuyoruz?

Stylo Noir ve Edebiyat Manipülasyonu

“‘Kafka Yakılmalı mı?’ anketi, okul kantinlerinde ve loş ışıklı meyhanelerde tartışma yarattı. Dergi, okur anketinin sonucunu orta sayfasında duyurdu: ‘Kafka Yakılmalı!’ Dergiye gelen bir okur mektubunda, ‘Kafka artık yok edilemez, ama ona nankörlük eden Max Brod bedel ödeyebilir,’ deniyordu.”

Komiser Müller’in araştırmaları onu Stylo Noir dergisiyle karşılaştırdığında, “Kafka Yakılmalı mı?” savıyla çakışıyor yolumuz. Ferdy Kaplan’ın dergiyle bağlantısının bulunup bulunmadığının, okuru Max Brod’a karşı kışkırtan yazılarda kullanılan mahlasın ona ait olup olmadığının ve nihayetinde edebiyat okurlarını manipülasyona sürükleme çabası güdüp gütmediğinin merakı bizi kıskıvrak ele geçiriyor.

Sayfalar sonra Komiser Müller, insan olmanın en belirgin özelliklerinden biri olan “görülme” isteğini ortaya koyacak bir çıkarımda bulunuyor ve gerçek, tüm çıplaklığıyla önümüze serilerek, mahlasın ve hatta okur mektuplarının ardındaki isim, büyük puntolarla yazılıyor.

Amalya, Ferdy Kaplan

Amalya ve Ferdy’nin yolları İstanbul’da kesişiyor. 10 yaşında, Türkçesini geliştirmeye çalışan Ferdy, okul arkadaşlarının alaylarına maruz kalırken, Amalya’nın açtığı kucağa sığınıyor.

Burhan Sönmez, Ferdy’nin sağ şakağındaki ağrıya ve bu ağrıya dokunan Amalya’ya bu yıllarda değinmeye başlıyor ve bizi bu ağrının sonucunda Ferdy’nin koşulsuz kaderine, hatta belki de namluyu tutan elini titretmeyen imgenin sebebine götürüyor.

Yukarıda anlattığım kısmın örtülü kalmasını tercih ederek, Amalya ve Ferdy’nin aşkına değinmek istiyorum. Amalya on beş yaşına geldiğinde Fransa’ya taşınıyor ve böylece ikilinin yolları ayrılıyor. Amalya’nın sonraki İstanbul ziyaretleri; Ferdy’nin değişen hayatına, İstanbul’un başkalaşan yüzüne, kavuşup kavuşmayacaklarının sancısına kucak açıyor. Değişen zamana, değişen hükümetlere, insanları alt üst eden siyasi savaşlara ve hatta bazen birlikte bazen ayrı geçen günlere rağmen, ikili arasındaki iki şey asla anlamını yitirmiyor: Birbirlerine besledikleri aşk ve Franz’a duydukları hayranlık.

Franz K.

“Ferdy karakalemle çizdiği Kafka portresini duvara astı. Resmin üzerine “Franz K.” yazdı. Ertesi gün odalarına gelen Doktor Hugo, ona Kafka’nın adını neden böyle yazdığını sordu. “O,” dedi Ferdy, “geride bıraktığı vasiyetle, ‘yazar Kafka’ olarak bilinmekten vazgeçtiğini gösterdi.””

Amalya ve Ferdy’yi Kafka’nın ötesine götüren, yazar Kafka’yı değil, insan Franz’ı görmeye iten mefhumlar, kitabın sayfalarında usulca seriliyor önümüze. Açlıkla okuduğumuz Kafka’nın Franz’ını ne kadar anlayabildiğimizi düşündürüyor bize. Ve hatta kitabın bir bölümünde, Ferdy Kaplan’ın ağzından şöyle soruyor Burhan Sönmez: “Eh, Kafka da babası hayattayken ona bir mektup yazmış, sayfalar boyunca içini dökmüş, ama bunu babasına iletmemişti. Kafka’nın ruhunu en iyi yansıtan örnek bu. Her yazı yayımlanmak için değildir… Kafka ölünce ne oldu? Babasından bile sakladığı kırk beş sayfalık mektup kitaplaştırıldı, Babaya Mektup adı verilerek dünyanın dört bir yanında diğer kitaplarıyla birlikte yayımlandı. İşte bu insanın canını acıtıyor.”

Genele Bakış

Almanya’daki Sovyet bombardımanına, Türkiye’de muhafazakârların iktidara gelişine, İstanbul’da gayrimüslimlerin saldırıya uğramasına, Fransa’daki Normandiya Çıkarması’na değinen Burhan Sönmez, kalemini bazen Kant’a bazen de Dante’ye kırıyor. Hikâyedeki herkese aynı pencereden bakmamızı isterken, Kafka’nın Franz’ına odaklanmamızı öğütlüyor.

Az bilinen tarihi gerçekleri kurmacaya başarıyla harmanlamış Burhan Sönmez.

Genel hatlarıyla diyaloglarla, zaman zaman da Tanrısal anlatımla süren Franz K. Âşıkları’yla etkileyici yolculuğumu bitirirken, Sevgili Franz’dan bir cümle ödünç alıyorum: “Birçok şeyin farklı olmasını isterdim.”

Umarım Franz K. Âşıkları’nın dediği gibi, bir gün hepimiz Franz’ı ve farklı olmasını istediği “birçok şeyi” anlayabiliriz.   

Franz K. Âşıkları
Burhan Sönmez
İletişim Yayınları
Roman / 107 sayfa

Veveya Kitap 16 / 05 Nisan 2024

Veveya Kitap 16 / 05Nisan2024
Yukarı