Elçin Poyrazlar’la Söyleşi / Gönül Malat

Fotoğraf: Vedat Arık

Bir yazar yalanın en estetize edilmiş hâlini kaleme alarak hikâyesini anlatır.”

Gönül Malat: Merhabalar Elçin Hanım. Çokça klişe olabilecek bir soruyla başlamak istiyordum röportajımıza “Neden polisiye?” diyerek yani. Fakat daha size sorumu yöneltirken son kitabınız olan Çıplak Kalp’in kurgusundan yola çıkarak sanırım buldum yanıtınızın ne olacağını. Uğruna akademik kariyerinizi bir köşeye bıraktığınız mesleğiniz gazetecilik yüzünden değil mi? Gazeteciliğin, yani gerçek gazeteciliğin en belirgin özelliği her zaman ama her zaman gerçeği bulmak ve ortaya çıkarmak. Polisiye kurmacalardaki hedefle birebir örtüşen bir durum. Gerçeklerle, gün yüzüne çıkarılmaları konusunda gizli bir anlaşmanız var sanki? Bize bu anlaşmanızdan bahsedin biraz. Neden gerçekler gün yüzüne çıkmak istiyorlar?

Elçin Poyrazlar: Sanatın, edebiyatın, bilimin ve insanın belki de tek amacı bu; gerçeği bulmak, kendini geliştirmek, eğer mümkünse yaşamın anlamını öğrenmek. Gizli gerçekler gün yüzüne çıkmak için çabalamıyor biz insanlar onu yakalamak için çabalıyoruz. Mesleğim gazetecilik bunun araçlarından sadece biri. Ancak bunu yazıyla, resimle, bir buluşla ya da müzikle de yapabilirsiniz. Gerçeği arama serüveninde karşımıza çıkan değişmez olgu tek bir gerçeğin olmaması. Çok çeşitli, katmanlı, nüanslı, bükülebilir, değişebilir gerçekler de var. Kalpten inandığımız gerçeklerle akılla düşündüğümüz gerçekler arasında farklar var. Oysa insana eğilen edebiyat, mutluluk, aşk, keder ve ölüm gibi konularda farklı gerçeklikleri anlatarak bizi birleştirir. Ben kendimi kalemimle ifade etmek istiyorum. O yüzden gerçeğin çarpıcı ancak uzlaştırıcı tarafını anlamak için edebiyatı seçtim. Gerçeği suç kurmacası üstünden araştırmak insan doğasını anlamak için bana en direkt yol gibi geliyor. 

G. M.: Ursula K. Le Guin, Karanlığın Sol Eli adlı polisiyesinin ön sözünde şöyle der; “Kehanet peygamberlerin, falcıların ve fütürologların işidir. Romancıların işi değildir. Bir romancının işi ‘Yalan söylemektir.’ Kurmaca yazarları en azından daha cesur olabildikleri anlarda, gerçeği arzularlar. Onu bilmeyi, söylemeyi, ona hizmet etmeyi. Ama bunu acayip ve sapkın bir tarzda yapmaya girişirler, hiçbir zaman var olmamış ve hiçbir zaman var olmayacak kişiler, olaylar uydurur, bunu ayrıntılarıyla epeyce heyecanlanarak anlatır ve bütün bu yalan çıkınını yazmayı bitirdikten sonra işte derler, gerçek bu işte! Ben, bir ateist! Ama aynı zamanda bir sanatçıyım ben, o yüzden de yalancıyım. Söylediğim her şeyden şüphe edin. Gerçeği söylüyorum.” Siz, kurmacalarınızda yalan mı söylüyorsunuz, gerçeği mi? 

E. P.: Her hikâyeci bir yalancıdır. Bir yazar yalanın en estetize edilmiş hâlini kaleme alarak hikâyesini anlatır. Ben yaşamamış kişiler ve gerçekleşmemiş olaylar üstünden, vahşi cinayetler ve ölümler arasında bir karakterin serüvenini anlatıyorum sadece. Ama o serüven bizim kendi hayatımızdaki tellere dokunuyor. Bir bakıyorsunuz siz Suat Zamir olmuşsunuz ve bir cinayetin peşinde sürükleniyorsunuz. İşte o anda roman sizin için gerçek. Siyasi arka plan, içindeki sancıları, arzuları, hırsları, pişmanlıkları aslında sizin yaşantınız oluveriyor. Kahramanın gerçekliği okurun kendi gerçekliğiyle bütünleşiyor. Edebiyat o yüzden çok güçlü. Her seferinde bizi kendimizle yüzleştirdiği için. Ursula Le Guin’e hayranım. Dediği her şey doğru. Biz yazarların söylediği her şeyden şüphe edin ama yalan üstünden gerçeği söylüyoruz. 

G. M.: Çıplak Kalp’te “Doğrularla gerçeklerin,” çatışmasını okuduğumu düşünüyorum. Özellikle Suat ve Samet karakterlerinin ilişkisinde! Katedralde Cinayet’inde T. S. Eliot’ın söylediği üzere “En büyük günah, doğru bir şeyi yanlış bir nedenle yapmaktır.” Siz mesleğiniz gereği doğrulardan çok gerçeklerin peşindesiniz. Bazen hatta belki de sıklıkla yanlış bir nedenle doğruyu yapan günahkârları araştırıyorsunuz. Bu durum ister istemez sizi bir polisiyenin içine çekiyor zaten öyle değil mi? Gerçeklere borçlu olduğunuzu mu hissediyorsunuz? Polisiye kurmacalar ile borcunuzu ödüyor olabilir misiniz? Gerçeğin kurmacasını mı yazıyorsunuz?

E. P.: Suç edebiyatı hikâye anlatmanın en temel türü bana kalırsa. Bir insanın diğer insan üstünde hüküm kurması, tanrıyı oynaması ve canını alması. Bundan daha vahşi aynı zamanda da insanın caniliğine yakışır bir eylem yok. İnsanlar hayvanlardan farklı olarak, intikam, para, hırs, kıskançlık, gurur, aile, ülke, din, rekabet, korku ve küstahlık gibi nedenlerle öldürüyor. Yani kasıtlı ve hedef odaklı bir eylem bu. İnsanın kurduğu adalet mekanizması da bunu yasaklıyor. Ama buna rağmen cinayetler evrensel bir suç. Dünyanın her yerinde var. O zaman biz vicdan, adalet, ceza yapısı üçgeninde insanları öldürmekten alıkoymaya çalışıyor ama başaramıyoruz. Düşünsenize ne kadar geriyiz. Ben bugünün siyasi ve toplumsal manzarasında hayali karakterlerle suça bakmaya çalışıyorum. Suç toplumun fotoğrafını en çıplak haliyle çeker. Çıplak Kalp bugünün Türkiyesinin büyük suçlarını küçük insanlar üstünden anlattığı için değerli benim için. 

G. M.: Doğrusu Suat Zamir’in kadın bir karakter olması, beni misliyle şaşırttı. Fakat sonra toplumsal gerçeklik akımının önde gelen ismi ve meslektaşınız Suat Derviş’e bir atıf olduğunu keşfetmemle satırları yutarcasına okumam bir oldu. Suat Derviş için söyleyebileceğim özellikle feminist tanımlamasını sizin kaleminiz için de söylemek çok mümkün. Hatta Çıplak Kalp’in kurgusuna bakarsam ekofeminist bir kurgu demek hiç de yanlış olmaz? Bizlere bu kurgudan bahseder misiniz? 

E. P.: Ben romanlarımı genel olarak feminist polisiye olarak tanımlıyorum. Kara roman, siyasi roman türlerine de giriyor. Bunu söylerken edebiyatın siyasi bir misyonu olması gerektiğini düşündüğüm sanılmasın. Aksine edebiyatın hikaye anlatmak dışında hiçbir misyonu yok. Ancak ben sanatın siyasetten bağımsız olamayacağını düşünüyorum. Çıplak Kalp’te geçen çevre ve inşaat ile ilgili sorunlar bugün Türkiye’nin ana sorunlarından biri. Güncel polisiye yazdığım sürece o güncellik satırlara sızmak durumunda. Romanın sertliği ve gerçek arayışı da bununla ilgili sanırım. Ancak ben odağımı erkek karakterlere değil kadınlara yöneltiyorum. Kadınlar bu suçlardan nasıl etkileniyor, nasıl dönüşüyor, ne tür duvarlar ve sınırlamalarla karşılaşıyor? Bu da romanları dişil bir bakışa götürüyor. 

G. M.: Yaklaşık iki yıl arayla kurmacalarınız yayımlanıyor. Tabii hepsi de polisiye. İlk kurmacanız Gazetecinin Ölümü’nden bu yana yine mesleğiniz gereği toplumun suç yapısının değiştiğini dolayısıyla işlenen suçların da değiştiğini söyleyebilir misiniz? Mesleki bakış açınızı ve araştırmalarınızı da göz önünde tutarak, ülkemizdeki işlenen nefret suçlarının yerini artık inanç suçları mı almakta?

E. P.: İlk iki romanım Gazetecinin Ölümü ve Kara Muska casusiye türünde. Kimileri buna siyasi polisiye de diyor. Devletler ve şirketler gibi büyük aktörlerin suçları üstüne şekilleniyor romanlar. Ama elbette baş kahramanım gazeteci bir kadın; Selin Uygar. Suç tanımı toplumun dönüşmesiyle ve hukukun ona adım uydurmasıyla değişen bir olgu. Bundan elli yıl önce eşcinsellik yasalarca suç kabul ediliyordu, artık değil. Ancak Türkiye’de din odaklı siyasi hegemonya artık medeni dünyada kabul edilmiş özgürlükleri yeniden suç tanımına almakla meşgul. Ya da tam tersi geçerli. Bir çocuğun evlenmesini suç olmaktan çıkarmaya çalışan gruplar var. İşte bu tür gerici siyasetler suç kavramını da birebir etkiliyor. Objektif ve herkese eşit mesafede duran hukuk sisteminin olmadığı ülkelerde ideolojik dogmalar suç ve suçluyu belirler. 

G. M.: Çıplak Kalp ismi başta biraz tuhaf geliyor okuyucuya. Ne demek diye düşünmeye dalıyor? Fakat merakın ve heyecanın giderek yükseldiği metninizde bu ismin ne kadar gerçekçi bir roman adı olduğunu fark ediyor. Karakter isimleri de iyi araştırılıp etraflıca düşünülmüş isimler. Samet gibi veya Suat’ın soyadı gibi örnekler artırılabilir. Okuyucuya ipuçları verebiliyor. Polisiye kurgu için bu ipuçlarının pek önemli olduğunu düşünüyorum. Romanda yer alan surelerin ipuçlarıyla dolu olması ise çokça manidar. Karakterlerinizi adlandırırken nasıl bir yol izliyorsunuz?

E. P.: Bu oldukça zorlandığım bir mesele. Çünkü bir isim o karakterin geldiği aileyi, sosyo-ekonomik durumunu, siyasi ya da dini görüşünü bile okura hissettirebilecek güçte olmalı. Bir de gerçek kişilerle çakışmaması için incelikli bir araştırma yapıyorum. Bebek isimleri sitelerinden tutun da sosyal medya kullanıcılara kadar her şeye bakıyorum. Ama elbette bende ve öyküde bir ağırlığı olacak isimleri seçiyorum.  

G. M.: Son olarak çok merak ettiğim iki soru yöneltmek istiyorum size. Yazarken birtakım ritüelleriniz var mı? Sözcük sayısı vs gibi. Esin aldığınız ve sevdiğiniz yazarlardan birkaçının ismini söyler misiniz? 

E. P.: Benim sanırım tek ritüelim sabahları yalnızken ve çay içerken yazmak. Kendimi sözcük ya da sayfa sayısıyla sınırlamıyorum. Bir yazar olarak çok kıskandığım ve hayran kalarak okuduğum yazarların başında Patricia Highsmith, George Simenon, Graham Greene, Ursula Le Guin, Gillian Flynn ve Raymond Chandler geliyor. 

Çıplak Kalp
Elçin Poyrazlar
Doğan Kitap
Roman / 248 sayfa

Veveya Kitap 17 / 20 Nisan 2024

Veveya Kitap 17 / 20Nisan2024
Yukarı