Yola Revan Bir Roman / Gaye Keskin

Abdullah Aren Çelik’in; İlerde Hep Yalnız, Kandan Adam ve Yediler Teknesi kitaplarının ardından, son romanı Revan, Aralık 2023’te Everest Yayınları tarafından yayımlandı.
Yazarın Birinci Kitap ve İkinci Kitap diye adlandırdığı iki bölümden oluşan Revan; Dadaloğlu ve Evdalê Zeynikê’nin merkezde olduğu iki ayrı zamanın hikâyesine, savaşın iki ayrı tarafında duran ozanların mücadelelerine, mağlubiyetlerine, pişmanlıklarına, acılarına tanıklık etmemizi sağlarken, tarihin puslu sayfalarında gezinmemize ve geçmişin ruhunu usulca giyinmemize olanak veriyor.

Birinci Kitap
Revan’ın ilk bölümü “Birinci Kitap”, “Sabaha karşı, savaşçıları uzaktan gören yüksekçe bir kayanın başında meraklı gözlerle olacakları beklemeye başladı Dadaloğlu,” cümlesiyle açılıyor ve öncesinde Osmanlı askerlerine esir düşen Yusuf Ağa’nın kurtarılma mücadelesini, sonrasında da yerleşik hayata geçmek istemeyen Avşarlara sesiyle deva ve direniş olan Dadaloğlu’nun yollara revan olmasını merkeze alıyor.
Dadaloğlu’nun, Güney Kozan Beyi Ahmet Ağa’nın obasına, altıgen köşeli, yedi direkli Avşar Derimevi çadırına gitmesi ve Ahmet Ağa’yı, Yusuf Ağa’yla bir arada, Osmanlı Devleti karşısında bir bütün olmaya çağırması sonrasında, yolunun Gökçen Hatun’la kesiştiği ve Gökçen Hatun’un ayağını sırtında, aşkını da kalbinde hissettiği bir gerçeklik başlıyor.
Abdullah Aren Çelik, “Mazisi sürgünlerle, yurt değiştirmelerle geçen bir kavmin kaderi sürekli yer değiştirmekti sanki. Oysa yapılması gereken belliydi; Avşarlar bir çatı altında birleşmeli, aralarındaki düşmanlığa bir son vermeli ve kendilerine bir lider seçmeliydi,” düşüncesinde olan Dadaloğlu’nun, Yörük halkı için sürdürdüğü kurtuluş yolculuğunun sekteye uğradığı yere kalemini kırıyor ve Dadaloğlu’nun, Ahmet Cevdet Paşa ile Sürmeli Mehmet Paşa liderliğindeki esaretinde, sinyallerini sayfalar öncesinde verdiği bir karşılaşmanın perdesini aralıyor. Evdalê Zeynikê ve Dadaloğlu’nun yolu, işte tam da burada kesişiyor. Aynı savaşın iki ayrı tarafında olan bu iki ozanı bir araya getiren mefhumlar, Evdal’in da gönlünün Gökçen Hatun’a düşmesiyle, ikili arasında sözün silah olduğu başka bir mücadeleyi de başlatıyor. Ancak tüm bunlara rağmen aynı söz, Evdal ve Dadaloğlu için gizli bir anlaşmanın da kaynağı oluyor.
Ahmet Ağa’nın çadırına gittiğinde Avşarları birleştirme ümidi taşıyan Dadaloğlu, üzeri aranırken çadırın keçesine dokunacak rahatlıktayken, sayfalar sonra ölü ceylanı atının sırtına koyduğu ve ümidinin sekteye uğradığı yerde, ölü hayvanın gözlerinden dünyaya Abdullah Aren Çelik’in sözleriyle şöyle bakıyor: “Sazının ateşe atıldığını, dilinin bir hançerle kesildiğini, kadınların etlerinin parçalandığını, erkeklerin darağaçlarında sallandığını, çadırların yandığını, hayvanların telef olduğunu gördü.”
Evdal’in Dadaloğlu’na söylediği ve gerçekliğinin muamması kitabın sonuna dek süren bir söz ise, iki ozanın kaderini sonsuza dek değiştiriyor. Bu sonsuzluğu onları yeniden karşılaştırdığı yerde kıran Abdullah Aren Çelik, “Birinci Kitap”ın sonunda, Dadaloğlu’nu göğsüne, Evdal’i de sırtına dayalı namluların uçlarında bırakıp bölümü şu sözlerle kapatıyor: “Ahmet Ağa ve adamları oradan ayrıldığında, işitilen top sesine bir de iki el tüfek sesi eklendi.”

İkinci Kitap
Sonraki bölüm “İkinci Kitap”, yazarın şu cümlelere de yer verdiği kısa bir ara paragrafla açılıyor: “Sonra, her şey bitti sanılırken, korkunç bir kolera salgını baş gösterdi. Kalanlar, meşakkatli bir yolculuğun ardından evlerine dönebildi. Bunlardan biri de Evdal’di.” Ve böylece, Yaşar Kemal’in fikir babam dediği, “Kürtlerin Homerosu” diye adlandırdığı Evdalê Zeynikê, “İkinci Kitap”ın ana karakteri oluyor.
Evdal, ilk bölümün sonunda Dadaloğlu’na ne olduğunu meçhule bırakıp uzun yıllar sonrasındaki haliyle çıkıyor karşımıza. Evlatlıkları Bengin ve Meryem’in aşka düşüp evlendikleri ve Sürmeli Mehmet Paşa’nın oğlunun Meryem’e gönül verip ölüme kurban gittiği yerde, Evdal ve Sürmeli Mehmet Paşa karşı karşıya geliyor. Yıllar öncesindeki Kozan İsyanını bastırmaya giderken yanında Evdal’i götüren Sürmeli Mehmet Paşa; bu kez onu bu cengin karşı kıyısına sürüyor ve oğlunun intikamını Bengin’le Meryem’den almanın peşine düşüyor. Vakti zamanında Avşarları bastırmak için Osmanlı askerlerinin yanında yer alan ve Mir’in dengbejliğini yapan Evdal’in dilinden, bu bölümde şu cümleler dökülüyor: “Konağında kurulan divanlarda başköşeye oturan, halkının acısını değil Paşa’nın kahramanlıklarını anlatan bana lanet olsun!”
Bengin ve Meryem’e ne olduğunu bilememenin çaresizliğinde, onları bulana dek stran okumamaya karar veren bir âmâ olarak, karısı Ayşe ve oğlu Temo ile Ağrı Dağı’nı gören toprak damlı bir evde oturuyor Evdal. Biçare beklemenin bir işe yaramayacağını kavradığında ise, oğlu Temo’yu ardına katıp Sürmeli Mehmet Paşa’nın kapısında buluyor kendini. Evdal’i Dadaloğlu’nun peşine sürecek yolculuk da bu kapının ardında başlıyor.

Âşık Atışması
“Birinci Kitap”ta Dadaloğlu ve Evdal günler süren atışmalar yapıyor ancak yenişemiyorlar. İkinci Kitap’ta ise, âşık atışmasının yeniden gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin merakı, okuru sarıp sarmalıyor. Evdal’in tarih sayfalarında yazan hikâyesi ve Dadaloğlu’nun bilinmezliği, Abdullah Aren Çelik tarafından ana hatlarıyla korunurken, gerçekliği kuşku uyandıran bir karşılaşma daha yaşanıyor. Sözleriyle cenk eden bu iki saz ustası, Gökçen Hatun’a âşık bu iki adam, Dadaloğlu’nun şu cümlesiyle okurun zihnindeki yerlerini buluyor: “Biz yenişemeyiz Evdal. Ne sen beni yenebilirsin ne de ben seni.”
Yazar, bozgunların olduğu, asilerin ehlileştirildiği, direnenlerin susturulduğu, öldürmenin çoğu zaman tek çare olarak görüldüğü bir zamanda, Dadaloğlu ve Evdal’in sözleriyle, sazlarıyla savaşmayı seçtikleri ve zaman zaman başarıya ulaştıkları günlerin içinden geçirip halkın gözünde birinin kahramana ötekinin de hasıma dönüştüğü yere bırakıyor okuru. Ve okurun aklına şu soruları düşürüyor: “İnandığımız şeyler uğruna savaştığımıza bir gün pişman olur muyuz? İnandıklarımız, ne zamana kadar inanacaklarımızdır? Yanında olduklarımız, gerçekten yanında olmamız gerekenler midir?”

Yaralı Turna
Halk ozanlarının dilinden dökülen stranlarda; hasret, özgürlük sevdalısı imgelerini betimleyen Turna, Evdal’in sevdiği insanlardan birini kaybettiği anda karşısına kanadı kırık olarak çıkıyor ve belki de metaforik anlamda halkı temsil ediyor. Evdal’in turnayı iyileştirme çabası, sonrasında onu özgürlüğüne uğurlaması, bana kalırsa geçmişe duyduğu pişmanlığın alegorik bir yansımasını anlatıyor. Öyle ki bu pişmanlık, yaşadığı sonu gelmez acılarla birlikte tüm benliğini ele geçiriyor ve yazar, Evdal’in içinde bulunduğu durumu şu sözlerle anlatıyor: “Evdal’i bir düşünce aldı, Mir’in kapısında geçirdiği yıllara, onunla kurduğu dostluğa lanet okudu.”

İyilik, Kötülük
Kırbaçlanan ata kıyamayan, kendisini öldürmeye çalışan askeri öldürmemek için çırpınan iki söz ustasını zamanın çarkında, kötülüğe sözleriyle direnirken gösteriyor bize Abdullah Aren Çelik. Dadaloğlu ve Evdal, ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın sözlerini susmayı da yeğleseler kötülük yapmaktan geri duruyorlar. Aynı savaşın iki ayrı kanadında, iyi insanların birbirleriyle karşı karşıya gelebileceğini bize anlatıyorlar. İki kahramanın, iki ayrı yakadaki silahsız savaşını fısıldıyorlar. Ancak zaman, tüm adaletsizliğiyle onların üzerine eğiliyor. Üstlerinden giysilerini, yanlarından sevdiklerini, başlarından çatılarını alıyor. Yine de hafızalardaki adlarına gücü yetmiyor.
Yazar, zamanın adaletsiz akışını ve tesirini, şu sözlerle aktarıyor: “Zaman bir kapı olsaydı şüphesiz anında bu kötülüğü dışarıda bırakırdı ama zaman kötülüğün ta kendisi olmuştu.”

Son Söz
Eli kılıç tutan kadınların, mollaların, askerlerin, direnen Avşar Yörüklerinin, Dadaloğlu’nun, Evdalê Zeynikê’nin gölgesinde, koca bir toplumun hikâyesi Revan’da anlatılan. Türk boylarının Osmanlı’ya karılmasının, bizi bugüne getiren yolun nasıl yürünmüş olduğunun gerçekliği. Ya her şey böyle olmasaydı, sorusunun yeniden sorulacağı bir yolculuk.
Öyleyse üzerine uzun uzun düşünmemiz gereken son cümleler Dadaloğlu’nun şiirinden gelsin, gelsin ki herkes yurdunun kıymetini bilsin: “Yayanlıkta yürümesin bilmeyen / Saatlerce at üstünden inmeyen / Yurtlarının kıymetini bilmeyen / Her birisi bir kötüye kul olur.”

Revan
Abdullah Aren Çelik
Everest Yayınları
Roman / 208 sayfa

Yukarı